ANTAKYA RESİMLERİ
– Çok dilli, çok dinli kent –
- Ve derler ki
Antakyalılar güneşi bekler her yağmur sonrası
Ulu cami’nin dilencileri cenaze yıkayıcıları
Köprübaşı hamalları ayakkabı boyacıları
Yemenici Pazarı’nın besmelesi sesli yemenicileri
güneşi bekler Cıfıt Çarşısı’nın Yahudi terzileri
Sünni’si Alevi’si İsevi’si Musevi’si delisi zillisi
Asi balıkçıları Lövşiye sebzecileri cümle işsizler
ah o Akdeniz gülüşlü şenlikli Antakyalılar…
- Ve derler ki
Neccar Dağı’nda bir mızrak boyunu buldu mu
güneşi seyreder Ada Parkı’nın yaşlı köpeği
Ermeni Kilisesi’nin rahibesi yorgun
duvar çatlaklarına sığınmış ilahilerl
kaya diplerinde mor gülüşlü söğecenler
haftada beş gün biberli bulgur aşı yiyenler
daha da artar duaları esnafın kazancı arttıkça
bir yürüyüşleri var hele kışlık zahiresi tamsa…
- Ve derler ki
akşamı bekler her yağmur sonrası
Sen Piyer Kilisesi Hacı Kürüş Deresi
put duruşlu Adam-Kaya seyreder kenti
bilezikli kollar yoğurmaya başlar
pul biberi acı çiğ köftenin bulgurunu
başkadır çok çocuklu sofraların lezzeti
insan insanla daha da güzelleşir
sessizce dikleşir dağ dibinin sevilek memeleri…
- Ve derler ki
Doğurgan karınlı kadınlar gerine gerine yürürler
yuvarlak taşlı Antakya’nın daraç sokaklarında
ikindi güneşi kırıldı mı evin hayadı* curcuna
sarmaiçi çökelek salatası kaytaz böreği çevizli biber
sokağa taşar hoppa bir dümbeleğin türkülü sesi
konu-komşu kızları oynarlar ha-halı ki-kili
balıkçılar Hıristiyan mahallesinde satar yılan balığını
ucuz tiniye yatar Çanacık’ın kanadı kırık ayyaşları
hani şu su konsa da beyazlaşmayan incir rakısı
fondib’e gelmez çarpar hele trenden gelenleri…
- Ve derler ki
güneş açtı mı yüzünü bir kez
Enneplik göğü dar gelir taklacı güvercinlere
şimdi kasap Nuri’nin bol acılı kağıt kebabına ne dersin
ardından Künefeci Arab’ın sünme peynirli künefesi
görmezlikten gelir Antakya’nın en içli şairi Mahmut Kuru
“ Bir duydum deli oldum, diline sağlık Sabite Tur “ e mi
ya Kız Enstitü’sü önündeki şamatamız saçlar biryantinli
şimdi Çiçek Kahvesi’nde tavlaya düşmüştür liseli gençler
Arapça bir küfre karışır şiş-göbek garsonun sesi
“ Çek haytalıya bir… Buzlu olsun ya emmi Musi … “
- Ve derler ki
geceyi bekler her ikindi sonrası
Şatafçı Çıkmazı’ nın helalinden en ince beli
derinine kaçar toprağın yediveren asmanın kökleri
yorgun düşer zik-zaklı kırlangıç kanatları
sorgusuz sualsiz ezan seslerine karışır çan sesleri
bir bir kepenklerini indirmeye başlar bıçakçı esnafı
kömür karası bir kader içindedir Demirci Çarşısı
Meydan Pazarı’nın tüm buğdayları geceye teslim
şahittir çınar ağaçında pusuda gözlek baykuş
sıçan kuyruğu / yıldız gülüşü / bekçi düdüğü…
- Ve derler ki
uzaktan uzağa ispirto kokulu Harnubi’nin boğuk sesi
“ Gündüz Sineması’nda Zoro’nun İntikamı
seksen kısım tekmili birden… hem vallah hem billah”
en ön sıralardan izler kaçakçı Vahid
üzülür vurulanlar attan düştükçe
yılan sessizliğinde bir gece büyür
Harabarası’nın ışıksız bahçalerinin birinde
hayasız bir el uzanır karanlığın dolgun kalçasına…
SABAHATTİN YALKIN