Yaşadıkça, şiire yeni yeni tanımlar getiriyoruz . Neredeyse her şairin kendine özgü tanımı oluyor. Belki de en doğrusu bu . Çünkü Dünya’ da çeşitli dillerde öyle değişik şiirler yazılıyor ki, bunların bir tanım içine sığdırılması olası değil. Kaldı ki, şiirin yapısı da gerçekten bir tanımla geçiştirilecek gibi görünmüyor .
Yaşamımız boyunca içimize sindiremediğimiz ölüm, şairleri derinden saran , sarsan bir konu … Somut olgulardan edinilen türlü algılar, şairlerin sanal dünyalarında, sözcüklerin sonsuz birleşimleri içinde yeniden biçimlenir . Şairler burada her ne kadar yaratıcı bir rol yüklenseler de, gerçekte varolanlarla, yeni ve değişik sentezler yapmaktadırlar. Burada mutlak anlamda bir yaratıdan söz edilemez. Anadolu’dan bir örnek verelim.
Yılanı biliyoruz ; insanı da biliyoruz. Bu ikiliden Şahmeran’ a ulaşıyoruz.
Şahmeran taş, su, ağaç, at gibi somut, belli özellikleri olan, duyu organlarımızla algıladığımız bir yaratık değildir. Yunan Mitolojisi’ ndeki Satirler, belden yukarıları insan, belden aşağıları at olan, erkeğin seks gücünü simgeleyen at – insan bireşimleridir. Panlar’da atın yerini tekeler alır. Bunlar keçi boynuzlu, keçi ayaklıdırlar. Sirenler, kayalık denizlerde denizcileri aldatmak isteyen kadın gövdeli, kuş kanatlı güzel sesli kızlardır.
Eski Mısır’da Sfenkler, insan başlı aslan gövdeli canavarlardır. Masallardaki devler, peri kızları, uçan halı, sihirli lamba, konuşan hayvanlar hep insan imgeleminin müthiş buluşlarıdır. Bunlara Samson’ un saçları, Aşil’in topuğu gibi bildiğimiz doğa üstü güç simgeleri de eklenebilir. Ancak bunlar doğasal yaratıklar olmadığı gibi, ayrıcalıklı özellikler taşırlar.
Tüm sanatçıların gök kubbe altında bir yerde yaratım güçleri tükeni yor. Bütün bu çabaların, kavgaların altında gizli gizli “ Ölümü öldürmek“ düşü yatmaktadır. Bunlar ne denli us dışı da olsa, imgelem dünyasının hoş özellikleridir . Peygamberlerin yaşamlarındaki bazı olaylar, insan
imgeleminin zorlandığı, şimdi bile zevkle okunan anlatılarla doludur. Şiire soyunan kimselerin mitlerden nasiplerini almaları, kanımca çok yararlı olmuştur.
ŞAİRLERİN DRAMI
Kaçınılmaz son, ne denli yumuşatmaya çalışsak da kurşun gibi kaskatı duran bir gerçek … Anadolu, İslam Öğretisi içinde bin yıldır bir düşünürün bile yetişmediği çorak topraklar … Bunun yanında dil karmaşası, yerleşik düzene geçişte gecikmeler de gözardı edilmeyecek etkenler olmuştur. Mevlevilik , Bektaşilik kökü dışarıda olan düşüncelerdir. Hem Mevlana, hem de Hacı Bektaş Veli, Horasan taraflarından gelme misyoyonerler . Biri özgün ve özlü bir Türkçeye sahip, diğerinin ise Türkçesi zayıf. Türkçe yazdığı yok gibi. Her ikisi de eserlerini Farsça yazmışlardır.
Ancak bu kimseler, İslamiyet’in sıcak bakmadığı şiiri, müziği, raksı Anadolu yaşamına katmayı bilmiş, halkın daha bir hoşgörü içinde yaşama larına öncülük etmişlerdir. Bunlardan daha önemlisi Tanrı – İnsan ikilemin den yepyeni bir bireşime giderek, “ Tanrı – insan “ birliğine, bütünlüğüne, tekliğine ulaşmışlardır. “ Vahdet- i vücut “ denilen bu oluşum Anadolu düşüncesinde önemli bir adım … Tanrı ile bütünleşen insan, şiirlerinde ölümü az da olsa küçültmeyi becerebilmiştir. Başta Yunus Emre olmak üzere Tasavvuf şairleri, bu dediklerimize pek çok örnek vermişlerdir.
Ancak halkın eğitim düzeyi bu oluşumu anlayacak, içine sindirecek duruma hiçbir vakit ulaşamamıştır. Bu mutasavvıflardan Hallacı Mansur’ un korkunç sonu, derisi diri diri yüzülen Nesimi’nin acınaklı ölümü, tek tük de olsa, ortaya çıkmak isteyen Anadolu düşünürleri için hep kabus olmuştur.
Halkın tutucu yanı, yenileşme, çağdaşlaşma yanlılarını hep baskı altında tutmuştur. Osmanlıların Anadolu’ yu, Anadolu halkını dışlamalarında ola ki halkın bu bağnazlığı ve katı tutumu yatmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman’ın Türk anadan olma oğlu Mustafa’yı öldürtmesinden sonra, Saray’a uzun yıllar bir Türk kadınının alınmaması bana üzerinde durulması gereken bir konu gibi görünüyor. Bunun uzantısı olarak , Anadolu halkının fetih ve savaş zamanları, o da özellikle kaba savaş gereksinimleri dışında pek düşünülmemeleri ( vergi – aşar, hayvan besiciliği, at yetiştirmeciliği, düz asker deposu ) rastgele bir yaklaşım olamaz.
Bugün bile, halkımızın bu katı duruşu, kendisini daha mutlu bir yaşama taşıma girişimlerini hep boşa çıkarmaya dönük … Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’ i ciddi sıkıntılar içinde . Çağdaşlaşma yanlıları gene büyük kavgalar vermek durumunda … Köylülüğü aşma savaşı diyebileceğim Köy Enstitüleri girişimi, on yıl içinde gene köylülerce, tutucu halk kesimlerince acımasızca boğulmuştur. Bu okulların kapatıldığı günlerde bir tek köylü ortaya çıkıp da “Ey yöneticiler, bizim cahil, kör, karanlık içinde kalmamızımı istiyorsunuz … Okullarımızı bize bırakın … “ dememiştir. Bir tek köy kazan kaldırmamıştır. Osmanlı döneminde 600 yıl dayak yemeye alışmış halkımızdan “Çıt “ çıkmamıştır. Son elli atmış yıl içinde ülkemizde yetişen şairlerimiz, yazarlarımız, düşünce üreten kişilerimiz
acımasızca ezilmişler, yerden yere vurulmuşlar, hapishanelerde çürütülmüşlerdir. Sanırım son yılların kaosunda bu insanların eksikliği tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır. Sorun
şu: Aydınlarımız bu halkla, nasıl barışık duruma gelecekler … Yoksa hiç gelmeyecekler mi ?
Yeniden şiire dönmek istiyorum.
Günümüze gelirsek, nedir bu
şairler ? Ne yapmak istiyorlar? Anamalları nedir ? Diyelim şairler ölümü
ötelemeye çalışan kimseler. Bu da güçlerinin yettiğince … Unutmayalım ki yüzyıl içinde şu anda yaşayan insanların, hemen hemen hepsi maddesel olarak biçim değiştireceklerdir. Sanatçılar da beyinsel üretimlerinden (şiir, yazı, resim, beste, sinema, yontu … ) soyutlanmış olacaklardır. Bu büyük kavgada şairlerin ellerinde anamal olarak ne var ? Topu topu üç dört şey …
– DİL ( Şair, şiir yazdığı dili çok iyi bilecek)
– YAŞAM ( Her yerde, her zaman rastlayacağımız yüzeysel bir yaşam, şaire üst düzeyde ürün verme şansı vermez. Özelliksiz, düz yaşamlardan, yoğunluğu olmayan yaşamlardan, başarılı ürün beklemek olası değil … )
– BİLGİ ( Başta şiir bilgisi . Cahil kimselerin şiirciliği boş … )
– ÇABA ( İşin ciddiyetine inanmak, amansız çalışmak … )
Bunlar da yetmez ; bu işe yatkın olacaksınız. Örneğin tek kollu bir insanın ABD basketbolunda ( NBA) yer bulması mümkün mü … Bu saydıklarım yanında daha pek çok saymadıklarım var. Bunlardan herhangi birinin eksik kalması, şiire soyunan kimsenin şiiri yakalama şansının sıfırlanmasına yeter de artar bile … Kaldı ki şiirin firesi hep % 90 lar üzerinde seyreder. En iyimser yaklaşımla on elde düşeş oturtma şansınız sadece bir’ dir. Bu şans içinde korkarım şairlerin şiirleriyle “Ölümü ertelemeleri“ çok zor. Çok sorulan bir soru ; hemen soralım : Yüz yıl sonraya hangi şairlerimiz kalabilir? Belki hiç kimse … Ola ki itici derecede gözü kara, yadırgatıcı deyişler içindeki bir K. İskender elli yıl sonra, bir prototip olarak anılabilir. Unutmayalım ki hepimizin övünç duyduğu bir Yunus Emre bile ancak 1930’larda özenli bir araştırmacımız olan Fuat Köprülü tarafından keşfedilmiş. Gençliğimde favori şairlerim olan, Atilla İlhan’ dan, Dağlarca’ dan şiir oku derseniz, tamamını
çıkaracak şiiri zor bulurum şimdi. Zaman çok hain, çok acımasız … Bu durumda şairlere ne kalıyor; gerilere gitmekten başka? Ben kendi payıma bunu yapmayı deniyorum. İkibin, üçbin, beşbin, onbin yıl gerilere giderek olaylardan, tanrılardan, kahramanlardan, tiranlardan, krallardan, mazlumlardan, ecelerden, orospulardan … günümüze yaşamcıl görüntüler taşımaya uğraşıyorum. Örnekleyelim :
Mitolojik Suç
Tanrılar tanrısı Zeus uyurken
Irzına girdiler gözdelerinden birinin
Kalktığında takıldı gözleri yataktaki tüylere
Kopmuş bir kuğunun kuyruk-sokumundan
Sıcağı üstünde daha
…………………………………..
Kimse bilmedi olanı biteni
Dilsiz bir ayyaştan başka
Ağaç kabuğuna düşülmüş bir not
Sapkınları inandıramayınca
Tanrı’nın gizlice bağışladığı tınıda
Mezmurlarını okudu Davud davudi sesiyle
Söyledikleri pek anlaşılmasa da
Fahişeler orgasm olmuştu dinlerlerken
– Gizli tarihten –
İskender’in pezevenkleri işlerinde usta mı usta
Hiç boş bırakmazlardı üç köşeli yatağını
Hele kırmızı şarabı biraz kaçırınca
Dert yanarlardı kadınlar sabahları paralarını alırlarken
Her yanları ısırık içinde bedenleri birer savaş alanı
İmparatoriçe’nin Doyumsuzluğu
Roma genelevlerinin gediklisi Messalina
Burada yeterince aşk yok diyordu
Her bedenleşme sonrası…
Bunlar züğürt tesellisi de olsa ( Şair tesellisi de diyebiliriz ) gerilere giderek insan yaşını, binlere, iki binlere, beş binlere … uzatmaya çalışmak. Daha doğrusu zamanla oyun oynamak, oynayabildiğin kadar … Şiirde kendi payıma bunları sık sık yapmayı deniyorum .
TUVAL ŞİİRCİLİĞİ
Ne var ki, düşünmesi az, kavgası bol Anadolu insanı, zamanla şiirlerinde klişeciliğe, benim “Tuval Şiirciliği ” dediğim şiirciliğe düşmüştür. Geçmişte, zamanın önde gelen şairlerinin şiirleri, öne konup onların benzerleri yazılmaya çalışılmıştır. Bunun sonucu olarak Halk Edebiyatımızda çeşitli yerlerde onlarca Yunus ortaya çıkmıştır. Gerçeği ile kopyacısı ancak uzmanlarca saptanabilecek bir durum … Benzer şiircilik Divan Edebiyatı’nda da görülmektedir. Harem kadın kaynarken, Padişahlar bile sevgiliye (hepsi uydurma sevgili ) yalvar-yakarlı, güllü – bülbüllü aşk şiirleri döktürmüşlerdir. Kendilerine ” Üstat ” seçtikleri şairlerin şiirlerine benzer şiirler üretmek için çabalayıp durmuşlardır. Bu arada “Gül” sözcüğü dünyanın en pahalı sözcüğü olmuştur. Nasıl mı? Osmanlı döneminin şiirleri gülden geçilmez. Hem Divan, hem de Halk şiirlerinde sevgili hep güle benzetilir. Şairler bildiğiniz gibi şiirlerini Padişah’a, Sarayın önde gelenlerine, Ağalara, Şeyhlere, Pirlere adar; genellikle onlara sunarlar. Bunun karşılığı olarak da altınlarla ödüllendirilirler. Ola ki her ” Gül ” sözcüğü bu yoksul Anadolu halkına birer altına mal olmuştur. Ben bu pahalı ve bayat sözcüğü 2000′ li yıllardan bu yana artık kullanmıyorum.
Ne yazık ki bu Tuval Şiirciliği günümüzde de sürmektedir. Şiirciler, içten ve dıştan, ilgi çeken şairlerin şiirlerini kopyalayıp durmaktalar. Çünkü bu işin hiçbir cezası yok.; üstelik çok da kolay . Diyelim Fransız komünist şair Paul Eluard … O’ nun ünlü ” Hürriyet ” şiiri. ‘. 2. Büyük Savaş yılları yazılmış. Bakarsınız ” Hürriyet ” sözcüğü yerine ” Barış ” ya da “Vatan” sözcüğü konularak neredeyse aynısı yazılmış. Boşuna bir uğraş; bunları kimse yutmaz. Diyelim Aragon … “Elsa’nın Gözleri ” şiiri. Belki de sevgilisinin gözleri hiç de güzel olmayan birileri çıkar, Fatma’sına gözlerini göklere çıkaran şiirler yazar Aragon’a özenerek. Yazar ama o yaşanmamış duygularla bir yere oturtamaz şiirini; havada kalır yazdığı. Ya da Poe ‘ nun ünlü “Annabel Lee “, Rimbeau’ nun “Sarhoş Gemi“ şiirleri … Deniz görmemiş kimseler bile o tür denizli, aşklı, acınaklı bir şiir yakalamaya çalışırlar; hepsi boş zorlanmalar …
Bizde Nazım Hikmet’ in “Bu gün Pazar … ” diye başlayan , bana göre Türkçede yazılmış en güzel üç beş şiirden biri … Hapishanenin önünden geçmemiş kimseler bile, hapishane şiirleri uydururlar. Bilmezler ki sağlıklı bir bedenin, geceler içinde sönmüş gitmiş bedenleşme istekleri sinmiştir o şiire … Bilmezler ki halkının kurtuluş umudu yüreğini dağlamıştır; acı içinde, çaresizlik içinde kıvranana kıvrana tükenmektedir. O şiir, işte o korkunç tragedyanın şiiridir. Bir kez yazılır ve de ancak Nazım Hikmet tarafından yazılır.
Bu örnekler çoğaltılabilir. Kanımca insanın en başarılı şiirleri kendinin olan, kendine
benzeyen şiirleridir. Niye mi ? Çünkü şiir işi, gerdek işi gibidir. Size sizden başka kimse yardımcı olamaz. Ve de gerdeğin hakkını vermek gerekir.
SONUÇ
Çağcıl şiir uğraşı, kanımca kentsel bir olgudur. Ve de yerleşik düzen içindeki toplumlara daha uygun düşmektedir. Sanat yaşamımızın lokomotifi her ne kadar İstanbul olsa da Anadolu’ yu gözardı edemeyiz. Çünkü yavaş yavaş Anadolu da yerleşik düzen içine girmeye başladı. Seksen yıldır savaş görmeyen ülkemiz biraz soluk alır gibi. Ekonomik iyileşmelere koşut yaşamımız, Demokrasiye alıştıkça şiirimiz daha sağlam bir tabana oturacaktır. Son zamanlarda beni rahatsız eden konu, sakalı tutmamış gençlerin bile şiirlerine üç beş Arapça söz yerleştirmeleri oluyor. Anlamlarını bildiklerinden şüphe duyduğum bu tür yavanlıkları gençlere yakıştıramıyorum. Çünkü bütün söylenenler bir yana, şiir bir dil işidir. Türkçe ise, doğru dürüst Türkçe, Arapça ise doğru dürüst Arapça … Teknolojik gelişmeler içinde İngilizce tam bir dayatma içinde. Kanımca edebiyatçılara önemli sorumluluklar düşmektedir. Dil namus gibidir şair için. Namusumuza kol kanat germek zorundayız.
Şiir, bir dil konuşulduğu sürece etkinliğini sürdürür. Son yıllarda ” Şiir tıkandı… Şiir ömrünü tamamladı … Şiire gerek kalmadı … ” gibi sözler ediliyor. Bunlar geçici yerinmeler. Şairler birbirlerine saygılı, sevgili yaklaşırlarsa, şiir yolunu bulur, yolunu bilir.
Sabahattin Yalkın