TİYATRO ÜZERİNE
M. Güner Demiray
Bugün tiyatro sabah güneşi gibi modern insanın ruhunu aydınlatıp, onu insan olmanın bilincine daha bir yaklaştırıyor.
Bu büyülü gücün çok çeşitli tanımları vardır. Yalın olarak söylersek tiyatro, olayların, duyguların, düşüncelerin eylem ve konuşmalarla sahnede yansıtılmasıdır. Bir bakıma bu sanat, yaşamın bilinçaltı dilidir. Öte yandan tiyatro, insan soyunun uygarlık yolunda evrilirken kendini yaşamsal ve şiirsel bir estetik atmosfer içinde görme merakıdır. Ayrıca tiyatro kendine özgü kuralları ve nitelikleri olan bir yaratıdır. Özünde eylem vardır. Bütün sanatları uyumlu bir biçimde kullanır.
Tiyatronun M.Ö yedinci yüzyılda Tanrı Dioynisos için –özellikle bağbozumunda üremeyi, bolluğu kutsamak için- yapılan ayinler ve söylenen şarkılardan doğduğu söylenir. Zamanla dinsel törenin bir parçası olmaktan çıkıp içinde şiirsel ve konuşma metinleri olan sanat gösterisine dönüşmüştür. Bu sanat gösterileri daha sonraları alanlarının gelişmesiyle tragedya ve komedya adını alarak çağdaş tiyatronun temelleri olmuştur. O çağda Aiskylos, Sophokles, Euripudes gibi tragedya, Aristophanes gibi komedya yazarları yetişmiştir.
Roma tiyatrosu da M.S dördüncü yüzyılda zirveye ulaştı, çağdaş tiyatroya büyük katkılar sağladı.
Neden Akdeniz ve Ege civarında gelişti tiyatro? Neden tarihin evrensel kültür temeline burada harç koydu? Doğu despot ve dogmatikti; daha çok kabile ve boy toplumlarıydı, oysa Akdeniz ve Ege çevresi ilkel de olsa antik aydınlanma sonucu demokrasi ile tanışmıştı az çok. Kent devletleri kabile toplumundan sınıflı, köleci bir toplum yapısına evrilmişti. Kent devlet ileri gelenleri tiyatro mekanlarında halkıyla buluşur, birlikte seyrederlerdi oyunları. Tiyatro o zamanlar yerleşik, demokrat kent devletlerinde has bir kurumdu. Bu yüzden çağdaş tiyatronun tohumları bu topraklarda filizlendi.
Ortaçağda bağnaz Hristiyanlık, ahlakı bozdukları, pagan nitelikler ve düşünce özgürlükleri taşıdıkları gerekçeleriyle bütün antik tiyatroları yasakladı, karanlığa gömdü. Ancak Avrupa’da, Rönesans, Reform ve Aydınlanma hareketlerinin başlamasıyla antik tiyatro ve bunun olumlu düşünceleri yeniden gün yüzüne çıktı. Bu uyanış Wıllıam Shakespeare, Lepo de Vega ve kendini sahneye adamış, orada ömrünün sonunu getirmiş Moliere gibi büyük tiyatro dâhilerini doğurdu.
Ve yoluna devam etti tiyatro, çağlar boyu bir ırmak gibi daha bir gürleşerek insanlaşmanın toprağını besleyip durdu hep. Şimdi de bu görevini daha da kuvvetli olarak sürdürmektedir.
Özellikle eğitimde tiyatronun yeri büyüktür. Çocuklara gözlem yoluyla düşünme kapılarını açar; algılama, dikkat, konuşma, dinleme yetilerini geliştirir; eleştirel düşünceyle tanıştırır onu; neden-sonuç ilişkisi kurma becerisini anlağına işler. Bunun yanında tasa ve kıvançta ortak duyguları paylaşan toplum bireyleri oluşmasını sağlar. Demokratik yurttaşlar yetişmesine zemin hazırlayarak demokrasinin güçlenmesini körükler. Böylece topluma, sağlıklı ve kişilikli bireyler hazırlayarak demokratik ve çağdaş toplum yapısının oluşmasına etkin bir biçimde hizmet etmiş olur tiyatro. Buradan çıkarak ben, tiyatroyu oldubitti karşımdaki sahnede bana ders veren bir öğretmen gibi tasarlarım. Işıklar içinde, özel giysileriyle hayat deneyleri sunan ve türlü diyaloglar bütünü içinde kanlı canlı bir öğretmen. Ve ben tiyatro dedikleri bu öğretmenin önünde aydınlığımı bulurum. Bir öğrenci olarak katılırım ona. Sesinden, sözünden, jest ve mimiklerinden, eylemlerinden yaşamı öğrenir, sezgilerimi kanatlandırır, düşüncelerimi biler, estetik algılarımı pekiştirip özgüven kazanırım. “ Tiyatro müthiş bir kültür ocağı. Öğretici, besleyici ve sevecen bir kaynak,” dememiş miydi Yıldız Kenter!
Her ne denli bu benzetmeyi eğitim amaçlı düşündüğüm için böyle alımlarım ya, diğer yandan tiyatronun çok yönlülüğünü, ondaki çok sesliliği de yadsıyamam. Çünkü sahnede tiyatro birçok sanatın da bileşenidir. Oyuncu, sahneleme, sahne tasarımı, sahne giysisi, sahne tekniği, ışıklandırma gibi her biri sanatsal etkinlik olan öğelerden oluşur. Tiyatral metin, kollektif bir bilinçle çeşitli karakterleri simgeleyen oyuncuların bulunduğu sahne denilen mekanda canlandırılır. Bu yönden bakıldığında yaşamın aynası olur tiyatro. Tiyatro eleştirmeni Elias Schelegel’in (1764) söylediği gibi “…İyi bir tiyatro tüm insanlara, kendine çekidüzen veren bir kadının ayna karşısında yaptığını yaptırır. …”
Tiyatro bir vakit geçirme yeri değil, seyircinin sahnedeki olaylara katılışıdır bir bakıma. Bunu ilginç örneğini epik tiyatronun yaratıcısı Bertholt Brecht’te bulmaktayız. Bertholt Brecht çoğu yapıtında harikalar yaratıyor. Galile’nin Yaşamı bu epik tiyatroya bir örnektir. Brecht Galile’yi insanlık sahnesinde büyük bir ustalıkla yansıtıyor. Kalıcı bir yapıt bu! Öyle ki, insanoğlu yıldızlara yerleştiğinde de bu yapıt eskimeyecek, yaşayacak aynı tazelikle, o çağların insanlarını da heyecanlandıracak yine. Brecht tiyatro sanatına göklerin kapılarını açıyor Galile’nin Yaşamı ile. O epik tiyatronun doruğuna ulaşıyor bu yapıtıyla. Yapıt yaşlanmıyor, hep genç ve taze kalıyor. Ne demişti bir yazısında Özdemir Nutku: “ Tiyatral metin çağların baş döndürücü gelişmesine koşut bir biçimde değişir, kendini yeniler ve içinde bulunduğu çağın profilini ortaya çıkarır…” Brecht’in Galile’nin Yaşamı da sayın Özdemir Nutku’nun belirttiği böyle bir öz yapıya sahip bir metin.
Server Tanilli de Cumhuriyet’teki bir yazısında “…Brecht’in eserleri sahnelenmeye başlar başlamaz bizleri derinden derine sarsmış ve değiştirmişti. Tiyatroya girerken başkaydık, çıkarken bir başkaydık. (…) Brecht epik tiyatro diyordu buna. (…) Seyircinin, sahnede kendi alın yazısını, kendi kavgasını görmesi, sahnenin de tavır alması, eyleme çağırması. Ya uzlaşacaksınız, ya da karşı çıkacaksınız, başka yolu yok. (…) Yani ‘insanca dünyada olmaz bunlar, gelin o dünyayı yaratalım,’ diyeceksiniz.”
Uluslar tarihsel süreç boyunca kendi kültürel dağarcıklarından tiyatro tarihine katkılar yapmışlardır. Geleneksel tiyatro modern tiyatroyu beslemiş, onu insanlık arenasına hazırlamıştır. Bu nedenle tiyatro evrensel bir yapı içerir. Ulusal karakterler sahnede hümanist bir renk alır. Bunun için tiyatro tarihi ulusların evrensel birikimidir. Epik tiyatro bunun en ilginç örneğidir. Sahnelenen yapıtın bildirisi, iletisi içinizi donatır, ondan bir parça olursunuz, gözünüz açılır, bilinç ışığı içinde bulursunuz kendinizi. Evrensel tiyatro havuzunun çağdaş bir insanısınız artık.
Uluslar, tiyatroda kendi gerçekleriyle yüz yüze kalır ve ortak bir bilince varırlar. Bu kültür ortamı bireyleri tanış kılar, birbirleriyle buluşturur, kalbi dostluklar kurulmasına yol açar. Bu bakımdan tiyatro aynı zamanda insanlaşmanın, uluslaşmanın bilinç odağıdır.
Tiyatroda bir yeni hava, bir çağ aydınlığı vardır. Sahnede oyun canlanırken bir tapınak sessizliği içinde yürekler tutuşur, gönüllerin nabzı yükselir, düşünceler, imgeler kanatlanır ve kişi insan olduğunu duyumsayarak kişiliğini olgunlaştırır.
Burada ulusal rengin yanında vicdanın da sesi duyulur, düş ve düşlemler, insanı dünyanın kanatlarına takıp evrensel doruğa çıkararak yıldızların ışığına ulaştırır; nirvana’nın yüceliğini ve sonsuzluğunu yaşar bu yerde insan. Bu açıdan bakılırsa bir ruh eğitimidir tiyatro. Muhsin Ertuğrul da bu konuda şu düşünceyi dile getirir: “ …Ruh kalkınması olmadıkça adamı hayvandan ayırt edemezsiniz. Gerçek uygarlık, edebiyat ve sanattan doğar. Tarih, tiyatrosuz yükselebilmiş bir ulus gösteremez. (…)”
O halde her şeyden önce tiyatronun pınarından yudumlayın yaşamı; çünkü onun verdiği duru sular ruhun susuzluğunu giderir ve onu yeşertir. Ancak böyle bir ruhla uygarlık yolunda geleceğe yürürsün!
Bunun için çağımızda insan, tiyatroyu gidilmesi gerekli çağdaş bir kurum olarak düşünmelidir. Çünkü burada hayatın anlamı çiçeklenir.
M.GÜNER DEMİRAY
*Bazı bilgiler için internet kaynaklarından yararlanılmıştır.