GENÇ BİR ŞAİRE MEKTUP – 1
Şiirle ilgili her kişinin, sevdiği şairler olduğu gibi, sevmedikleri, giderek yok saydıkları şairler de vardır. Bunda yadırganacak bir şey yok. Bu durum dün de yaşanmıştır, bu gün de yaşanmaktadır. İlerde de yaşanacaktır. Ancak, beğenmediğimiz kimselerle, onların ürünlerini karıştırmamak gerekir. Eleştirinin amacı ürünlerdir. Eleştiri üründen, ürün sahibine kayarsa, bu davranış edebiyat bakımından hem etik değil, hem de edebiyata bir katkı sağlamaz. Kolaycı eleştirmen kişileri hedef alır. Çünkü ürün eleştirisi zor iştir. Bilgi ister, tutarlılık ister, yüreklilik ister. En önemlisi de namuslu olmayı gerektirir. Tarafsız davranmanın ön koşulları bunlardır kanımca.
Edebiyat dergilerinde çoğu kimseyi rahatsız eden bir alışkanlık görülüyor. Nedir bu? Ünlenmiş bir şairin her tür ürününe körlemece yer verilmesi. Dergi sorumluları, bu durumda sıkı durmak, ödün vermemek yürekliliğini göstermek zorundadırlar. Yazara çekinmeden, bu ürününüze yer veremeyeceğiz, diyebilmelidirler. Bu yapılmazsa ne olur ? İlkin o yazara, şaire kötülük edilmiş olur. Onu kolaycılığa, tembelliğe, en tehlikelisi de, narsizm (özseverlik) içine itmiş olursunuz. Çünkü o kişi kendini eren, yaratanın özel kulu, her yazdığını da olağanüstü, kuyruklu – yıldız gibi görmeye başlar. O kişiyi örnek alanlar da bundan payını alacaktır şüphesiz. Nasıl mı ? Bizde kişileri putlaştırma yaygındır. Birilerinin peşlerinden gidenler, bilerek ya da bilmeyerek, putlarının hatalarını paylaşmış olurlar. Ben bu tipleri fanatik futbol taraftarlarına benzetirim. Onlardan edebiyat adına korkulur. Genellikle çaylak şairler bu tongaya düşerler. Unutmayalım ki en babayiğit şairlerin bile saçma sapan şiirleri de olabiliyor. Şimdi ünlü bildiğimiz şairler, şöyle beş on yıl geçsin, ne eleştirilere düşecekler bakalım ? Bir de bazı dergilerin demirbaş yazarları olabilir. Kadro dergileri dediğimiz dergiler …Belli bir görüş içinde odaklaşma, yoğunlaşma gösterirler. Yavanlık burada değil. Yavanlık dergi yöneticilerinin kendi ürünlerine, gereğinden çok yer vermeleri. Bazen, aynı adın iki ürününe birden yer veriliyor. Bunlar hoş olmuyor.
Bizde, yazar çizer takımı, genellikle havadan nem kapan cinsten olduğu için, aman küstürmeyelim ayağına, herkes herkese oyun oynamaktadır. Aman kırmayalım, aman ürününe sert davranmayalım, diye diye, beş para etmeyen ürünlere bile şapka çıkarılıyor, övgüler yağdırılıyor. Bu yalakalık giderek medyatik tipleri, edebiyatımızın başına musallat ediyor. Açıkçası bu ikiyüzlülük, bu yumuşaklık, ortalığı değersiz ürünlere kaptırıyor. Bu arada, üzerinde özenle durulmuş, emek verilmiş nice ürün gürültüye gidiyor. Sonuçta olan edebiyatımıza oluyor. Son yıllarda şiirimizde tıkanmalardan, birörnek elbise giymelerden söz edilir olmasını burada aramak gerekir. Aslında şiir yapısı gereği tek tip elbise giymeye uygun değil. Şairlerin yaratıcılıkları ile bu uygun adım yürüyüşler bağdaşmaz. Bunun için ne mi yapalım ? Kim olursak olalım, bir ürün üzerinde konuşurken, ikiyüzlülüğü aşmalıyız. Kabalaşmadan, nedenlerini ortaya dökerek eleştirimizi yapalım; dobra dobra, edeblice … Burada bazı bulaşkan kalemlerden de çekinilmemelidir. Çünkü gelişmiş Batı ülkelerinde, herkes birbirinin gözünün içine baka baka eleştirisini yapıyor. Ne kızma, ne de kırılma görülüyor. Tartışmalar sonunda, herkes dostça kadeh kaldırıyor, şakalaşıyor, gülüşüyor. İlkin bu tür kırılganlıklar aşılmalıdır. Dergiciler, adama bozulup, başarılı ürününe dergisinde yer vermemezlik etmemeli. Bu küçüklüğe düşmemelidir. Özetle söylersek, kellelerden değil, o kellelerin ürünleriyle uğraşmalı…
Son yıllarda, kitap imzalama dalgasına başta şairlerimiz olmak üzere, yazarlarımızı bir gezme, daha doğrusu, kendilerini bir kentte zorla misafir ettirme furyası başladı. Yatma, yeme, özellikle içme … Bunlar bir takım masraflar doğuruyor doğal olarak. Oradaki üç beş şiir sever, harçlıklarından keserek bunları göğüslemeye çalışıyor. Ancak bazı yavanlıklar da oluyor. “ Ben birinci sınıf otelde kalırım ! – İki kişilik odada yatmam! – Ben dolmuşla gitmem; özel araba isterim ! – Beni hava alanında karşılayın … gibi .“ Bu tür istekler, dar bütçeli şiir severleri zor durumda bırakıyor. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. ABD’ de bulunduğum bir dönemde, yaşadığım Cleveland kentine, modern Amerikan şiirinin önemli temsilcilerinden Allen Ginsberg geldi. ( Genç kuşağın çok sevdiği Jack Kerouac’ un yakın arkadaşı ) Konuşma yeri, saati daha önce gazetelerde duyurulmuştu. Toplantıya giriş kişi başına 10 dolar idi. Toplanacak para şairin ağırlanması ve cep harçlığını karşılamak içindi. Bulunduğum pek çok şiir toplantısında, giriş için her zaman para alınmıyordu. Pek çok toplantı içkili cafelerde, barlarda, kitapçılarda, kütüphanelerde yapılıyordu. Şimdi benzeri bir uygulama ülkemizde yapılsa, acaba kaç kişi para verip, şairlerimizi dinlemeye gelir ? Şairlerimiz yalnızlıklarını azaltmak istiyorlarsa, gittikleri yerlerde sorun çıkarmasınlar lütfen. Arkalarından yavan dedikodular yapılması hoş olmuyor.
Bundan 4 – 5 yıl önce bir “ NAİF “ sözcüğü çıktı piyasaya; Fransızca bir sözcükmüş… Naif’siz şiir yazılmaz oldu. TV ‘ lerde konuşmalarda, tartışmalarda yerli yersiz “ Naif “ demek için kıvranmalar yaşadık. “ Koskoca şair A, şair B şiirlerinde Naif diyor, biz niye kullanmayalım ? “ gibi yavan konuşmalar dinledik. Şairin, diline saygılı olmasının, bu duruşun onun onuru olduğunu bir türlü anlamak istemedik.Günümüzde, Naif sözcüğü bir yana, çok daha ileri gidilerek, koyu Arapça sözcükleri kullanmak moda oldu. Yalan, yanlış kullanan kullanana … Daha bıyığı terlememiş gençler bile Arapça sevdalısı olup çıktı karşımıza. Bir gün bir şair arkadaşa, bana beş on Sanskritçe söz bul, dedim. Yüzüme aptal aptal bakarken : Şiirimde kullanacağım ! dedim. Şaşırıp kalmıştı. Açıkçası şiir çorbaya dönmüş dillerle yazılmaz. Şiirde, hangi dilde yazmak istiyorsanız, o dili çok iyi bileceksiniz ve de o dile saygılı olacaksınız. O dilin egemenliğine, arınmasına, varsıllaşmasına yardımcı olmak zorundasınız. Bu işi kimse anasından beklemesin. Osmanlıca denilen karma dil, bizde düşünür yetişmemesinin baş nedenlerinden biridir. Mevlana, düşüncelerini Anadolu’nun göbeğinde yaşamasına karşın, iyi bildiği, ana dili olan Farsça yazmıştır. Siz sonradan kırık dökük öğrendiğiniz bir dilde felsefe yapamazsınız. Dil sorunu hep önümüzde. Şiirimizde, felsefe bir türlü yerini alamıyor; neden ? Çocukça şiirler döktürmekten usanmadık mı daha?
Son yıllarda herkes, her dergide görünmeye başladı. Solcusu sağcısı yan yana… Benzer durum seçkilerde de görülüyor. Olsun … Herkes herkesin boyunu posunu görsün; ölçsün, biçsin. Edebiyatta amaç, kavga gürültüden çok, güzeli, iyiyi, doğruyu, yararlıyı, uluyu yakalamak değil mi ? Şu ya da bu düşünceden dolayı, isteyen istediğini yerebilir. Ancak, yanlışları saptamak ayrı, kişiyi aşağılamak ayrıdır. Bizde bir yavanlık da insanları keyfimize göre, şu ya da bu kefeye yerleştirmeye kalkmamız. Bakıyorsunuz, adam Marksist olduğunu söylemiş. Birileri çıkıyor, hayır o faşistin tekidir!, diyebiliyor. Adam ne olduğunu ilan etmişse, belli bir partiye veya derneğe kayıtlı ise, sen tersini söyleme hakkını nereden alıyorsun ? Bu tür keyfilikler yavanlıklarımızdan biri…Onaylanamaz.
Bir başka yavanlık, yaşlanmış şairlerle, çaylaklar arasında yaşanıyor. Genç birileri, yakınlaşmak istediği adı sanı bilinen birine, diyelim ” görücüye çıkmaya “ girişsin. Genç adam şiirini göstermek, varsa kitabını vermek istesin. Vay ki vay …Efendim, üstat artık şiir okumuyormuş … Ülkenin yeterince şairi varmış; ilkin şunları okumalı imiş … Çok meşgulmüş … Zamanı değerliymiş … Bu tür davranışlar hem yavan, hem de genç kişilerin heveslerini kırmak bakımından zararlı olabilir. Yapılacak iş ne mi? Kendi yolunu kendin bulacaksın.
Sabahattin YALKIN