Akılda Tasa
Her Kapıyı Açan Anahtar
Kapıları anahtarlar açar ama görevin çoğu kilitlerdedir. Açma ve kapama mekanizması kilit üzerindedir. Buna rağmen aktif, özgür dolaşan anahtar olduğundan maharetin çoğu onda görülür. Hırsızlar ve özel durumlar hariç bir anahtarın her kapıyı açabilmesi istenmez. Kilidinde anahtarında özeli aranır. Manevi kapılarda böyledir. Mesela otuz üç dua sayısının tılsımıyla manevi kapılar açılır. Görünen ve görünmeyen kapıların çok olduğu dünyamızda ve hayatlarımızda önemli olan bu kapıları açabilecek anahtarları bulabilmektedir. Kilitli kapılar kimi yerde bedbahtlığı çağrıştırsa da bütün kapılar huzura, güzelliklere açılsın istenir.
Büyük Balık Küçük Balık
“Büyük balık küçük balığı yer” sözüyle gerçeklik ve tehlike en yalın haliyle dillendirilir. Kapitalizm, sistematik ve örgütlü bir anlayıştır. Bu örgütlü anlayış, insanların beğeni ve zaaf noktalarını çok iyi tahlil ederek, süsleyerek, ikna ederek, alternatifler sunarak işlerini yürütürler. Ahlâkî kaideleri göz ardı ederek sadece kendi menfaatlerini gözetirler. Tefecilerin kralı, tefecilerin büyümüş ve kravat takmış hali desek çokta yanlış olmaz. Siz bakmayın bazı meşhur kapitalistlerin, insan ve çevre yararına yaptıkları bağışlara. Bunlar göz boyama ve kötüyü iyi gösterme çabalarıdır sadece. Her türlü coğrafya da, sınıfsal özgürlüklerin yanı başında, uçurumların kenarında maalesef hep mazlumlar var. Fakirler ve dahi bütün küçükler artık akılda büyük bir tasa.
Kabuğu Aşamayan, Özü Nasıl Görsün?
Akıl, fikir, feraset, idrak insana has değer ve hasletlerdendir. Afak ve enfüs ile iç içe olan insan için görmek, anlamak ve tasavvur etmek çok önem arz eder. Var olmak için edinilecek büyük bir değerdir. Bütün bu çabalar en basit haliyle kabuğu kırıp ceviz içine ulaşma halidir.
Yaşlı mıyız?
Yaşlılık ve ihtiyarlık arasındaki farklar ve benzerlikler hep dillendirilir. İhtiyar, malumat, ihtiyat sahibi anlamı taşır, bilgelik içerir. Seksen yaşındaki bir insan yaşlı olabilir ama ihtiyar olmayabilir. Sadece yaşlılık anlamı taşımaz. “Dağdan kırk taş kocaman” denmesi boşuna değil. Mesela Unesco’nun “yaşlılık” tanımı şu şekildedir. “Bir insan konfor alanının dışına çıkamıyorsa, yeni şeyler öğrenmiyor, şaşırmıyor ve çoğu şeyi bildiğini düşünüyorsa, merak etmiyor, keşfetmiyorsa, geçmişte, anılarında yaşıyor ve sürekli eskiyi tekrar ediyorsa yaşlıdır”
Kafa Tokuşturma
Vicdan çerçevesindeki hareketlerden, örneğin bir annenin zaman zaman başvurduğu terlik fırlatma aracı gibi nesneleri saymaz isek burada bahsi geçen daha çok vicdanın aşındırılıp vicdansızlığa yöneltilen durumlarıdır. Ele, tırnaklara, yüze vurma ve hatta kafa tokuşturma gibi bilumum hareketlerle devam eden işkencelerdir. Bizim ve bizden önceki nesillerin terbiye edilme yöntemlerinin başında gelen dayak sadece okulda değil ailede, asker ocağında ve hayatın birçok evresinde kendisine zeminler bulmuş bir haldi. Kaba güç uygulayanlardan ziyade maruz kalanların hafızalarında bu kötü durum, tafsilatlı bir şekilde yer etmiştir. Dünyayı, insanları tanıma evresindeki küçük bireylerin sukutu hayalini küçümsememek gerekir. Büyümenin, birey olmanın büyük bir incinmeyle birlikte yol aldığını söylesek çokta yanlış olmaz. Kaba güç uygulayanların, diğerkâmlık, rikkat gibi hasletlerin yanına hiç yaklaşmadıkları su gibi aşikârdır. İç çatışma, güç gösterisi, sınıfsal ayrıcalık, şımarıklık bu insanların ruhunu gasp etmiş gözükmektedir. Kural melankolikliğini de yaşarlar. Ara renklerle pek işleri olmaz bunların. Siyah ve beyaz arasındadır gelgitleri. Zamanında dengelenmeyen, oturtulmayan salınışlardır bunlar. Sabit fikirlilikleri de anlattıklarıma bir zeyl olsun. Zulüm edenler birbirleriyle ne çok benzeşiyorlar değil mi?
Şairin Duruşu
Geçtiğimiz yıllarda, davetli olarak küçük bir salon programına katıldım. Şairler, yazdıkları şiirleri okumaktaydılar. Benden önceki şairler daha çok aşk, tabiat, güzelleme tarzı şiirler okuyunca, ben de sosyal içerikli, Filistin temalı bir şiir okumak istedim. O sıralar Filistin olayları gündemi bir hayli meşgul ediyordu ve ben de bu şiirimi yeni yazmıştım. Şiirimi okudum ve yerime oturdum. Bu arada yaşı benden büyük, daha sonra şair olduğunu öğrendiğim bir bey yanıma geldi ve “sizi protesto ediyorum, dünya da Türkler zulüm altındayken, Doğu Türkistan esaret altındayken siz nasıl olur Filistin şiiri okursunuz” şeklinde akıllara ziyan bir eleştiride bulundu. Donup kalmıştım. Böyle densiz bir eleştiriyle bu güne kadar hiç karşı karşıya kalmamıştım. O şaşkınlıkla tam olarak ne cevap verdim hatırlamıyorum ama benden bihaber, yazdıklarımdan bihaber bu kişi, Doğu Türkistan gibi Türk halklarının sıkıntılarını da kaleme aldığımı bilmiyordu. Böyle bir muameleye özne olduğum için üzülmedim desem yalan olur. Bu münferit bir örnek tabi ki ama aynı bu örnekteki gibi biz Türklerin, Müslümanların hatta bütün insanlığın dertleriyle, sıkıntılarıyla uğraşır olmak, kafa yormak bir şairin bir yazarın başlıca sorumluluklarından değil midir? Böyle bir ödevimiz, yükümlülüğümüz var elbet.
Şiirin Gücü
Haşat ve tarumar ruh halini birazda olsa düzene sokar ve dağınıklığı düzeltir. Şiirin sağaltma etkisiyle, olumlu anlamda değişime yol verir. Sezdirmeyi önceleyip şiir odalarında konaklayan şairi arındırır.
Çocuklar Uçurtma Uçursun
Dolaşıp duran erincim, taze düşlerim. Uçurtmalarını uçursun artık çocuklarım. Elimde gül sakladığım, göğe müptelası olduğum, kocaman gökyüzü senin. Oyuncaklarını tamamla artık. Gül buketi yüreğinle, gülücüklerin sırçadır hanelere nasıl olsa. Geleceğe umut olup dört yapraklı yonca misali yazgılarla, salıncaklar diyarından gel emi. Gökyüzüne açılan ellerde, hayallerde, görülen rüyalarda tomar tomar tomurcuk ol. Dört yan sevinçken dolup taşsın. Gülücüklerini böl ömürlere, hiç ölmesin çocukluğun. Yaşama sevinci, vaktin insanı çocuk, masallardaki peri, taze düşlerinde dolaşıp dursun. Uçurtmalarını uçurasın artık çocuk.
İlkay Coşkun
25.02.2021