ELEŞTİREL DENEMENİN HÜMANİST USTASI VEDAT GÜNYOL
Hülya Soyşekerci
Vedat Günyol, eleştiri geleneğimiz içinde oldukça farklı bir yerde duran; edebiyat eleştirisini denemeyle kaynaştıran hümanist bir düşünce ve yazın insanıdır. Onun, yazar, eser ve edebi akımları odağa alan ve bütün bunları toplumsal bir perspektiften işleyen eleştiri yazılarında tam anlamıyla deneme tadı vardır. Bu yazılar, felsefi derinliklere ulaşarak, okurlara gerçekten “yeni ufuklar” açacak niteliktedir.
Vedat Günyol’un uzun yıllar boyu çıkardığı; hümanist eleştiri ve denemenin sağlam örneklerine yer verdiği Yeni Ufuklar dergisi, bir bakıma ülkemizdeki hümanist düşün akımının ve hümanist eleştirinin de “fikir kalesi” gibiydi. Vedat Günyol bu dergiyi yaklaşık yirmi beş yıl boyunca çıkarmış, bu yolla ülkemizin fikir hayatına entelektüel bir bakış açısı kazandırmış ve hümanizmi halkçılıkla bütünleştirerek kendine özgü düşünsel/eleştirel bir sistem kurmuştu. Bu dergi çevresinde, ülkemizde hümanist düşüncenin öncü öznesi Sabahattin Eyüboğlu’nun yanı sıra önemli yazınsal ve düşünsel kimlikler olan Halikarnas Balıkçısı, Azra Erhat, Orhan Burian da yazılarıyla yer alıyor; böylece bu fikir hareketine rehberlik ediyorlardı.
Edebiyata meraklı bir öğrenci olduğum 1970’li yıllarda sık sık Yeni Ufuklar’ı alır; dergideki deneme, eleştiri ve öyküleri ilgiyle okurdum. O yıllarda da sosyalist dünya görüşü içindeydim; toplumsal vicdan ve adalet duygusu benim açımdan çok önemliydi. Bu düşüncelerimi ve hayat algımı hümanizmaya açan kişi olmuştur Vedat Günyol. Sosyalizm ile hümanizmanın nasıl ve ne denli uyuşabildiği ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, şunu ifade etmek isterim ki Vedat Günyol’un eleştirel denemeleri, düşüncelerime hümanist bir boyut kazandırdı; zaman içinde yaşayış ve davranış tarzımı bile şekillendirdi o fikirler. Franfurt Okulu’nun hümanist sosyalizmi savunan filozofu Erich Fromm’un tüm yapıtlarını da okuduktan sonra düşüncelerim gerçekten “yeni ufuklar”a açılmaya başladı; hayata bakışım tam anlamıyla “insan odaklı” oldu diyebilirim. Bence iyi edebiyat dönüştürücüdür; mesela Leylâ Erbil’in yapıtları insanı/toplumu nasıl eleştirip sarsıyor, sorgulayıp dönüştürebiliyorsa, bu tarz denemeler de insanı ve dolayısıyla toplumu dönüştürebiliyor.
Vedat Günyol, Yeni Ufuklar’ın kapanış sayısında şunları yazıyordu: “Yeni Ufuklar, 1960, 1970 yıllarının sola açılan, açılması gereken, açılmamak söz konusu olamayacak günlerinde, özgür düşünceye, hoşgörüye, insancalığa bağlılığı ile, kırıcı, yıkıcı devrimci çevrelerce küçümsenir oldu. Yeni Ufuklar sola gönül vermiş bir dergiydi aslında ama ılımlıydı, sağduyu yönünde, demokratik çizgi üzerinde yürüyordu.”1 Böylesi bir gönül kırgınlığıyla kapanmış olsa da, anlaşılmadığı veya küçümsendiği söylense de Yeni Ufuklar ülkemizin kültür tarihinde kalıcı izler bırakmış; hümanizm, halkçılık, insan ve toplum sevgisi, adalet, vicdan gibi kavramları hem düşünsel hem de yazınsal çerçevede ele alan yazılarıyla edebiyatımızın ve edebiyat tarihimizin unutulmaz sayfaları arasında yer almıştır.
Vedat Günyol ve arkadaşlarının 1940’lı yıllardan itibaren gerçekleştirmeye çalıştıkları tarih bilinci ve Akdeniz kültürlerini birleştiren kültürel yaklaşım ve amaçları Vedat Günyol
___________________________________________________________________________
1 Aktaran: Feridun Andaç, Aydınlanmanın Işığında Sanat İnsanlarımız, Vedat Günyol, s.29.
tarafından özlü olarak şu cümlelerle ifade edilir: “Türkiye topraklarında, gelmiş geçmiş uygarlıkları benimseyip özümsemek ve birçok uygarlığı bir potada buluşturup, Türkiye’ye, insana bir yaşama programı çizmekti.” 2 Buna göre, Antik Anadolu kültürleri; İyon kültürü başta olmak üzere hepsi bu toprakların mirasıydı. Mavi Anadolu adı verilen edebiyat akımı içinde yer alan Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Vedat Günyol, Orhan Burian ve arkadaşlarının temsil ettiği hümanist düşüncenin ülkemizde asıl kaynakları, Yahya Kemal’in neoklasisizmine, “Akdeniz havzası medeniyeti” ve “tarih bilinci” fikrine uzanıyor; kendisi de Yahya Kemal’le birlikte bu düşünceleri benimsemiş olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, hatıralarında bu konu hakkında şöyle yazıyordu: “Buna göre, Akdeniz’i bütün insani değerlerin eritilip süzüldüğü bir pota telakki edersek hiç de mübalağaya düşmüş olmayız. İnsani değerler dedik; zaten Yunaniyatın bir adı da hümanizm yani insaniyet değil midir?”3 Vedat Günyol da dâhil olmak üzere, Mavi Anadolu akımının temsilcileri, bu düşünceler doğrultusunda, Anadolu topraklarındaki tüm uygarlıklara sahip çıkma gereğini vurgulayarak tarih bilincini Orta Asya yerine, Anadolu’dan geçmiş tüm uygarlıkların bileşimi üzerine kurmayı önerdiler.
Vedat Günyol, bu fikirleri hem düşünsel hem de yazınsal eleştiri ve deneme metinlerinin dokusuna ustalıkla işledi. İncelediği eserlerde hümanist eleştiri yöntemine uygun olarak, insani öze ve bu özün işleniş biçimine önem verdi. İnsan, insan sevgisi, insancıl değerler gibi konulara özel bir dikkatle baktı. Bu bağlamda Sait Faik, Yunus Emre, Mevlana gibi yazınsal kimliklere ve onların eserlerine dair birçok yazı yazdı. Vedat Günyol, hümanist eleştiri yönteminden hareketle, metnin dönüştürücü olmasını da yazınsal bir ölçüt olarak dikkate aldı. Sabahattin Ali, Orhan Kemal gibi yazarlara bu açıdan büyük önem verdi. İstedi ki edebiyat eserleri sadece toplumu ve insanı anlatmakla yetinmesin; topluma ve insana bilinç taşısın ve onların dönüşümüne katkı sunsun. Vedat Günyol, insanlığın ortak kültür kaynaklarına da yöneldi; yerli ve Batılı sanatçıların ortak noktalarını belirleyerek bunları da yazınsal bir ölçüt olarak değerlendirdi. Karşılaştırmalı ve özdeşlik kurucu bir yaklaşımla Yunus Emre, Mevlana, Homeros, Montaigne… gibi sanatçılar arasında ilgiler ve benzerlikler kuran yazılar kaleme aldı. İnsan sevgisi kadar özgür akla ve serbest düşünceye de önem verdi; dogmalardan uzaklaşan bir bakış açısıyla evreni, dünyayı, toplumu, insanı ve sanatı/edebiyatı açılımladı.
“Edebiyatımızda Hümanist Eleştiri Anlayışının Temelleri” başlıklı makalesinde, Vedat Günyol’un Daldan Dala adlı kitabında kendi eleştiri anlayışını “sevgiden kaynaklanan öznellik ile sanat kaygısı ile ölçülülükten kaynaklanan nesnellik” olarak formülleştirdiğini belirten Betül Özçelebi’nin bu konudaki tespitleri şöyle: “Yazarın dünya görüşü, bu görüşü dillendirme biçimi, kişilerin canlandırılması ve yüklendikleri işlev, ele alınan yazarın genel çizgisi ve benzer sanatçılarla karşılaştırılması, onun eleştirisinin ana çizgileridir.”4
___________________________________________________________________________
2 Vedat Günyol, Güne Doğarken, s. 100.
3 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Gençlik ve Edebiyat Hatıralar, s. 122-123.
4 Betül Özçelebi, Folklor/Edebiyat, sayı: 60, s.125-138.
Vedat Günyol, edebiyata 1936’da Maupassant’tan yaptığı bir çeviriyle girmiş; Batı’dan pek çok klasik ve çağdaş eseri Türkçeye kazandırmıştır. İlk yazısını da aynı yıl Yücel dergisinde yayımlayan Vedat Günyol, uzun yaşamı boyunca edebiyattan ve sanattan hiç kopmamış, sürekli olarak toplumsal, kültürel, düşünsel konularla ilgilenmiş; bir bakıma, kültür içinde nefes alıp vermiştir.
Geçenlerde, edebiyatımızda 1950 kuşağı yazarlarından ve değerli yazın dostlarımdan olan Demir Özlü’ye yazdığım bir e- mektupta, Vedat Günyol’dan söz etmiş ve Günyol’un denemelerini yeniden ilgiyle okuduğumu dile getirmiştim. Demir Özlü, bana gönderdiği 31.07.2017 tarihli e- mektubunda, Vedat Günyol’dan büyük bir sevgi ve vefa duygusu ile bahsediyor; Günyol’a dair şu değerli cümleleri yazıyordu: “Vedat Günyol bizim kuşağın metinlerini ilk yayınlayandır. Biz ona çok şey borçluyuz. Fransa’da hukuk doktorası yapmıştı. İstanbul hukuk fakültesine girerek asistanlık yapmak hoşuna gitmemiş, lise öğretmenliğine geçmiş, Karaköy’de küçük bir han odasında Yeni Ufuklar dergisini çıkarmaya başlamıştı. Çok kültürlü, çok düşünceli, çok nazik bir insandı. Her zaman yanımızda bir ağabey, bir arkadaş olarak kaldı. Biz de onu hiç bırakmadık. Uzun yaşamak istemediği halde uzun yaşadı. Benim İstanbul’a gelemediğim on yılın ortasında, bir fırsatını bularak Stockholm’a geldi. Birkaç gün bende misafir oldu. Çok sevindim. Evde fazla vardı: ona bir Robert Sözlüğü verdim. Çok memnun oldu. Koca eleştirmen Fransızca çeviri yaparken bu önemli sözlüğü bir arkadaşından emanet olarak alıyormuş. (Yurdumuzda aydının durumu). Ama kendisi de dergide çıkan yazılarımıza küçük de olsa mutlaka telif ücreti öderdi. Sonra alamadığı önemli bir telif ücreti konusundaki davayı yayınevine karşı ben açıp, kazanınca, elde edilen parayı davayı takip eden üç avukata paylaştırdı. İyi ki böyle insanları da tanıdım.”