BEN YAŞAMIYOR GİBİ YAŞIYORUM
Senden çok uzaklarda yaşıyorum. Iramışım kendimi, kendimden bile. Bütün hayretlerim bir sineğin vızıltısına odaklanıyor. Hayat darmadığın, bir türlü çözemediğim en zor matematik sorularından ötede. Hesaplaşma vakti ne zaman gelecek? Yüreğimdeki şişlik ne zaman sinecek? Ben ne zaman sineceğim?
Güneşi görmeyen irimler arasında yürüyorum. Kendi bağlarımda yolumun tozlarına bulanarak yürüyorum. Ben bu tozlara bağlanıyorum. Her adımımda kaldırdığım tozlar içimdeki hafiflemeye şahitlik ediyor. İnsan ağırlıklarından kurtulmalı. Toza bulanmayı göze almalı. Tozlar kir bırakmaz nasıl olsa. Üflersin kayar gider. Hayat bir toz zerresince hükmetmeli sana. İrimler arasında sükunetin kucağına bırakıyorum kendimi.
Bu yaz, yazılacak yaşanacak yazlardan biri. Temmuz ayında hala rüzgarlarla serinliyorum, yağmurlarla paklanıyorum. Her rüzgar sonrası bir içimdeki türküler dile geliyor. Yine siniyorum, yine serinliyorum. İçime, gönlüme sığınıyorum. Rüzgar eken neden fırtına biçsin? Rüzgarlar yağmurlarımı getirmiyor mu oysa? Ey aşk, sen nelere kadirsin? İnsan aşka kanmalı, tüm ağırlıklarından bağışlanmalı. Oysa aşk, bağışlanmak değil midir?
Teslim bayrakları çekiliyor göndere. Her nedamet benliğin kudretinden kurtuluş değil midir? Aşk her türlü benlikten, bencillikten kurtuluş değil midir? Bir tanburun sesine sığınıyorum. İçimdeki şarkılar diz çöktürüyor aşka. Tanburun sesi gözyaşı damlalarınca ruhuma işliyor. Tanburun sesi ruhlara sesleniyor. Baş eğiyorum. Siniyorum. Secdeye varıyorum. Kıblemdeyim.
Şair mısrayı sonsuzlarken ne demiş? Nasıl dile gelmiş? “Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum.” Hakikatin dili ısırıyor tüm bedenimi, akreplerden kaçıyorum. Benliğimi, bencilliğimi karıncalara havale ediyorum. Yesinler, un ufak etsinler tüm hırslarımı,çıkmazlarımı, şişkinliklerimi. Bilirim karıncalar da aşka taliptirler. Yönleri kıbledir, her daim secdededirler. Ben yaşamıyorum, oysa yaşamıyor gibi yaşıyorum.
“ Bir kâsedir alev dolu gönlüm yana yana / Men ta senin yanın dahi hasretem sana” Ben bir “hiç”im, hiçlikteyim. Hiçliliğe talibim. Siniyorum hakikat karşısımda. Bir kâse alevim, içten içe yanıyorum. Yandıkça şavkıyorum. Oysa her insan şavkımalı, nurlara gark olmalı. Aşka kanmalı. Ruhu ermeli, erdikçe hiçlikte tamamlanmalı. Ney üflüyorum, ruhumdan üflüyorum. Neyin sesinde hüzün, neyin deyişinde hazan, neyin nefesinde gurbet, neyin yangınında aşk var. Bakıra vuruyor yapraklar. Kıbleye duruyorlar. Secdeye varıyorlar. İnsan kuru yaprak misali sinmeli, tüm ağırlıklarını atmalı. Rüzgar onu nereye götürürse sorgusuz sualsiz bırakmalı kendini. Teslim olmalı.
Dalgalar, fırtınalar tırısa kalkıyor. Sığınacağım limanları kaybediyorum. Siniyorum tabiata; sığınıyorum. Yaradan’a sığınıyorum. Tüm fırtınalara, dalgalara inat şahlanmış atıma gem vurmadan rüzgar nereye götürürse yol alıyorum. Rüzgar nereye götürürse gidiyorum. Varmalıyım menzillere. Kudümler eşlik ediyor yolculuğuma. Gözyaşlarım eşliğinde siniyorum, secdeye varıyorum.
Kızılca bir dağın yokuşlarındayım. Nefesleniyorum. Her köşebaşında çeşmeler çıkıyor karşıma; muslukları olmayan, suya hasret kalmış çeşmeler. Tırmanışlar sadece insana mı has tüm yokuşlarda. Bak çeşmelerin altında yalaklar var. Suya kansın demiş gönül güzelleri. Bak bir serçe parmağı deliğe akıtmışlar suyu rahmetince kuşlara, karıncalara da varsın diye.
İnsan saza vurmuş aşkını, aşkında “âşık” olmaya durmuş. Sinmiş, secdeye durmuş. İnsan olma sırrınca sazdan söze, kelama ermiş. Mısranın sırrına ermiş ve denmiş ki âşık olana: “Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum.”
İsmail ZORBA
Resmi Çizen: Alya Gürses