“Büyük zihinlerden kimler tiksinti duyar?” sorusu üstüne bir deneme…
Ali Ekber Ataş
Sözün incisidir şiir.
Şiirle girelim söze.
“BIÇAĞIN UCUNDAKİ BALERİN
[ Katledilen genç balerin Ceren Özdemir’e]
yüzüm kendime benzemiyor anne
bıçağın ucunda dans ederken balerin
su içer geceden bir ceylan yavrusu
zamanın içinde bir akrep
zehrini kusmaya dolanır
su içişinden dans edişine
deler de geçer yüreği ta… derinden”
***
Ordu’da evinin önünde bir genç kız. Ceren Özdemir. 20 Yaşında. Balerin. Duydu ki, hapishane kaçkını bir katilin bıçak darbeleriyle… Bu şiirle başlayıp, Ceren Özdemir’in katlinin unutulmaması değil, hesabının en ağır şekilde ödetilmesi adına tarihe not düşmek istedim.
“yüzüm kendime benzemiyor anne/bıçağın ucunda dans ederken bedenim/su içer geceden bir ceylan yavrusu/zamanın içinde bir akrep/zehrini kusmaya dolanır/su içişinden dans edişine/deler de geçer yüreği ta… derinden” (Bıçağın Ucunda Balerin. Abdal Darı şiir dosyasından)
“Mutluluk yalnızca bir düştür, acı ise gerçektir.” diyor Voltaire. Doğru. Ne ki, insanın mutluluğu düşlemesi de ayrı bir gerçek değil mi?
Yaşımızın küçük ya da büyük olmasının hiçbir önemi yok. Aklımızın kesmeye başladığı o günlerden, soluğumuzun kesildiği son ana değin, hayallerimiz ve düşlerimizle yaşamıyor muyuz?
Böyle bir gerçekliğimiz de var. Burada şu ayrıma dikkat kesiliyorum: İnsan, hayalleri ve düşleriyle haşır neşirken, yaşamın gerçekliğinden kopabilir, düşlerin pembe bulutları üstünde gezerken hayallerin büyüsüne de kapılabilir. Bütün bunlar, yaşamın gerçekliklerinden koparıp uzaklaştırabilir de insanı.
Kaynağında, Voltaire’nin sözündeki “acı” ve “gerçek” sözcüklerinin yalın anlamlarından çok kavramsal boyutlarıyla ilgileniyorum ben. Çünkü yaşamın içinde var olan, bir öze dönüşerek hayatımızın her anında burun buran geldiğimiz, geleceğimiz bir gerçeklik kazanmışlardır. Çıplak ve görünür olan, somutluğuyla varlığa anlam katan. Ya da anlamsal olarak varlığın hayatımızdaki yerini görmemizi sağlayan. Kişinin zihinsel gelişmişliği bu bağlamda belirleyici olur; varlığı anlama, yorumlama ve çözümleme konusunda.
İnsanı, salt düşsel olanın peşinde koşan, yaşam/insan gerçekliğinden koparan soyutçu, tinsel özellikleriyle sınırlı bir varlık olarak sunmaz bize. Salt sosyal bir varlık, akıl varlığı değil, duyu ve duygu varlığı olduğumuzu da bize kavratan bir sözdür bu.
En azından benim için…
Mutsuzluğun nedeni bilgilenmek midir?..
“Öğrenmekten başka bir mutluluk duyumsamıyorum.” diyor Petrerca.
İnsan yaşadığı kadar bilir. Öğrenip biriktirdikleriyle hazır olur, yapıp ettikleri ve yarattıklarıyla direnir zamanın kaypaklığına Bütün hayatımız yaşadıklarımızın bir toplamı. Bu yaşanmışlık, ne çok şey barındırırsa, insan duyarlığı o derece gelişir. Sorumluluk, bildiklerimiz ve öğrendiklerimizle doğru orantılıdır. Yaşadığımız çevre ve coğrafya, içinde yetiştiğimiz kültür, aile bizi biçimlendirir. Kendimizi benzerlerimizden farklılaştırır. Aldığımız eğitimin niteliği, beslenme biçimleri, bebeklikten oyun çağına değin yaşadıklarımız vb. bizim yaşamla olan ilişkilerimizi, bağımızı belirler. İşin özeti:
İnsan ne kadar az bilirse, mutluluğu da ters oranda artar. Çünkü beklentilerini yaşadığı bu koşular belirler. Bu koşullarla sınırlıdır hayatı. Koşulların sağladığı olanakların azlığı ya da çokluğuna, bunları nasıl ve ne şekilde değerlendirebileceğine de bağlıdır.
Bilmediğimiz yerleri hayal etmez, bilmediğimiz konularla, olaylarla ilgilenmeyiz. (Ya da tam tersi hayal ettiğimiz yerleri gezip görmek, oralardaki hayatı düşünmek, bilmediğimiz olaylarla da şu ya da bu şekilde ilgilenmek isteriz. Doğuştan getirdiğimiz merak duygumuzun bir sonucudur bu.) Bildiklerimizin bize yettiğini düşündüğümüzden, beklentilerimiz de buna göredir. Ne ki, bu durumda kişiyi bekleyen tehlike, insan yaşamını zora sokan olumsuz her duruma uyum sağlaması da çabuk ve kaçınılmaz olur. Kumar, alkolik derecede içkiye tutkunluk, aşırı derecede lükse düşkünlük artar, kalabalıklara karışmaya başlar. En küçük can sıkıntısını giderme yolu olarak da, bu olumsuz alışkanlıklarından birini yaşam biçimine dönüştürebilir. Bu ve benzeri durumların sonunda artan geçici mutluluğunun sonuçlarını düşünmek bile istemem.
Bilgilenmek, çevren (ufuk) genişliği ve derinliği kazandırır kişiye. Görüşte derinlik, alanda ufuk genişliği, boyuna yükseklik ve zaman kavramları kişinin duyarlığını arttırır. Olup bitenler konusunda sorumluluk almaya zorlar, aynı oranda da kişiyi mutsuz eder. Oysa “Mutluluk, yetinmeyi bilenlerindir” sözüyle, Aristotales (Eudemos’a Etik, III. 2), başta kendini ve tüm düşünenleri kastederek, tam da, mutsuzluğun başlıca sebeplerinin başında, kişinin gelişkin duyarlığı, yüksek sorumluluk duygusu olduğunu söyler. Tersinden okuduğumuzda ise, az bilmenin, kişinin sorumluluk duygusunun, düşünce ve duyarlığının az gelişmişliğine özgü olduğunu gösterir bize, Aristotales’in bu sözü.