“birkaç yüzyıl önce
şemsiyesini açtı
şair
sözcükler ıslanmasın diye.”
ANABASİS ALDATMACASI
Güler KALEM
Damlalarda sızıyorum
Bir çakıl taşı gibi yavaşça denize düşerek
Derimde esmer bir soğukluk
Bastıkça topuklarımla, deniz pür telaş
Ah
Anabasis
Umudun yorgun çağıltısı
Kıstırılmış dudaklarıma biriken yakamozlar ve sis
Sesimde kurumuş kan pıhtısı
Kuzgun saatlere leş yediren bir çağ benimkisi
Devindiğim liken özlü bir yaşam sunsam
Otodidakt bakışlarınıza
Kırıp geçirsem varoluş merceğinizi
Anabasis’in düş kesen kılıcıyla
Oysa bumerang yazgının yosun gözleriydi
İri iri bakan, kirpiksiz ve çapaklı
Ağzım olmayan suratımla
Yürü be diyen hükmüm geçersiz
Bilirim
Azıcık kıssam yaşamı
Közünde bir cezve acı
Umut volta atarken akrebin kıskacında
Zehri içime akar da
Ölmem
Beter bir döngüde
Pelerinden bir çadır kurarım göğe
Güve kokan, naftalinsiz, az deniz suyu değmiş
Anabasis’in kandırılmış erleri gibi
Umudu tas tas içen
Doygun ve susuz
Tanrı papirüse imledi imleyeli beni
Kırmızı bir çapraz içinde kaldım
Gel gör ki
Dalgasız kül rengi sulara atılmak
Yazgının kırmızı çizgisiydi
Gök karartınca yüzünü, dönüşü olmayan gecelere konakladım
Şimdi ben
Göğün unuttuğu suların, ölümü çağıran toprağın
İnsan müsveddesiyim
Geri dönüş mümkün mü dersin
Kızıl sulara teslimken gövdem
Dönence şaşırır, ay başını eğer utancından
Yıldız söner, bir çıkış yolu diye çırpınır kumandan
Tarazlanan o büyülü ses, kurumuş otlara fısıldar
Umut, umut
…
Resim: Şengül Bekmez