Psikanaliz genel olarak insan ruhunun bilinçten fazlasını içerdiğini kabul eden ve bu kabul ediş üzerine saptamalarda bulunan bir psikiyatri kuramıdır. Kurucusu ve en güçlü temsilcisi olarak görülen Sigmund Freud 20. yüzyılın başlarından itibaren devrim niteliğinde uygulamalara imza atmıştır. Psikanaliz özü bakımından insanların yaşadığı olumsuzlukları ortadan kaldırmayı amaçlar. Böylece insanları olumsuzluklardan arındırıp, onların toplumsal yaşama uyum sağlamalarına yardımcı olur. Psikanalitik kuramda bireyin irade ve kimlik yapısını güçlendirme, alt benlik ve süper ego arasındaki uyumu sağlama amacı ön plandadır. Gerçekte psikanalitik yaklaşıma göre insan; bilinç, ötelenen ya da gizlenmeye çalışılan öğeleri barındıran bilinçaltı ve toplumsal normlarla biçimlenen üst benlikten oluşur. Sağlıklı kişiler ruhun bu üç katmanı arasındaki dengeyi ayakta tutmaktadırlar.
Psikanaliz genel anlamda bilinçaltındaki yoğunluğun üzerinde durmaktadır. Sözü edilen yoğunluk çeşitli yollarla kişilerin ruhsal yapısını ve günlük hayatını etkilemektedir. Yirminci yüzyılın ilk yarısında biçimlenen bu kuram hayatın birçok alanında uygulanma olanağına sahiptir. “Psikanalitik kuram, Sigmund Freud’un klinikte tedavi gören nevrotik hastalarla yaptığı çalışmalar sonucunda oluşturulmuştur. Kuram, psikoloji literatüründe, Wundtçuların anladığı anlamda bilinçle değil; bilincin altında, derinliklerinde kalan kısımla, yani bilinçaltı olaylarıyla ilgilenmesinden dolayı derinlikler psikolojisi olarak da adlandırılmaktadır (Jones, 2004: 5).
İnsan bilinci ve iradesi psikolojide geniş bir kaynak olarak değerlendirilse de genel anlamda çoğu ruhsal durumu açıklamada yetersiz kalmaktadır. Bununla birlikte bilinçaltı ruhsal işlevlerin temelinde yatan geniş bir alana sahiptir. “Psikanalistlere göre bilinç olaylarını incelemek, ruhsal olayları anlamak için yeterli değildir. Çünkü bilinç olayları, esas ruhsal hayatımızı idare eden bilinçaltı olayların yüzeyinde bulunur. İnsanın ruhsal faaliyetlerinin esasını da bilinçaltı olaylara dayandırmışlardır. Psikoloji de kendisine konu olarak bilinçaltını almalı ve incelemelerine oradan başlamalıdır” (Materson; Tolphin; Sifneos, 2010: 5).
Psikanalizin sanatla olan bağı bilinçaltındaki yoğunluğun sanat aracılığı ile dışavurumunun kabulüne dayanır. Freud sanat, edebiyat ve şiirin taşıdığı bu işlevle önemli oranda ilgilemiştir. “Psikanaliz salt patolojik olayları açıklığa kavuşturmakla kalmayarak, bunların normal ruhsal yaşamla ilişkisini ortaya koymuş, psikiyatri ile ruhsal olayları konu alan pek değişik diğer bilim dallarındaki sezilmedik ilişkilerin varlığını gün ışığına çıkarmıştır. Bunun gibi, bazı tipik düşlerden yola koyularak kimi mitleri ve masalları anlama olanağı sağlanmıştır” (Freud,1993: 416). Sanat eserlerinin anlaşılmasında yardımcı olan psikanaliz, aynı zamanda sanatsal yapıtlardan yola çıkarak sanatçısına yönelik ruhsal çözümlemelerde de bulunmuştur.
Freud sanatçıların gerçeklikten uzak bir ülkenin sakini olduklarını belirtir.. Hayaller ve gerçekler arasındaki geçiş aşamasında acı çekmektedir. Fakat yaşadıkları acı ruhsal bir hastalığa dönüşmekten çok sanat eserlerinin oluşumuna katkıda bulunmaktadır. Sanatçı da, nevrozlu gibi, içgüdülerine doyum sağlayamadığı gerçek dünyadan hayal dünyasına çekilmekte, ancak nevrozluların üstesinden gelemediği bir eylemle sonradan yine gerçeğe dönüp orada yaşamını sürdürebilmektedir. Psikanalizde rüyalar ve rüyaların yorumu oldukça önemsenen bir alandır, sanat eserleri de tıpkı rüyalar gibi alt benliğin dışavurumudur. “Sanatçının yaratıları ve sanat yapıtlarının işlevi, tıpkı düşler gibi, bilinçdışı istekleri hayali doyumlara kavuşturmaktan başka bir şey değildir. Ayrıca sanat yapıtlarıyla düşlerin ortak bir yanı, her ikisinin de uzlaşma ürünü niteliği taşımasıdır. Ancak, toplumdışı (asosyal) ve ben sevisel düş ürünlerinden ayrıldıkları nokta, sanat yapıtlarının başka kişilerin ilgisini hesaba katması, başkalarında da aynı bilinçsiz istekleri diriltip bir doyuma ulaştırabilmesidir. (Freud, 1993: 208)
Didem Madak’ın şiirlerinde bilinçaltı ve bilinçdışı unsurlar önemli yer tutar. Şairin tüm eserlerinde bireysel bilinçaltı ve bilinçdışı aktarımlara ağırlık verir. Onun şiirlerinde iç ve dış çatışmaların izleri geniş yer tutar. Madak, bir şiir öznesi olarak toplumsal yapıyla neredeyse tamamen iletişimsiz durumdadır, yalnızlık ve kuşatılmışlık duygusunu derinden hisseder; inceliklerle yoğrulmuş ruh yapısına bu iç ve dış çatışmalar sebep olmuştur. Didem Madak şiirlerinde ve özel hayatında genellikle depresiftir. Ondaki depresiflik sosyal yaşantısının en az seviyede olmasına neden olmuştur. Didem Madak’ın şiirlerindeki toplumdan kaçış ve insanlara ilişkin güvensizlik teması Çiçekli Şiiriler Yazmak İstiyorum Bayım şiirine de yansımıştır. Bu şiirdeki yönelme yalnızlığa, inzivaya çekilme biçiminde ortaya konur. Madak’ın şiir dünyasında belirgin psikanalitik unsurlardan biri de annesizlik, kendini güvende hissetmeme içgüdüleridir. Bu makalede, Didem Madak’ın Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım şiirini psikanalitik edebiyat kuramının yardımı ile incelemektir.
Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım Şiirinde Bilinçaltı Yoğunluğu
“Hal’in tadına varmak için onu anlamak, onu anlayabilmek için de geçmişi bilmek gerekir.”
Sigmund Freud
Didem Madak’ın Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım şiiri (Madak, 2012: 48) psikanaliz yöntem açısından zengin bir veri kaynağıdır. Şair hemen hemen bütün iyi şairler gibi çok katmanlı bir ruhsal yapıya sahiptir. Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım, Madak’ın ilk kitabı Grapon Kağıtları’ndaki şiirlerdendir. Kitabın kaleme alındığı yıllar 19 yaşında yaptığı yanlış evlilikten dört yıl sonra boşandığı, iki kere üniversiteyi terk ettiği, İzmir Bornova’da bir apartmanın bodrum katında yaşadığı, kız kardeşi Işıl hariç hiç kimseyle görüşmediği, başörtüsü ve pardösü ile kadın kimliğinden kaçmaya çalıştığı yıllara denk geliyor. O yıllarda mistik arayışlar içine de girmiştir. Grapon Kâğıtları 2000’de “İnkılap Kitabevi Şiir Ödülünü” kazanır. Didem Madak ödül töreninde başörtüsünden sıyrılır. Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım şiirinde onlarca karamsar duygu etkin. Üstüne üstlük kendini güvende hissetme duygusunun yoksunluğu, annesiz geçen çocukluğun yarattığı sürekli hüzün hali, dış dünyaya karşı gelişen kuşkulu duruş da cabası. Freud, Madak gibi içedönük kişiler için “İnsan bir kez melankolik olmasın, her olaydan bir hüzün payı çıkarır kendine,” der.(Freud, 1993: 281)
Sanat dünya üzerinde başlı başına saygın bir amaç olmakla birlikte; bireysel acılarla ve varoluşsal kaygılarla baş edebilmede, onların sağaltılmalarında ya da en azından dile getirilmelerinde yetkin bir araçtır. Kabul edilmelidir ki sanatın kendine özgü bir dünyası vardır. Bu dünya olanca büyüsüyle kendi sınırları içerisinde yaşayanlara mutluluk verir. Sanatçılar dış dünyanın sıkıntılarından sanatın güzel atmosferine sığınırlar. Madak duyarlı bir kadının şiirini yazmış, şiirin kıyılarında dinlenmiştir. Freud meseleye şu şekilde yaklaşır: “Sanatın etkisine açık kişiler için, buna, haz kaynağı ve yaşamsal teselli olarak ne kadar değer biçilse azdır. Ama sanatın sağladığı hafif narkoz, yaşamın sıkıntılarından geçici bir uzaklaşmadan fazlasını veremez ve gerçek sefaleti unutturacak kadar güçlü değildir.” (Freud, 2011: 44)
Didem Madak Ahlar Denizi kitabında “Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum/ İnsan kaybolmayı ister mi?/ Ben işte istedim bayım” der (Madak, 2017: 36). Yakın çevresindeki insanların ona yaşattığı acılar; onda etrafını kuşatan çemberi kırma, onlardan uzaklaşma isteğine dönüşmüştür. Şair öylesine kederlidir ki saklanmak hatta görünmez olmak ister. Tanıdığı herkesten uzaklaşır. Annesi öldüğünde yaşadığı acıyı “Annem öldüğünde ay dede içimde / Yüzlük bir ampul gibi parçalandı. ”diye tarif etmeye çalışır ( Madak, 2017: 67).
Didem Madak alıngan ve gereksiz hassasiyet sahibi değilse de ince bir kadın. İnce olduğu için sık sık kırılması olağan bir durum. Fakat aynı zamanda kırıldıkça güçlenmiş, başka bir yerden başka bir başlangıca imza atmış. Babasına karşı geliştirdiği -biz okurların da hak verdiği- uzak durma alışkanlığı ondaki aykırı çizginin ilk adımı. Bütün fotoğraflardan çıkardığı babası için başka bir şiirinde “Geçmişini mi yok ettin kızım diye soran / Bir babadan kurtuluşumu kutluyorum/ Babama söyle, O gelmesin maviş anne” der (Madak, 2012: 21).Babası ve üvey annesi yüzünden acılarla geçen ergenlik yıllarından sonra mutsuz olduğu evden kaçmak için gerçekleştirdiği evlilik ve ayrıntılarını bilmediğimiz bir başka kalp kırgınlığıdır.
Mutluluk isteği hepimizin içinde var olan son derece masum bir istektir, elbette kendimize ve başkalarına zarar vermediği sürece. Freud, “İnsanlar mutluluğun peşindedir, mutlu olmak ve öyle kalmak isterler. Bu çabanın iki yönü,bir olumlu bir de olumsuz hedefi vardır. Bir yandan acı ve keyifsizliğin yokluğunu, öte yandan da yoğun haz duygulan yaşamayı ister. Dar anlamda‘ mutluluk’ yalnızca ikincisiyle ilişkilidir. İnsanların eylemleri de, hedeflerin böyle ikiye ayrılmasına denk düşecek şekilde bu hedeflerden-esas olarak ya dayalnızca- hangisine ulaşmayı amaçladıklarına bağlı olarak, iki yöne doğru gelişir,” der. (Freud, 2011: 39) Madak her türlü olumsuzluğa rağmen mutluluğa ilişkin umudunu yitirmemiştir. Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım şiirinde çocukluk ve kız kardeşi Işıl’a yönelik sevgi, geçmiş zamana yönelik anımsamalar, anne kaybından kaynaklanan yoksunluk duygusu, babaya duyulan olumsuz hisler, kuşatılmışlık ve içe kapanma hali, kadınsal duyarlılık dikkat çeken ana unsurlardır.
Çocukluk
Çocukluk teması ve çocukluğa ilişkin anımsamalar Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım şiirinde önemli yer tutmaktadır. Şiir, seksen kuşağının sevdiği kahramanlardan biri olan Pippi Uzun Çorap’ın bir sözüyle başlıyor. Pippi Uzun Çorap; turuncu saçlı, sürekli düşler kuran, tuhaf görünüşlü bir kızdır. “Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım” şiirinde ilk söz ona ait: “Zenciler prensesi olacağım, hayat işte asıl o zaman başlayacak” (Madak,2012: 48).Didem Madak mutluluğu çocukluğunda yitirenlerden. Sevdiği adamın çocukluk anılarına zarar vermesinden korkar. Onun için çocukluk salt mutluluğun olduğu tek zaman dilimidir. Şiirde “Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız” diye kaygısını dile getirir.
Freud, ilk çocukluk yıllarına ait tecrübelerin önemine vurgu yapar. Çocukluğun bireylerin kişiliğinde ve duygusal yapısında önemli rol oynadığı görüşündedir. Ruhsal geçmişi ve çocukluğu bir şehrin geçmişine benzetir. “Geçmiş olan her şeyin korunduğu varsayımı, ancak ruhsal organın sağlam kalması, dokusunun travma ya da yangı görmemiş olması şartıyla geçerlidir. Ama bu hastalık nedenlerine eş sayılabilecek yıkıcı etkiler, Roma’nınkinden daha az fırtınalı bir geçmişi de olsa, Londra gibi neredeyse hiçbir düşman saldırısı görmemiş de olsa, hiçbir şehrin tarihinden eksik olmamıştır. Bir şehrin en barışçı gelişimi bile yıkımları ve var olan yapıların yerine yenilerinin konmasını içerir; bu yüzden de ruhsal organizmayla şehri karşılaştırmak daha en baştan uygun olmayan bir seçimdir,” der (Freud, 2011: 33).
Didem Madak’ın çocukluğu annesinin ölümü ile son derece ağır bir darbe almıştır. Bu nedenle şiirlerinde dönüp dolaşıp çocukluğuna ilişkin acı tatlı duyguları anımsar. “Çocukluğumuz mor bir zambağa /Hani her çocuk zaman zaman / Kendini mor bir zambağın içinde düşler ya/ Sonra iki çocuk birbirine gülümser, sonra / Zambağın içine bir çiy tanesi düşer” (Madak, 2017:13).
Oysa büyümüştür, hem de sayısız acıdan geçerek. Âşık olmuştur, sevdiği erkeğe kalpten bağlanmıştır. Bir başka şiirinde de çocukluğundan kurtulamadığını söyler. Onda çocukluk her an geriye ket vurulan sihirli ve yitirilmiş bir ülke gibidir. Kendisini teneffüste cezaya bırakılan bir çocuk kadar kederli hisseder. Bu ifade aynı zamanda yaşadığı mutsuzluklardan ötürü suçlu bulduğunu imler: “23 Nisan’da takılan simli ve tül kanatlarım/ Kurtulamadım, üstümde kaldı. / Ben sevgilim… /Bir çocuk bayramı gibi yaşamak isterdim her aşkı/ Cezaya kaldım” (Madak, 2017: 58).
Annesizlikten Kaynaklanan Yoksunluk ve Babaya Duyulan Hınç
Jung’a göre, gerçek anneye ya da anne figürüne olan bağlılık, annelik kavramına olan bağlılıktır. Anne tipinin olumlu ve olumsuz yönleri bir arada bulunmaktadır. Olumlu yönünde bilgelik, ruhsal yücelik, bakıp büyüten olma gibi özellikler vardır. Olumsuz yönünde ise; gizli saklı olan, korku uyandıran ve zehirleyen özellikler bulunmaktadır. Anneye olan bağlılık kız ve erkek çocuklarda farklı şekillerde ortaya çıkar. Çocuğunu serbest bırakmayarak himayesinde tutan bir anne, anneliğin olumsuz yönünü temsil eder. Olumlu yönü temsil eden bir anne ise, çocuğunu serbest bırakarak gelişmesine yardımcı olur. “Kızlarda anne, dişi içgüdülerin aşırı güçlenmesi ya da yok olana kadar zayıflaması şeklinde ortaya çıkar. İçgüdüler güçlendiğinde kız kendi kişiliğinin bilincinde olmaz, zayıflaması sonucunda ise içgüdüler anneye yansıtılır”(Jung,2012: 22-25).
Didem Madak annesini çok erken yaşta kaybetmiştir. Oysa anneler, kız çocukların üzerlerinde onları koruyan birer gölgedir. Madak için anne daima güzel anımsanan ince, anlayışlı ve iyi bir kadındır. Onun ölümü şairde bir kaybolmuşluk ve sahipsizlik duygusu oluşturmuştur. Sevgiyle anılan fakat öldüğü için kızına yol göstericilik yapamayan bir anne figürü ile karşı karşıyadır. Konuya ilişkin olarak şunları söyler: “Kız çocukla hayat arasında anne, bir tampon vazifesi görür, diye düşünüyorum. Yani anne, kıza hayatı süzerek getirir ve ona kültürel kodları verir. Ve kız hayata bu şekilde hazırlanmış olarak girer, diye düşünüyorum. Bende öyle bir şey olmadı. Çünkü annemi çok küçük yaşta kaybettim ve tek başıma ve kendimce bir perspektif oluşturarak hayata bakmaya başladığımı düşünüyorum. Hayata farklı bakmanın, farklı hissetmenin, insanın içeriden, içerideki gözleriyle görmesinin yazmayı getirdiğini düşünüyorum” (Madak, 2015: 55).
Madak’ta annesine dair hayranlık, sevgi ve bağlılık duyguları yoğundur. Onun için annesi hem sevilen hem de benzemeye çalışılan bir kişi olma özelliği taşır. Psikanalizde kız çocuğun annesine yönelik duyguları önemsenen ve üzerinde önemli oranda durulan bir noktadır. Jung, kızın anne kompleksini anlatırken dişiliğin aşırı derecede gelişmesinden söz eder. Özellikle de annelik içgüdüsü kuvvetlenir ve kendi kişiliği ikincil durumda kalır. Madak’ta annelik duygusu kız kardeşi Işıl’a karşı küçük yaşlardan itibaren gelişir. Jung’a göre kızın babaya yönelmesi annenin kıskanılması ve ondan üstün olma isteği biçiminde su yüzüne çıkar. Madak’ta babaya yönelim hiçbir zaman gelişmemiştir. Bunda babanın karakteri ve sonrasında da araya giren üvey anne motifi etkin olmuştur. Ayrıca kız çocuklarında anneyle özdeşleşme durumu da söz konusudur ki şair çocukluğundan beri bu duyguyu üst seviyede yaşamaktadır. “Kız, kendi kişiliğini anneye yansıtır ve dişilik özellikleri felce uğrar. Bu kadınlara anneliği, sorumluluğu ve kişisel bağlılığı anımsatan her şey onlarda aşağılık kompleksine neden olur. Kompleksle karşılaştıklarında kaçıp sığındıkları yer yine annedir. Annenin üstünlüğüne karşı direnme yani anneye karşı direnç de gelişebilir. Bu tip olumsuz anne kompleksine örnektir. Annesi gibi olmak istemeyen kız, bir yandan özdeşleşmeye varmayan bir hayranlık bir yandan da anneyi kıskançlıkla reddetmekten ibaret olan Eros’un aşırı gelişimi içerisindedir. Bu nedenle, tüm içgüdüleriyle anneyi reddeder fakat kendine ait bir yaşam tarzı kuramaz” (Jung, 2012: 26-30).
“Dünyaya bile bir dünya anne lazım!” (2012: 20) diyen Didem Madak her yönüyle hayran olduğu annesini kaybettiğinde kendisine özgü keder yüklü tepkiler vermiştir. Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım şiirinde annesinin ölümünden duyduğu acıyı “On dört yaşındaydı ruhum bayım/ Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı. / Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz/Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri…” biçiminde dile getirir. Onun için artık bütün üzgün oluşlarının adı annedir.(Madak,2017: 19) Annesinin yerini alan üvey anne eğer iyi biri olsaydı belki de böylesine yaralanmazdı: “Ardımda kırık bir ayna / Üvey anneleri hayatımın”( Madak, 2017: 57).
“Yaşayanların her birinin içsel nedenlerle öldüğünü, inorganik yaşama döndüğünü kabul edersek şunu söyleyebiliriz: tüm yaşamın hedefi ölümdür” (Freud, 2001: 48). Psikanaliz kuram ölüme böylesine gerçekçi bir gözle bakarken Madak’ın dünyasında ölüm başlı başına bir acı kaynağıdır. Anne hüzündür şair için. Hem de kısacık bir ömrü neredeyse tamamıyla kapsayan bir hüzün: “Hüzün neydi sanki o zaman /Artık kullanılmayan dikiş makinesi annemden kalma” der ( Madak, 2017: 57). Geride kalan eşyalarla artan bir kederdir yaşadığı. Kızına annesinin adını verir, Füsun!
“Füsun’un yeşil ela gözleri var
Ve pembe plastik fincanı ile kahve getirişi var
Ve bana anne deyişi var
Benim pembe fincandan pembe kahve içişim var
Bu kahveleri seviyorum ahbap
İçimi pembe bulutlar kaplıyor
Şekerli ve tatlı bir biçimde havalanıyorum” (Madak, 2015: 111 ).
Annesi onu doğurmuştur, kendisi de annesini. Kızı Füsun’da bir insanın nasıl büyüdüğünü görür. Ve hayatta kalmak için şiirler yazar. “İçimde durmadan bölünen şiirler / Birlikte yok olacağımız şiirler / Birlikte unutulacağımız şiirler / Hiç borcu olmamış şiirler/ Ve bu yüzden çok acıyan şiirler (Madak, 2015: 113). Şiirlerindeki acını kaynağını annesinde yoksun büyümesine bağlar.
Bir genç kız henüz olgunlaşmadan neden bir evlilik yapar ki? Bu evlilik üvey annesinden ve özellikle annesinin anılarına saygı göstermeyen babasından kaçıştır. Hayatının dönüm noktasıdır. Madak’ın içsel yapısında baba; sevgisizliğin, ilgisizliğin ve mutsuzluğun simgesi olmuştur. “Mavi kareli gömleğiyle hatırladıkça babamı/ Kırpıp kırpıp fotoğrafları, döküyorum başımdan aşağı/ Sanırım ben assolist olmuşum maviş anne / Şimdi mutluyum/ Geçmişini yok mu ettin kızım diye soran/ Bir babadan kurtuluşumu kutluyorum/ Babama söyle, o gelmesin maviş anne” (Madak, 2012: 21).
Freud en eski dinlerdeki totemler ve tanrılarla baba arasında ilgi kurar. “Dinlerin oluşumu baba kompleksi zemini üzerine getirilip yerleştiriliyor ve bu komplekse egemen ikili duygu ilkesi üzerine oturtuluyordu. Totem artık baba yerini tutmaktan çıkınca da, o kendisinden korkulan ve nefret edilen, o tapınılan ve kıskanılan ilk baba bizzat Tanrı modeline dönüşmüştü.” der (Freud, 1993: 216).Didem Madak annesini kaybettikten sonra babasına karşı olumlu duygularını da kaybetmiştir.
Çaresizlik, Kuşatılmışlık Duygusu ve
İnziva
Şiirin yazılma nedeni Madak’ta gözlemlenen en güçlü duygulardan olan çaresizlik ve kuşatılmışlık duygularıdır. Onlarca neden bir araya gelmiş, şairi münzevi bir hayata mahkûm etmiş gibidir. “Karanlıkta oturuyorum, ışıkları yakmıyorum” diyen bir kadın acılarla, düş kırıklıkları ve kalp kırgınlıklarıyla dolu dış dünyadan yapayalnız yaşadığı evine ve kendi içine dönmüştür. Belli ki genellikle uyku halindedir. Çalar saat zembereği boşalana dek çalsa da uyanıp sosyal hayata karışamamaktadır. Geçmişine ait kötümser anıları karanlıkla birlikte üzerine hücum eder. Acı veren bir sevişme belleğine takılır, bu anımsayış “bir bıçağın gereksiz yere parlaması”na eştir. Gerçekte sevişmelerin acı değil, mutluluk vermesi gerekir oysa. Sözünü ettiği olay bedenine de kalbine de zarar vermiş olabilir. Bir kadın olarak özel bir anısını dizelerine taşıması atılımcı bir davranış. Böylece içinde yaşadığı toplumun genel geçer algılarına ve tabularına karşı bir duruş sergilemiş olmaktadır.
İnzivaya çekilme Didem Madak’ta rutubetli bir bodrum katına taşınmak ve orada üç yıl yapayalnız yaşamak biçiminde kendisini göstermiştir. Freud, diğer insanlardan kendini uzak tutma tercihini, insan ilişkilerinden doğabilecek acılara karşı ilk akla gelen korunma yöntemi olarak değerlendirir. Ona göre, insanlardan uzaklaşarak erişilebilecek mutluluk, huzurun verdiği mutluluktur. Madak kendisini korku duyulan dış dünyaya karşı savunmak için yalnız kalmak istemiştir. Konuya ilişkin olarak Freud şöyle der: “Dış dünyadan kendimizi korumak için bir tür yüz çevirmeden başka hiçbir çaremiz yoktur. Tabii ki daha iyi başka bir yol daha vardır: insan topluluğunun bir üyesi olarak, bilim önderliğindeki tekniğin yardımıyla doğaya karşı saldırıya geçmek ve onu insan iradesine tabi kılmak. Bu durumda herkesle birlikte herkesin mutluluğu için çalışılır. Ama acıdan korunmanın en ilginç yöntemleri ,kendi organizmamızı etkilemeye uğraşanlardır. Sonuçta her acı sadece bir duyumdur, onu hissettiğimiz sürece var olur; bu hissediş de organizmamızdaki belli donanımlar sayesinde gerçekleşir” (Freud, 2011: 41). Didem Madak’ta da acı inzivaya, inziva yalnızlıktan duyulan huzur duygusuna dönüşmüştür.
Çiçekli Şiiriler Yazmak İstiyorum Bayım şiirinde Madak “Ben bir bodrum kat kızıyım bayım / Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum ”Şair rutubet kokan bir bodrum katında geçen, ekonomik ve ruhsal açıdan sayısız sıkıntı ile yoğrulmuş yıllar yaşamaktadır. Grafon Kâğıtları ona yalnızlıktan başka imparator tanımayan bodrum katının hediyesidir. Birlikte olduğu ya da olmayı düşlediği kadından çok şeyler bekleyen, büyük sözler eden adama içinde bulunduğu durumu özetliyor. Şair, kendisini “Yıllardır kendini bulutlarda saklayan / İllegal bir yağmurum.” diye tanıtır. Diğer kadınlardan farklıdır, içinde yaşadığı toplumun toplumsal normlarına göre yasadışı düşünen bir kadındır. Yağmayı ironik bir biçimde tehlikeli bulur, çünkü böylesi bir yağmur çevresindekilerce köleleştirilmiş birçok kadın için uyanış ya da aydınlanma anlamına gelecektir. Didem Madak şiirleriyle gerçekten de yağmıştır. Sadece üç şiir kitabı olmasına ve genç yaşta ölmesine rağmen Türkiye’de kadının özgürleşmesine yönelik parıltılı örnekler göstermiştir.
Ev ve aile özellikle çocuklar ve ergenler için dış dünyanın açmazlarına karşı bir liman görevi üstlenmelidir. Eğer çocuk ya da genç kendisini evinde huzurlu ve oraya ait hissetmiyorsa sonraki hayatını da etkileyen büyük sorunlar yaşar. Henüz yaşama karşı yeterince güçlenmediği için de genellikle bu sorunlarla baş edemez. Tüm evden kopuşların temelinde bireyi boğan evdeki olumsuz etkenler yatmaktadır. “Aile üyelerinin birlikteliği ne denli sıkı ise, kendilerini diğerlerinden ayırma eğilimleri de o denli güçlü, daha geniş bir yaşam çevresine girmeleri o denli zor olacaktır. Soyoluş açısından daha eski, çocuklukta tek başına hâkim olan birlikte yaşama tarzı, sonradan dinilmiş kültürel tarz tarafından yerinden edilmeye karşı direnir. Aileden ayrılma her genç için, çözümü toplum tarafından ergenlik ve erinlik ayinleri ile desteklenen bir sorun haline gelir. Bunların her ruhsal, hatta aslına bakılacak olursa organik gelişimin beraberinde getirdiği zorluklar olduğu düşünülebilir” (Freud, 2011: 68). Bu cümleler Madak’ta görülen evden uzaklaşma, yalnız kalma isteğinin ruhsal nedenlerini açıklar tarzdadır.
Didem Madak, bir başka şiirinde “Rutubetten akmayan tuzluklardan farkımız yoktu / Biraz pirinç atmak lazımdı bana” diyor (Madak, 2015: 26). İçinde gezinen salyangozun tırnaklarını hissetmektedir. Yaşadığı bodrum katın rutubeti üstüne başına hatta söylediği sözlere ve yazdığı dizelere bile yansımaktadır. Hem şikâyetçidir içinde bulunduğu durumdan hem de memnun. O kendi küllerinden doğan efsanevi bir kuştur artık. Yazdığı her dizede yanmanın acısından ve yeniden doğmanın neşesinden izler vardır.
Acılarla baş etme mücadelemiz evrensel bir boyuta sahiptir. Değişik kültürlerde farklı yansımaları olsa da ana çekirdek dünyanın her yerinde ortak özellikler sergiler. Freud, “Sorun şurada ki, acıya karşı en korunmasız olduğumuz zaman, sevdiğimiz zamandır; en çaresiz olduğumuz zaman ise, sevdiğimiz nesneyi ya da onun sevgisini yitirdiğimiz zamandır. Ama sevginin mutluluğa ulaşma aracı olarak taşıdığı değer üzerine kurulu yaşam tekniğini bir kenara bırakamayız.” der.(Freud, 2011: s. 46) Şair Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım şiirinde “Kaçmaya çalıştım / Olmadı / Bu nedenle çiçekli şiirler yazmayı / ruhum açısından faydalı buluyorum / Neyse işte / Ben her filmi hatırlarım / Sinemaların hiç bitmeyen gecesine / sığındığım çok oldu” der (Madak, 2012: 48).Kaçmak bazen kaçıp kurtulduğumuzu sandığımız anlarda bile imkân dâhilinde değildir.
Erkeklerle İlgili Endişeleri
Madak “bayım” diye kime seslenmekte? 1990’lı yılların ortalarında ya da sonlarına doğru tanıştığı, zaman zaman eski düş kırıklıklarını anımsatan öfkeli ve siyasal duruş sahibi bir adam. “Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım” diyor ona. Eleştiriyor ya da salık vermiyor değil “kızıyorsunuz” ifadesini kullanıyor. Bu ifade öfke belirtisidir. Madak bir kadın olarak karşısındaki adamın öfkelenmesine içerliyor. Belki de bu yüzden kendisi için “siz”dir o adam, hem yakın hem de uzak. Bayım seslenişi yaklaşmak isteyip de buna cesaret edememek anlamını da çağrıştırıyor.
Karşısındaki adam, çiçekli şiirler yazmasına kızıyor, belki de kırıcı tepkiler veriyor. Bu tepkilerin nedeni politik ve bireysel şiirlere karşı duruş sergilemesi olsa gerek. Madak’tan toplumcu gerçekçi şiirler bekliyordur. Şairin açıklaması şöyle: “Bilmiyorsunuz darmadağın gövdemi / Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum.” Kişisel acılar çoğu kez sanatta da bireysel duruşa neden olur. Bu binlerce yıllık bir gerçek, deneyimlerle pekiştirilmiş. Ayrıca Didem Madak seksen kuşağı içine dâhil edilebilecek bir şairdir. Seksen kuşağı önemli oranda apolitiktir.
Sevdiği kadından kendi politik duruşuna tabii olmasını bekleyen erkek örneğine her türlü görüşte rastlama olanağımız var. Dindar bir adamın eşini, sevgilisini ya da nişanlısını kapanmaya, namaz kılmaya, muhafazakâr davranmaya duygusal olarak zorlamasıyla sosyalist bir adamın karşısındaki kadını ideolojik açıdan etkilemeye çalışması birbirlerine benzerler. Ülkemizde -dünyada da böyledir kuşkusuz- sayısız kadın sevdiği erkeğin dünya görüşüne ister istemez yaklaşma zorunluluğu hissetmiştir. Madak’taki “çiçekli şiirler yazma isteği” işte bu duruşa bir başkaldırı niteliğindedir.
“Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum /Fakat korkuyorum. Birazdan da/Kırk üç numara ayakkabılarınızla /Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız/ Bu iyi olmaz bayım” (Madak, 2012: 48)!Bu dizeler oldukça önemli bir durum saptamasında bulunuyorlar. Plastik vazolar gibi hiç kırılmamak, kırılmaya neden olacak birçok etkenle karşı karşıya kaldığı halde artık kırılamamanın verdiği üzüntüyü yansıtıyor. Bir yandan da hem çok yakın bulduğu -ki yaralarını gösteriyor ona, insan yaralarını herkese göstermez- hem de yaklaşmaya çekindiği adama kocaman ayaklarını anımsatıyor. Eğer dikkatli davranmazsa kalp bahçesindeki çocukları incitebileceği konusunda onu uyarıyor. Madak’ın dizelerinde erkek kaba sabalığına karşı direniş hissediliyor. Onları tekin bulmama duygusu ön planda. Ülkemizdeki kadına yönelik şiddette de saldırganlar genellikle mağdur kadınların en yakınlarındakiler. Sözde çok sevenleri…
Bir kız çocuğu kadar masum ve umutlu yaralarını göstermeye devam ediyor. “On dört yaşındaydı ruhum bayım / Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı.” Babası özel yaşama alanlarına üvey anneyi getirdiğinde Madak on dört yaşındaydı. Annesinin yerini alan kadın iyi birisi olsaydı belki de evleri ona ve kardeşine dar gelmeyecekti. Ergenlikte yaşanan böylesi yaralanmalar uzuv kaybına benzer bir etki yaratmaktadır. Madak o dönemden itibaren hareket etme yeteneğini yitirmiş gibidir. Çevresindekiler çocuk ruhundaki kalıcı arazı gidermek için türlü çareler arasalar da bunların tümü protezle bulunan çözümler kadar acizdir. “Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz / Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri./Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar.” Erkeklerin kadın bedenine ve kadın ruhuna bakışı çoğu kez cinsel kimliğinden öteye gitmiyor, gidemiyor. Bedensel olarak takma bacağa gereksinimi olmasa bile ruhu örselenen genç bir kız erkeklerin takındıkları tavırlardan da yaralanır. “O ara içimde çiçeklerden oluşmuş / bir silahsız kuvvet ablukaya alındı / Sinemalarda da “orgazm gıcırtıları” oynuyordu. / Kaçmaya çalıştım. Olmadı. / Bu nedenle çiçekli şiirler yazmayı /ruhum açısından faydalı buluyorum” (Madak, 2012: 48). Çiçekli şiirler yazmak; onlarca yönden abluka altına alınmış, duygusal güçleri git gide hırpalanmış bir genç kızın yetişkin haline iyi gelecektir kuşkusuz. Karşılaşılan anne kaybı ve eve gelen yabancı kadın, onunla birlikte yabancılaşan bir baba, kendisini korumakla sorumlu hissettiği bir kız kardeş ve bunlar yetmiyormuş gibi aniden üzerine çöken cinsel baskılar…Kadın kimliğinden kaçınma zorunluluğu yansıyor alıntıladığımız dizelere.
Kadınsal Duyarlılıklar
Madak duyarlık sahibi bir şairdir. Ondaki duyarlıklar kadınca özellikler taşımaktadır. “İnsan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu? /Hem sonra ben hatırlamaya alışkınım./Bir “eşya toplayıcısıyım” bayım” Unutmak çoğu kez merhemdir fakat herkes unutmayı başaramaz, belki de tercih etmez. Madak çıkrık metaforuyla çocukluk ve ergenlikte alınan yaraların kalıcılığını imliyor. Sanatçı yanı, şiire eğilimli ruhu onu bir eşya toplayıcısı haline getirmiştir. Büyük kayıplar yaşayan çoğu kişi, elinde kalan sevdiklerini yitirme korkusuyla eşya saklamaya, toplayıcılığa başlayabilir. Herhangi bir eşyayı atmak onlar için sevilen kişilerden sonsuza dek ayrılmak kadar zordur. Hem bir araz hem de tedavi aracı olan unutmaya ilişkin olarak Freud şunları söyler: “Unutmanın bellek izinde bir silinme yani bir yıkım olduğunu varsaymak gibi bir yanlıştan kurtulalı beri, ruhsal yaşamda bir kez kurulmuş bir şeyin yıkılmayacağı, her şeyin bir şekilde korunduğu ve uygun şartlar altında, örneğin uzun erimli bir gerileme sayesinde tekrar ortaya çıkarılabileceği şeklindeki karşıt varsayıma eğilim gösteriyoruz” (Freud, 2011: 31).
“Gün akşam oldu” diyorum. “Ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara, Cam kırıkları yiyorlar.” İçindeki kuşları beslemeye çalışan Madak onların önlerine ekmek kırıkları atarken yaralanmalarını görüp üzülüyor. Bazen beslemek isterken yaralayıcı olabiliyoruz ne yazık ki… Şairin iç dünyası karmakarışık, bu rüyalarına da yansıyor: “ Rüyamda bir kase dolusu suyun içinde /Rengarenk yap-boz parçacıkları …” Rüyasını anlatmak istiyor fakat karşısındaki onu dinlemiyor. Kadınlar rüyalarını anlatırlar özellikle de sevdikleri adama. Madak’ın sevdiği adam belki de bunu hak etmiyor. Kendisine rüyalarını anlatan bir kadını dinlememek büyük kabalık, hatta kayıp. Rüyalarını dinlese onu daha iyi anlar oysa. Belki de bunun için sabahı bekle, diyor. “Hayır, sanırım sabahı bekleyemem/Bilmiyorum / İnsanlar rüyalarını acilen anlatmalı.” Madak rüyasında ne gördü, tam olarak bilmiyoruz fakat bu rüyayı anlatıp içindeki duyguları biriyle paylaşmak istiyor. Rüyalarımız hakkında başkalarının söyledikleri bizi rüyalarımız kadar derinden etkilemektedir. “Rüya, insanın zihinsel ve bedensel özellikleriyle ilgili bir konu veya olgudur,” diyen Freud, rüyaların oluşum sürecinde ruhun etkisinin olmadığını düşünmektedir (Freud, 1996: 215).
Psikanaliz kuramda rüyaların ve rüya yorumlarının önemi çok büyüktür. Freud, rüyaların başka bir dünyadan gelmediğini, aksine kendisini başka bir dünyaya götürdüğünü varsayar. Gizil düşünce ve duygular rüya olarak kendilerini su yüzeyine çıkarırlar. Gelecekten haber vermelerine yönelik varsayımlar bile dış dünyada dikkat çeken ipuçlarının rüyalarda birleştirilmeleri ve geleceğe yönelik öngörülerin oluşumuna yol açar. Freud rüyaların yorumlanmasının önemine ilişkin olarak şunları söyler: “Gizli rüyanın açık rüya haline dönüşmesini sağlayan sürece rüya faaliyeti (dreamwork) denir. Açık olan rüyadan gizli olan düşünceye doğru yol almak isteyen süreç de bizim yorumlama sürecimizdir. Bu bakımdan yorumlamanın amacı, rüya faaliyetini bir anlamda bozup yıkmaktır. İsteklerin gerçekleşmesi amacını güttüğü derhal anlaşılabilecek olan çocuksu rüyalarda bile bir ölçüye kadar rüya faaliyeti görülebilir. Çünkü buralarda da istek bir gerçeğe ve düşünceler de genellikle görsel imgeler haline dönüştürülmüştür. Burada yoruma gerek yoktur, sadece bu değişiklikleri adım adım izlememiz yeterlidir” (Freud, 1978: 180).
“Büyük gemiler de yok artık / Büyük yelkenler de/ Büyük kâğıtlar yakmak istiyor şimdi canım” (Madak, 2012: 48). Gemiler ve yelkenler güvenilir yolculuğun, keyfi yerinde bir ruhun simgeleri. Hayat fırtınalarla dolu bir denize benzetilecek olursa bu denizdeki yolculuk sağlam ve büyük gemileri, maharetli yelkenleri gerektirir. Annesinin ölümü, hatta ondan önce acımasız ve saldırgan bir siyasi darbenin yarattığı ürküntü Madak’ın her türlü fırtınaya dayanıklı gemilerini ortadan kaldırmış, yerine kâğıttan gemiler bırakmıştır. Kâğıttan gemilerde yolculuk türlü kuruntudan başka bir şey değildir. Öyle sıkkındır ki canı, büyük kâğıtları yakıp olduğu yerde kalmayı, hiçbir yere kımıldamamayı ister.
Bayım diye seslendiği adamla aralarında sık sık aşkın adı geçiyor olmalı. Oysa aşk çoğunlukla yalnızca şairlerin inandıkları bir ütopyadan başka bir şey değildir. Gerçek hayatta yaşanan duygular bu ütopyanın cılız yansımalarıdır. Sıradan insanlar bu kırıntılarla mutlu olabilseler de şairler bunu başaramazlar. Madak kendisini sık sık ortadan kaybolan bir karabatağa benzetiyor. Yeniden ortaya çıktığında dünya adlı balığı tutsa, onun anlamlandırılmasına ilişkin elinde birçok ipucu olsa da sahip olduğu av ölümün farkındalığından başka bir şey değildir. Ve bu elde ediş ona kalırsa, büyük bir kazanım kabul edilemez. Ölümün farkındalığına varanlar için dünya, çocukluklarında oynadıkları bilyeler kadar renkli fakat küçücük bir oyuncaktan ibarettir: “İşte az önce karabatak daldı suya / Bir süredir de kayıp / Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya / Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım” (Madak, 2012: 48).
Birçok kadın tatlıdır. Birlikte olduğu kişiye güzel anılar yaşatır. Düzenli bir ev, süslü püslü elbiseler, sürekli gülen bir yüz, işve, eda, naz ve daha neler. Erkekler için onlar ideal sevgili, maharetli eştirler… Fakat Didem Madak öylesi kadınlardan değil. Kendisini sıkıcı ve acımsı tatta bulur, “Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum” der. Sonra da “Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen / Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz” (Madak, 2012: 48)? diye sorar. Pahalı takılarla, ışıltılı ve çekici giysilerle dolaşan kadınlar için yoksul bir aşkın hiçbir albenisi yoktur. Onlara eğilimli erkekler için de.
“Bir gül bir güle derdi ki görse… / Yalan söylüyorum / Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım” (Madak, 2012: 48). Gülümseyen bir kadın değil Madak. Karşısındakini ısrarla uyarıyor. O suskun ve kederli bir güldür; bedene, güzelliğe ve kadınlığa düşkün bir erkek için hiç de çekici değildir. Karamsar gibi duran son dizeler, aslında birer sorguya çekiş. Hem de aşkın anlamını, acılardan geçmiş bir kadınla karşı karşıya olmanın zorluklarını anımsatan sorguya çekiş. Güzelce bir kadınla hoş zamanlar yaşamak isteyen erkeğe gelecekte yaşayabileceği düş kırıklıklarını haber verme!
Kaynakça
Freud, Sigmund (1996) Düşlerin Yorumu. İstanbul: Payel Yayınları.
Freud, Sigmund (1978). Rüyalar ve Yanılgılar Psikolojisi. İstanbul: Altın Yayınları.
Freud, Sigmund (1993). Yaşamım ve Psikanaliz. İstanbul: Say Yayınları.
Freud, Sigmund (2013). Metapsikoloji. İstanbul: Payel Yayınları.
Freud, Sigmund (2001). Haz İlkesinin Ötesinde Ben ve İd. İstanbul: Metis Yayınları.
Freud, Sigmund (2011). Uygarlığın Huzursuzluğu. İstanbul: Metis Yayınları.
Jones, Ernest (2004). Freud Hayatı ve Eserleri. İstanbul: Kabalcı.
Jung, Carl Gustav(1997). Analitik Psikoloji. İstanbul: Payel Yayınları.
Jung, Carl Gustav(2012). Dört Arketip. İstanbul: Metis Yayınları.
Jung, Carl Gustav. (2015). Feminen Dişiliğin Farklı Yüzleri. İstanbul: Pinhan Yayınevi.
Madak Didem. (2012). Grafon Kâğıtları. İstanbul: Metis Yayınları.
Madak, Didem. (2015). Son Söz. S. Zelyüt (Ed.). İstanbul: Metis Yayınları.
Madak, Didem. (2016). Pulbiber Mahallesi. İstanbul: Metis Yayınları.
Madak, Didem. (2017). Ah’lar Ağacı. İstanbul: Metis Yayınları.
Madak, Didem (2017). Grapon Kâğıtları. İstanbul: Metis Yayınları.
Masterson, James F.;Tolpin, Marian; Sifneos, Peter E. (2010). Psikanalitik
Psikoterapilerin Karşılaştırılması. İstanbul: Litera Yayıncılık.