Bir Sonbahar Yalnızlığı…
Sonbahar rüzgarları esiyor, ruhumda hüzünle karışık bir serinlik. Uzanıyorum çimenlerin üstüne, gökyüzüne takılı kalıyor gözlerim. Hüzün, serinlik ve sonsuzluk arasında kalıyorum. Ağaçların yaprakları savruluyor, üzerime kuru yapraklardan bir örtü seriliyor.
Ruhumun rengi bugün turuncu. Turunçlar gibiyim; aslıma inat en serin yerlerde meyveler veriyorum. Dilimde kekremsi bir ekşilik. Toprağın kokusunu arıyorum hücrelerimde. Neden bu kadar aykırıyım bu topraktan. Bir kuru yaprağın yalnızlığında ruhum savruluyor.
Kalkıyorum, üzerimdeki kuru yaprakları sıyırıyorum bedenimden. Gün yüzü görmemiş tenimdeki çatlaklar ortaya çıkıyor. Her biri bir nişane geçmiş günlerden. Her hayat hikâyesinde vardır böyle nişaneler. Kimi eser geçer nokta nokta iz bırakır, hikâyelerini sen tamamlarsın. Kimi savurur deler geçer, hikâyelerini okumak sana kalır.
Bir mısranın peşinde koşarsın ömrüne denk. Bir mısrada tamamlar seni bu kuru yapraklar. Vivaldi’nin Dört Mevsimi’nde Sonbahar Senfonisi’ni dinlemek düşer bahtına. Müzik başlar, kuru yapraklar bir oraya bir buraya savrulur. Sen de savrulursun diyezlerin eşliğinde tiz çığlıklar atarsın. Yarısında göz yaşı, yarısında kahkahalar tamamlanırsın.
Ağaçlar gibi gökyüzündedir gözlerin, kolların kucaklanmaya hasret dallar gibi bekler. Ağaçlar gibi dimdik beklersin.
Ruhumun rengi bugün turuncu. Sonbahar inat açan sarı çiğdemler gibiyim. Gözyaşlarımı kendime saklıyorum, dilimde hüznün tuzlanmış tadı. Yapraklanıyorum, sonbaharın hazzında yeni uykulara hazırlanıyorum. Ruhumda hüzün, serinlik, sonsuzluk ve de bir dem huzur. Mısramı arıyorum.
Cümlelerden kaçıyorum. Sonu nokta ile bağlanmasın. Bu dünyada yeni cümleler kurmak istemiyorum. Kuru yaprakların yalnızlığında, kulaklarımdan bedenime sonbahar senfonisinin bestesi yayılıyor. Gözlerime gökyüzünün sonsuzluk mavisi çalınıyor.
Yeni kapılar açıyorum. Eşiklerden geçiyorum. Dilimde turuncun bıraktığı kekremsi ekşilik, susuyorum. Bir kadehe terk edilmiş hüzün şaraplarından yudumluyorum. Her yudumda başka eşiklerden geçiyorum. Başımda kuru yapraklardan bir taç, kendi krallığımda mısramı arıyorum.
Bekliyorum, bekliyorum. Sonbahar senfonisiyle ahesteleşiyor kalp vurgunlarım. Çalar saatin tiktakları hızlanıyor, nabzım hız kesiyor. Gözlerimde kesif bir turuncu noktalar birleşiyor, tamamlanıyor.
Kuru yapraklardan bir yastığa yaslamışım başımı susuyorum, sükûtun meyvesini arıyorum.
Turuncu sessizliklerde sen geliyorsun. Nereden geldin, nasıl geldin; bilinmezlikteyim. Bir kitap uzatıyorsun. Sayfaları arasından kuru yapraklar dökülüyor. Sayfalar arasında kurutulmuş bir gül yaprağı avuçlarıma düşüyor. Bir mısraya dönüşüyor.
Ruhumda hüzün yağmurları, ıslanıyorum; yaşlanıyorum. Ve gözler yaşarıyor, gönülde bir gökkuşağı. Kumrular konuyor kuru yaprakların üzerine. Her kumrunun gözlerinde turuncu hüzünler gizleniyor. Ve mısramı buluyorum.
Sonbaharın hüznünde kırmızıya çalıyor gözlerim. Yanıyorum, sevdalar harlıyor gönlüm, yanıyorum. Bir yanımda kuru yapraklar, çınar yaprakları bunlar, her biri bir el büyüklüğünde hikayelerimi sesliyor. Ve mısramla sana geliyorum.
Gözlerinde gelecek yazların sıcaklığı. Isınıyorum, bir alev sıcaklığında kuru yapraklar uzaklaşıyor. Sonbahar senfonisinin son notlarında mısram tamamlanıyor. Turuncu bir deftere kaydediyorum, aşkın kırmızısında bir kalemin eşliğinde..
“Turuncu bir sessizlikte sensizliğin hüznünü yaşadım,
Sen geldin! Turuncu hüzünlerim huzurun sessizliğinde “ben”i buldu.”
İsmail Zorba
Fotoğraf: Yücel Uysal