ELEŞTİREL DENEMENİN HÜMANİST USTASI VEDAT GÜNYOL
Hülya Soyşekerci
Bu yazıyı hazırlama sürecinde, Vedat Günyol’un Dile Gelseler adlı yapıtının 1966 yılı Çan Yayınları baskısını bir kütüphanede bulup dikkatle ve büyük bir ilgiyle okudum. 1940’lı ve 1950’li yıllarda yazmış olduğu eleştirel denemeleri kapsayan bu eski kitaptaki bazı düşünce ve tespitlerinin günümüzde de geçerli olduğunu görmek fazla şaşırtıcı gelmedi bana. Çünkü Vedat Günyol, yazdıklarıyla geleceğe uzanan bir yazar ve düşünce adamıydı.
Dile Gelseler Vedat Günyol’un ilk eleştiri yazısı ve aynı zamanda ilk eleştiri kitabının adı olarak dikkatimizi çekiyor. Bu kitabında özellikle yöntemsel ve sistematik açıdan felsefeden çokça yararlanmış Vedat Günyol. İzlenimci eleştirinin uzağında kalmaya dikkat ederek, oldukça sistematik ve karşılaştırmalı bir yaklaşımla yazmış bu eleştirel denemelerini. Bu kitabından sonraki eleştirel denemelerinde ve kitaplarında da aynı ya da benzer yöntemleri kullanan, hümanist eleştirinin temel ilkelerine daima dikkat eden Vedat Günyol, öncelikle metni odağa alan bir yaklaşımla yazıyor; ancak metni odağa alırken ona bir sorunsal üzerinden bakıyor; edebi metni o sorunsalı işleyiş biçimi çerçevesinde değerlendiriyor.
Dile Gelseler’de olsun, başka pek çok kitabındaki yazılarda olsun, Vedat Günyol’un eleştiride dikkate aldığı temel ölçütler değişmiyor. Felsefeyle kurduğu bağ, özgür düşünce ve edebiyat ilişkisi açısından çok önemli. Metni ve sanatçıyı özgürce yorumluyor Vedat Günyol. Deneme tadı alınan bu eleştirel metinlerinde içten bir söyleyiş, akıcı ve duru bir dil büyük değer taşıyor. Yalın olmakla birlikte düz ve basit değil; tam tersine, derinlikli metinler oluşturuyor Günyol. Bu eleştirel denemelere kattığı felsefi renkler, filozoflardan alıntılar ve deyişler, bambaşka bir derinliğe açıyor düşüncelerini.
Düşünme ve akıl yürütme biçimlerini metne ustaca uygulayan Günyol; araştırma, betimleme, açıklama, sınıflandırma, örnekleme, karşılaştırma gibi pek çok yöntem kullanıyor. Akıl yürütürken daha çok tümevarım yöntemini kullanarak tekil unsurlardan bütüne ulaşıyor. Zaman zaman tümdengelim yöntemine de başvurarak filozofların sözlerinden ve sistematik yaklaşımlarından hareketle özgün sonuçlara ulaşıyor. Hem analizi hem de sentezi iyi bilen ve uygulayan bir düşünce ustası var karşımızda. Önce yazınsal bir sav ileri sürüyor; sonra onu destekleyen örnekler veriyor. Sonrasında bu örnekleri açılımlayarak karşılaştırıyor. Karşılaştırma (mukayese) sonrasında bazı sonuçlara ulaşarak başta ileri sürdüğü savı kanıtlıyor.
Edebiyat eserlerini, özellikle roman ve öyküleri, sosyal çevresi, dönemi ve anlattığı insanla değerlendiren Vedat Günyol, estetik başarıyı, dil güzelliğini, teknik sağlamlığı da göz ardı etmeden, bir eserden topluma ışık tutmasını bekliyor. Hayattan kopuk bir edebiyatı asla onaylamıyor Vedat Günyol. Edebiyatta, sanatta ve düşüncede daima vicdandan yana.
Dile Gelseler’den itibaren Vedat Günyol’un yazdıklarının pek çoğunda karşılaştırmalı yöntemi yoğun olarak kullandığını görüyoruz. Feridun Andaç’ın hazırladığı Aydınlanmanın Işığında Sanat İnsanlarımız, Vedat Günyol adlı kitaptan (s.18) öğrendiğimize göre, 1952’de ABD’de “Mukayeseli Edebiyat ve Eleştiri” kurslarına katılmıştır Vedat Günyol. Daha ilk yazısı olan Dile Gelseler’de Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi yazarların romanlarını, kişilerin karakter özellikleri, davranışları, iç dünyası, idealleri; eserde işlenen temalar, mekân/coğrafya ve toplumsal dönemin metne yansıması gibi yönlerden karşılaştırmalı biçimde irdeleyen Vedat Günyol, bu eserlerdeki benzerlikler, ortaklıklar, farklılıkları analitik bir yaklaşımla ele alıyor. Hem karşılaştırmalı hem de çoklu bir bakış açısının yer aldığı 1940 tarihli bu ilk metin, eleştiride analitik düşüncenin nitelikli bir örneğini oluşturuyor. Hüseyin Rahmi hakkındaki yazılarda da aynı karşılaştırmalı yöntemi, Hüseyin Rahmi’nin eserlerine, Nietzsche ve Schopenhauer’den seçtiği sözler, aforizmalar ve alıntılar üzerinden uyguluyor ve önemli sonuçlara ulaşıyor. Böylece, bu filozofların, Hüseyin Rahmi’nin okuyup etkilendiği ve romanlarındaki hayat/insan anlayışına temel aldığı filozoflar olduğu kanısına ulaşıyoruz.
Sait Faik’in öykülerini de hümanist dünya görüşü açısından okuyan Vedat Günyol, onunla ilgili pek çok tespitlerde bulunuyor. Özellikle Sait Faik’in yalnızlık duygusunu işleyiş biçimine, insanlardan yana acı çektiğinde doğaya sığınmasına, bu sığınmanın yer yer gerçeküstü boyutlara ulaşmasına değiniyor: “Yalnızlık karşısında Sait Faik’in ikinci bir durumu var: Dünyanın sınırlarından kurtulmak için yapma cennetlere sığınan Baudelaire gibi, Sait Faik de, ruhuna, ağaçlardan, bulutlardan, kuşlardan, böceklerden bir yankı aramakta, bütün varlığıyla evrenin çağrısına kulak vermektedir. (…) Bu çağrının, Hişt sesinin kesildiği yerde, zengin bir hayal dünyası kapılarını ardına kadar açmaktadır. Burada artık eşyanın alışageldiğimiz ilişkileri kırılmış, gerçeküstünün sınırlarına girilmiştir. Burada her şey aklın, mantığın kontrolünden çıkmıştır. Artık, aklın alabileceği gerçeklerden apayrı, başıboş, rüya ve masal renkleriyle süslü bir başka dünyadayız.” (Dile Gelseler, s:72)
Vedat Günyol, Ataç’a özenerek bazı eleştirel metinlerini karşılıklı konuşmalar şeklinde düzenliyor; Ali adlı düşsel bir diyalog kişisiyle konuşmalar/tartışmalar yoluyla yazınsal metinleri odağa alıp değerlendiriyor. Bu diyaloglardaki doğallık, içtenlik ve akıcılığın da metne ayrı bir güzellik kazandırdığını söyleyebiliriz. Sokratik diyalogları andıran bu eleştirel metinler, Vedat Günyol’un düşünce dünyasının zenginliğini net olarak göstermektedir.
Sabahattin Ali’yi, Orhan Kemal’i toplumcu olmaları, insanı ve toplumu dönüştürme çabası içinde olmaları açısından değerlendiren Vedat Günyol, 1946 tarihli “Sanat Balık Gibidir, Sosyal Suda Yaşar” başlıklı yazısında son on on beş yılın hikâyecilerini sınıflandırma çabası içindedir: “Hikâyeciler içinde toplumsal kaygıyla yazanlar, üslup kaygısıyla yazanlar, bir de gerçek kaygısıyla yazanlar var.” (Dile Gelseler, s.81) diyen Günyol, ilk bölüğün hikâyecileri arasında Sabahattin Ali, Sait Faik, Sadri Ertem Kemal Bilbaşar gibi yazarları sayar. Bu bölüktekilerin en değerli olduğunu söyler, üslup kaygısıyla yazanlar arasında Kenan Hulusi’yi, Uman Nazif’i anar; gerçek kaygısıyla yazanlar arasında İlhan Tarus ve F. Celalettin vardır.
Vedat Günyol, Orhan Kemal’in Avare Yıllar’ı hakkındaki yazısında şunları dile getiriyor: “Orhan Kemal’i yazı yazmaya zorlayan neden, ne edebi ne de teknik nedenlerdir. O, etiyle kemiğiyle bağlı olduğu sınıf insanının kaderiyle, geleceğiyle ilgilidir. Hikâyeleriyle, romanlarıyla, insan soyuna faydalı olmak, insanları bilinçlendirmek istiyor. (Dile Gelseler, s. 90-91)
Mehmet Rauf’un Eylül, Halit Ziya’nın Kırık Hayatlar adlı romanlarını toplumu ifade edememesi ve bireyciliği öne çıkarması yönleriyle eleştiren Vedat Günyol, bu romanların, yazıldığı dönemin sosyal hayatından kopuk insan figürlerine yer vermelerinden rahatsızlık duyduğunu belirtir. Kendi toplumcu bakış açısını şu cümlelerle net olarak ifade eder Vedat Günyol: “Taif’lerde boğulmayı göze alan Mithat Paşa’ların, Midilli’de çürümeye katlanan Namık Kemal’lerin kuşağından olan bir sanatçıdan beklenen, halktan kaçmak değil, tam tersine halka inmek, halkın dertlerini kendi derdi yapmaktı. Bunun dışında, herhangi bir kimse de, Eylül romancısı gibi boş bir ‘tahlil vesvesesi’ içinde -sayfalar dolusu- bir kaç kişiyi boş ruhlarının çölünde dolaştırabilirdi” (Dile Gelseler, s. 94) Ayrıca Abdülhak Şinasi Hisar’ın eserlerini ve edebiyat anlayışını da gelenekçi, eskimiş ve halktan kopmuş olduğunu düşündüğü için oldukça sert bir biçimde eleştirir.
Edebiyat eserlerine “önce insan” diyerek yaklaşan; insanı da toplum içindeki durumu üzerinden değerlendiren Vedat Günyol, her zaman, yaşamdan beslenen bir edebiyattan yanadır. “Toplumcu edebiyat”tan, öncelikle halkı anlatan, halktan beslenen ve halka yönelen bir edebiyatı anladığını dile getiren Vedat Günyol, yazılarının pek çoğunda hümanizmayı halkçılıkla bütünleştirir.
Vedat Günyol, Dile Gelseler’de 1950’lerde farklı tarzda bir edebiyat anlayışıyla öyküler yazan Vüsat O. Bener, Onat Kutlar, Feyyaz Kayacan gibi yazarların gerçeküstücülüğe açılan eserlerine oldukça olumlu yaklaşır. Bundan, Vedat Günyol’un o yıllarda yazdığı yazılarda edebiyatta fayda, bilinç taşıma ve etik kaygıları aramanın yanı sıra estetik kaygıları da dikkate aldığı sonucunu çıkarabiliriz. Yine bu bağlamda, Dile Gelseler’de yer alan “Dış Gerçeklikten Gerçeküstüne” başlıklı yazısının özel bir önem taşıdığı kanısındayım. Daha sonra toplumcu gerçekçi edebiyatın edebi çevrelerde baskın gelmesiyle edebiyattaki toplumcu, halkçı ve hümanist yaklaşımını ön plana çıkaran Vedat Günyol, İkinci Yeni şiiri ve şairleri hakkında oldukça sert eleştiri yazıları kaleme almıştır. Yazarın samimi bir özeleştiri niteliği taşıyan şu cümleleri de bu yönde değerlendirilmelidir: “Bir zamanlar, toplumsal gerçekçilik sevdasında, tutkusunda, sanatı bir yana atarak, toplumsal dünya görüşüme ters düşenlere veryansın etmiştim. Şimdi şimdi anlıyorum bu konularda aşırıya kaçtığımı.” (Vedat Günyol, Giderayak Yaşarken, s. 182).
Sorular soran, yanıtlar arayan ve okuruyla birlikte adım adım sonuçlara ilerleyen bütün bu eleştirel denemelerinde; düşünen, araştıran, tartışan, eleştiren bir edebiyat insanını; Vedat Günyol’u görüyorum. 9 Temmuz 2004 tarihinde doksan üç yaşında bir fikir çınarı olarak aramızdan ebediyen ayrılan Vedat Günyol’a selam olsun. İyi ki yaşadı ve yazılarını geleceğe bıraktı.
Kaynakça:
Betül Özçelebi, “Edebiyatımızda Hümanist Eleştiri Anlayışının Temelleri” Folklor/Edebiyat, 2009, (60).
Feridun Andaç, Aydınlanmanın Işığında Sanat İnsanlarımız, Vedat Günyol, İde Yayınları, 1997.
Ergül, Selim Temo, “Dil, Siyaset ve Edebi Eleştiri Bağlamında Mavi Anadolu Hareketi”, Tarih Okulu dergisi, Eylül 2014, Sayı XIX, s. 1-22.
Vedat Günyol, Dile Gelseler, Çan Yayınları, 1966.
Vedat Günyol, Giderayak Yaşarken, Çağdaş Yayınları, 1989.
Vedat Günyol, Güne Doğarken, Cem Yayınevi, 1992.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları, İletişim Yayınları. 2000.