BEZ BEBEK
Şehnaz İşeri
Mor kıvır kıvır saçları, koyu mavi gözleri yukarıdan aşağıya doğru koyu pembe, açık pembe, mürdüm eriği moru, lila rengi dört kat fırfırından oluşan elbisesiyle pek güzel bir bez bebekti doğrusu. Yalnız sola doğru ağzını hafif yamultarak çarpık gülümsemesi insanda kendini beğenmiş bir bebek olduğu izlenimi uyandırıyordu. Kendi kendine mırıl mırıl konuşuyor, gerçekten de böyle olduğunu doğrulayacak laflar ediyordu.
“Çiçekçi dükkanında çiçekler arasında çok rahattım. Hem en önemlisi kendi dengim bebeklerle birlikteydim.(Gerçi benim onlar arasında da eşim benzerim yoktu ) Bu koltuktaysa sıkış tepiş bir yığın tuhaf yaratıkla yaşamak zorundayım. Plastiği var, tüylüsü, kıllısı var, akarı kokarı var.
Misal solumdaki kız 31 Aralık geçeli neredeyse iki ay olacak hala parti havasında. Ağzında üfledikçe karşısındakinin suratına suratına uzanan yumruk gibi düdük. Kafasındaki o konik kağıt, koni yaslanmış bedenini koltuğun kolçağına. Kulağımın dibinde öttürmese olmaz sanki şu düdüğü de.
Sağımdaki kız fena halde nezle, mütemadiyen hapşırıyor. Yakındır bana da geçmesi. Eee tabi sen bu havada ayağına çorap, terlik, ayakkabı neyim giymezsen daha çok hasta olursun.
Sızlanmasından da bıktım usandım.
‘Kendimi kötü hissediyorum.’, ‘Galiba ateşim var.’
Hele istekleri hiç bitmiyor! ‘Burnumu siler misin?’, ‘Üşüyorum, hırkamı getirir misin?’ Oldu canım başka! Az ye de hizmetçi tut haspama bak sen.
Ya önümde duran kendini kuzu sanan buzağıya ne demeli? Bal gibi buzağı işte. O koca burun ve kalın sesiyle nasıl kuzu olabilir ki! Tam bir şizofren.
Karşı hazeranın önünde Alaattin’in sevgilisi Yasemin oturuyor. Plastik falan ama iki çift laf edebileceğim yegane kişi diye düşündüm. Nerde! Sabahtan akşama kadar hüngür şakırt Alaattin’in yolunu gözler, vallahi içim şişti. Bir an evvel barışsalar da Alaattin onu uçan halısına bindirip götürse.
Az ötemde koca kafalı bir sıçan var. Aman ne sevimli şeymiş. Daha neler, hayatta en haz etmediğim hayvan. Bir de dikmiş gözlerini bana bakıyor. Hadsiz! Iyy! Bakın bakın nasıl da tüylerim diken diken oldu. İlk geldiğinde -2018’in Aralık sonu- Minnie Maus da burada oturuyordu. Yazdan önce abla onu yanındaki kanepeye taşıdı. Aman ne şımarık şey o! Yerli yersiz gülmeler, birbiri ardına patlattığı kahkahalar. Tabi canım çok yapmacık. Para şöhret şımartmış onu. Peki ne yaptın sen? Mickey’nin kız arkadaşı olmaktan başka vasfın ne?
Kanepeden devam edeyim. Şu bebek şampuanı reklamında oynayan kız da orada oturuyor. Saçlarını tepesinde atkuyruğu ile toplamışlar, önünde klasik kakülü var. Sarı saçlı, mavi gözlü.
Sıradan bir tip. Hele şampuan reklamı için. Halk doydu sarı saçlı çocuğa. Halbuki ben mor saçlarımla çok daha dikkat çekerdim. Hem benim kıvırcığı kendinden, onun gibi maşayla yapılmamış. Ya o yanakları! Lokmalarını yutmamış, ağzında tutmuş çocukların yanakları gibi. Benim yüzüm ablak değil onunki gibi, minyon.
Beterin beteri var, hakikatten. Karşı koltukta durum bizdekinden kat be kat daha vahim. Alt alta üst üste oturuyorlar. Kesin çürük içindedir her yerleri. Ama asıl iki bebek var ki altları bezli; evlerden ırak biri kız biri oğlan. Kaka kokuları burnumun direğini kırıyor, ekseri altları kirli olduğundan gece gündüz dur durak bilmeden ağlayıp zırlamaları da cabası.
Gelelim şeftaliye. Tozpembe kostümü, deniz mavisi gözleri, minnacık yüzüyle ne kadar da tatlı değil mi? Adını aldığı meyve kadar tatlı. Ama yanıltmasın sizi dış görünüşü. Çünkü bir sokak satıcısından alınmış bir bebek o. Bir sokak kızı. Benim gibi “Hand made” bir bebekle nasıl aynı evi paylaşabilir aklım almıyor doğrusu.
En arkada saçı başı dağılmış, tarak yüzü görmemiş, kirden saçının sarısı kararmış, üstü başı dökük, eli yüzü kir pas içinde bir kız bebek var. Buranın en eskisi. Ta Kırgızistan’dan gelmiş yirmi sene önce. Yirmi senedir o koltukta oturuyor.- Abla ona Ayça adını vermiş. On bir sene önce tiyatro kursuna götürmüş onu. Birkaç kez oyununda kullanmış, birkaç defa da gezmeye götürmüş onu kucağında dersi izletmiş. Dışarıya çıkan tek bebek- yirmi senedir su sabun yüzü görmemiş belli. Bitleri bana geçmese bari.
Ablaya bir arzuhal yazıcam. Böyleyken böyle diyecem. Kendime oturmak için ayrı bir yer istiyorum, depresyon hastası oldum.
Panik atak krizi geçirmem de yakındır diyicem. Ayı bey nasıl ayrı bir taburede oturuyor, ipek ayrı bir sandalyede, beni de oturtsun tek. Bebek hakları diye bir şey var diil mi ama?”