BİR ŞAİR, BİR ŞİİR VE SÖZCÜKLERE YANSIYANLAR
*Sabahattin Yalkın’la bir dem.
Şair, ismi bir anımsatma ile bellendi dudaklarımda. İsminin peşinden koşarken dizelerine yetişemedim.
Şehrin Orta Yeri Sanat! Ve dizelerinden önce bilge bir adamın siması belirir belleklerde. Yüzünde yıllara meydan okuyan, yüzünün her zerresine sinen yaşanmışlıklar. Konuşmaya başladığında öyle yaşanılmaz böyle yaşanılır diyen bir serüvencinin duruşu var. İklim, tabiat size yardım etmezse siz düşünmeye gelemezsiniz, diyor.
Düşünmeye gelmek, diyor, ışıklar kentinden alarak bütün mirasını. Asi Nehri’nin şehrinde, medeniyetlerin beşiği bir kentte sesini bulmuşçasına. Tarih içinde tarihi yaşayan şehirden derinliğine yaşatır sözcükleri.
Antakya, sevmeyi hep sevdiren şehirden kanatlanıyor sesi. Sevmeyi sevdi, şiirlerinde sevmeye durdu, sevmeye dokundu, sevmeyi dokudu. Ve ekliyordu; tabiat sana dokunursa yaşamayı da öğrenirsin.
Yaşamayı sadece şehirden öğrenmedi. Atalarından kalan destanların kahramanlarından öğrendi. Asi Nehri Destanı’na ses veren medeniyetlerin beşiği şehir Antakya’nın kucağında bir yanı, Sarıkamış’ta, bir yanı Çanakkale’de tamamlanan Anadolu’nun özgür ruhundan gelen bir destanın ninnileriyle büyüdü. Dizeleri bu gürül gürül akan ırmaklarda beslendi.
Ve mısralarını dinledim sesinden. Ve o mısralarda kanat gerdim gönlümce ufukların ötesine. Işıkların ülkesi Antakya’nın bilgesi geceyi gündüz yapan adama adanan şiirde kutsandım. Davûd-ul Antakî tarihler ötesinden mısralara düşen kahramanın şiirinde önce gecelerin yıldızdan yıldıza karışan gizine sırlandım.
Ve mısralarla gökler dillendi. Onca yıl onca gök onca güneş derken Antakya’nın sıcağı yaktı benliğimi. Güneşe uzun uzun baktın mı nasıl kör kalırsın, karanlıktasındır. Davûd-ul Antakî de öyle gündüzün karanlığında bıraktı beni.
Ve ekledi dizelerine ve geceyi gündüz yapan adama renkler içinde karanlığı seçtirdi. Mermerin parlaklığı sindi güneşin karanlığında ve güneş batarken defne dallarına vuran yangında Antakya’da kırmızı ağladı ve kırmızı güzeldi. Davûd-ul Antakî mısralarında güzelleşti. Zaten güzeldi ve güzelin ardında bütün renkler ağladı.
Ve sesinde hayat bulan şiirin mısralarında onu tanıdım. Onun zenginliğinde sözcükler dans etti, güneş ülkesinden benim şehrime hayatı dokudu.
Ve son dizesinde söylediği gibi son bir jeneriğe düştü notlar. Körlerin ışık kavgasında nice güneşler var güneşin doğmasına.
Ve şiirlerinde şair nice güneşler doğuracak yedi iklimin güzellikler diyarı şehrime ve de gönlüme…
GECEYİ GÜNDÜZ YAPAN ADAM DAVÛD-UL ANTAKÎ’NİN ANISINA
AKDENİZ delisi bir güneş başakların düşünde
Düşer yedi rengi sabahlara yedi umut içinde
Ve daha nice sabahlar göğün dillenmesine
Yaşamla öpüm arası bir kadının tüm külleri
Ve gecelerin yıldızdan yıldıza karışan gizi
Bir sevimlik kanlaşım bırakır ödemlerde
Yüzünde karanfil allığı dayanılmaz bir çiçek
Değdikçe azar sevdikçe azar çıplandıkça azar
Ve böyle akar ırmağımız dudakların alında
tek gözeli bir göze döner gözlerimizdeki sevda
bir tufandı onca yıl onca gök onca güneş
ve çok zaman geçti aradan sularım çekilmedi daha
onca yıl onca gök onca güneş bana mı sıcağı sıcağında
ve çok kan geçti arada dal uçlarında filiz kırığı
sızlar içimde toprağın en eski kuraklığı
Davûd-ul Antakî anadan doğma kör kentlim
Bir seçmeye seçti renkler içinde karanlığı
Ve karanlık bin renge bedeldi
öldüğünde kırmızı ağladı ve kırmızı güzeldi
öldüğünde gök ağladı ve gök güzeldi
körlerin ışık kavgasında daha nice güneşler var güneşin doğmasına
İsmail Zorb