kıştı
gökyüzüne erken yaslanmıştı
gece…
kuşlar uykuya çekilirken
birer parıldayan kordu sanki
karanlığın yüzünde
uzaktan yanıp yanıp sönen yıldızlar
ara sıra sessizlikle kucaklaşırdı sokaklar
hayatın üstüne inerken kara perde
soğuktu gece, soğuktu ölüm, soğuktu rüzgâr
yapraklar titreyerek sokuldu birbirine
kışa verdim kendimi bakarak uzak dağlara
toprak perişan onca dikili ağacıyla orman
yakmak başarı sayıldı, kül ettiler
onca büyütülmüş yeşile sarılan maviyi
insan gözlerine bakarak
Medusa’nın öfkesiyle yağan onca acılar
birer işaretti öğrenildi çözülmüş bir haritadan
yıllardır hep duyar kulaklarım bu sesi
göğün mavisi öperken karanlığını gecenin
uzaklarda doru bir at kişner
bu sesler dalgalanıp yükselirken ufukta
zavallı atların acı dolu rüyaya benzer hüzünleri
akşamları uslu ağzımla hangi karanlık
sözün içinden geçerim ben
hangi aydınlık söz benim için yollara düşer
sabrın uzayan diliyle birkaç kez
öpücük yollasam sana ne zaman uzağa gider öfken
gençliğimi yüklendim sırtıma
gidiyorum artık, canı isterse
kalsın burada senin gençliğin, hayatın oyunuyla
birlikte…