Antakya Çarşısı, Baharatçılar ve Yüzük
Kuyumcu dükkânına gittim. Alışveriş için sanmayın! Bir dostumu ziyarete gitmiştim.
Antakya çarşısı ünlüdür. Çok kültürlü, çok dilli, çok dinli yapısı kentin her noktasında derinlemesine hissedilir. Ayakkabıcılar çarşısı, baharatçılar çarşısı, kuyumcular çarşısı, demirciler çarşısı… Çarşı içinde çarşı, hepsi iç içedir. Tıpkı farklı din, dil ve kültürün iç içe geçtiği gibi… Her sokağında ayrı bir koku, ayrı bir renk, ayrı bir güzellik, zenginlik duyumsar insan.
Baharatçılar çarşısına girdiğiniz anda Mağrip sokaklarının kokusu dalar içinize. Ciğerinizin soluduğu hava tarifsiz bir şekilde yüzünüzü gülümsetir. Hafif tebessüm eşliğinde bakarsınız, elinde çay tepsisi, yüzünde umarsız bir yüz taşıyan çocuğa. Memnundur halinden. Neşesi eksik olmaz gün boyu. Hele ki dükkânın önünde komşusuyla sohbete dalan esnaf, sanki başka diyarın sözcüklerini ödünç almıştır; tasarrufludur, kıymadan sözcüklere tane tane döküyor dilinden. Çay, kahve, kekik eşliğinde sohbetler…
Yan yanadır aktar ile kuyumcu çarşısı. Dokuları ayrı olsa da benzerdir birbirlerine kokuları.
Çoktandır girmediğim o kuyumcular çarşısına girdim. Diğer dükkânlara göre biraz daha ufaktır kuyumcuların dükkânları. Yol boyunca gördüğüm dostlarla, tanıdıklarla ayaküstü sohbet, çarşının hemen girişinde de devam etti. Uzun zamandır karşılaşmadıklarımla karşılaştım. Ne güzeldir, insanın insana tanıdık olması. Sanki herkes, herkese tanıdık gibi bir yerlerden. Sanki herkes, herkes kardeş kokuyor. Hiç tanımadık birini lafa tutası geliyor insanın, çarşının tam orta yerinde.
Ancak üç beş kişinin sığabildiği küçücük dükkânın önünde bekledim. İçerisi doluydu. Ziyaret ettiğim dostum beni görünce yer ayarlayıp hemen beni içeri aldı, oturttu döşekli sandığın üstüne. İçeride yüzük seçen müşterilere ve bana çay söyledi. Tıkış tıkış içerisi. Beş altı kişi olduk içeride.
Genç çocuklar ve aileleri anlaşılan nişan için yüzük bakınıyorlar.
On dokuz yirmi yaşlarındaki kız ve annesi, nişanlanacağı genç, annesi ve babası. Dükkânda espriler dönüyor. Kahvelerin tuzlusundan, acısından yakınıyor gençler. “Dün ölecekti, tuzlu kahveden yavrum benim” diyor damadın annesi.
Kızın annesi, “çok saçma gerçekten.”
Kahkahalar eşliğinde bilezikler, künyeler seçiliyor. Sıra yüzüklere gelmişti. Çayımı yudumluyor, bazen de ortak oluyordum sohbete.
Kutudan seçildi yüzükler. Kız bakarken yüzüklere, daldı uzunca. Genç erkek uyardı, “şu çok güzel ama” diyerek. Ancak kız, hâlâ çok dalgın. Sessiz, sualsiz… Yüzüklere bakıyordu, ama aklı başka yerdeydi. Orada bulunanlar ona yüzüğün güzelliğinden söz ediyordu. O, on dokuz yaşını düşünüyor olmalıydı.
Onlar yüzük seçiyordu ona. O, kendine bir hayat…