Bir Çuval Hüzün
Öykü: İbrahim Uzun
Resim: Nehir Akdoğan
…Sabahın serinliğinde erzak dolu çuvalı sırtına alarak köyünden çıktı. Toprak köy yolundan ilerleyerek şehre giden otobüslerin geçtiği ana yola doğru yürümeye başladı. Sabah geçen otobüsü kaçırırsa akşama kadar beklemesi gerekecekti. Kıvrak adımlarla ayakları tozarak yürüyordu. Kuşların sabah neşesi ruhunu dinlendiriyor, yol boyu ona eşlik ediyordu. Ayağındaki lastiklerin yırtık kısmından ayağına taş doluyor, nasırının sızısı ilerlemesini zorlaştırıyordu. Bir süre ilerledikten sonra değirmenin ilerisindeki söğüt dalının gölgesinde durarak ayağındaki lastiğin içine girmiş taşları çıkarıp biraz soluklandı. Güneşin rengini verdiği uzayıp giden ekin tarlaları, sabahın seheriyle dalgalanıyordu. Fazla oyalanmadan tekrar yola koyuldu. Sırtında çuval değil de torunlarının gülüşlerini taşıyor, onların gözlerindeki ışıltının hayali yaşlı adama güç veriyordu. Yaşından beklenmedik çeviklikle kasketinin gölgesinde oluşan çiğ taneleriyle birlikte otobüsün geçeceği yolun kenarına vardı. Çuval omzunu kızartmış, avuç içleri karıncalanmış, sızlıyordu. Otobüs tozu dumana katarak gelirken elini kaldırdı ve şoförün onu fark ettiğinden emin olana kadar elini indirmedi. Yanaşan otobüsün rüzgârı kasketini uçurmasın diye bir eliyle başını tutarak bekledi ve otobüs tam anlamıyla durmadan arka kapıdan atlayarak otobüse bindi. Şoförün içtiği sigaranın kokusuna sıcakta soluk soluğa kalmış otobüsün motorunun nefesi karışmış, tüm kabine geniz yakan isli bir koku yayılmıştı. Kasabadan tanıdığı ahbabının yanına oturarak soluklandı. Tanıdık biriyle karşılaşmanın gerektirdiği sohbeti yaptıktan sonra yorgunluğun da etkisiyle tozlu camların izin verdiği ölçüde uzaklara daldı. Şehirdeki hastanenin yollarını, hasta torunu için mekik dokuduğu zamanlar hatırına geldi. Bacaklarının arasına aldığı çuvalı istemsizce sıkmaya başlayarak camdan vuran güneşin etkisiyle göz kapakları kurşun gibi ağırlaştı. Yolların bozukluğu ve motorun gürültüsü rahatını bozuyor, uyumasına imkan vermiyordu. Gözlerinin yarı açık halde baygın bakışlarla gözleri dalan yaşlı adamın anıları yol kenarındaki tabelalara çarparak kırılıyor, inciniyordu.
Zaman otobüsün titreyen camlarından akıp geçti ve şoför dolmuş duraklarının orada tüm yolcuları indirdi. Yaşlı adam çuvalını alıp kızının evinden geçen duraktaki dolmuşa bindi. Dolmuşta oturacak yer kalmadığından emin olan şoför, aracı çalıştırarak gitmekle gitmemek arasındaki ağırlıkla hareket etmeye başlayınca yolcular ücretleri sırayla uzatmaya başladı. Radyoda haberler açıktı ve ülkede ekonomik krizden kaynaklı çıkan olaylardan ve yapılan grevlerden bahsediliyordu. Yaşlı adam krizden dolayı damadının bozulan işlerini düşünüyor, yaşadıkları zor duruma hüzünleniyordu. Üç tane çocuk ne yer ne içerdi? Bu dönemde iş bulmak eve yiyecek getirmek öyle güçtü ki… Dolmuş binalar arasından akarken telaş içinde olan kalabalığa bakarak şehrin insanı nasıl bir kısır döngüye soktuğunu, yüzlerin soğuk ve donuk olduğunu düşünerek yorulduğunu hissetti ve torunlarının gülüşünün hayalinde dinlenmeye çalıştı. Cebinde ayırdığı şekerler karıştıran yaşlı adam aylardır görmediği torunlarını nasıl öpüp koklayacağını içinden geçirdikçe yüreğinin kenarlarında kelebek uçmaya niyetleniyordu.
Dolmuştan inip kızının evine doğru yokuşu tırmanmaya başladı. Dizlerindeki dermansızlık kollarına vurmuş, tüm vücudunu sarmaya başlamıştı. Vakit ikindiye yaklaşıyordu. Birbirine sırt sırta duran binaların samimiyetsiz gölgesi yola doğru uzanmaya başlamıştı. Kasketini delen güneşin sıcağı, karnının açlığının da etkisiyle gözlerini karartmıştı. Balkonlar tepesine düşecek gibi oluyor, çuval ellerinden kaymaya başlıyordu. Kızının evinin önüne geldiğinde, ineceği sekiz basamak ayaklarının altında kaymaya başladı. Bir adım daha atsa boşluğa düşecek gibi oldu. Merdivenin korkuluklarından tutunarak dizleri üzerine çöktü.
Taksiden kazandığı üç kuruş para ile iki ekmek biraz bulgur alabilen damadı, çocuklarının ve can yoldaşının yüzünü bugün de güldüremeyeceğinin hüznüyle ağır ağır yürürken evinin önündeki merdivenlerde dizlerinin üzerine çöken ve merdivenlere doğru düşen kayınbabasını fark etti. Bir hışımla koştu ama yetişemedi. Gürültüyü duyan eşi binanın kapısını açtığında donup kalmıştı. Babası kanlar içinde yatıyor, bir çuval erzak merdivenlere yayılmış duruyordu. Kendi rızkından kısıp bir çuval unu, bulguru ve bahçeden topladığı sebzeyi yollar aşıp getiren yaşlı adam, çocuk sevinci hayaliyle bir çuval umutla çıkagelmiş, merdivenlere bir çuval hüzün saçmıştı.