Gestapo ile Randevu, İlknur Peder
Bugün Gestapo ile randevum vardı. Gestapo da kim diyeceksiniz, bir zahmet Google Amca’ya sorarsanız Gestapo’nun Nazi Almanya’sında ve Nazi kamplarında görev alarak dayatılmış olan kurallara hiç tavizsiz itaat edilmesini sağlayan acımasız faşist polis teşkilatı olduğunu söyleyecektir.
Bir ayı aşkındır içinde bulunduğum Nazi kampının Gestapo’su sevgili diyetisyenimin, hiç kilo veremediğim için bana atacağı fırçaları, söyleyeceği lafları düşündükçe seanstan kaytarmak, kaçmak istedim.
Psikolojide direnç diye bir kavram vardır; bilinçaltımız, yıllardır alışageldiği yaşam sisteminin, rutinlerinin, ritüellerinin değişmesinden rahatsız olur. Bu değişimleri bireyin yaşamına tehdit olarak algılar ve bireyi korumak amacıyla değişimlere karşı direnç gösterir. Kişinin hayatında oluşturmaya çalıştığı yeniliklere, yeni düzene olumsuz duygular hissetmesine, olumsuz düşünceler geliştirmesine yol açar.
Diyetisyenime Gestapo adını takmamın, seanstan kaçmak istememin, diyete başladığımdan bu yana kendimi Nazi kampındaymışım gibi hissetmemin bilinçaltımdaki direncin marifetleri olduğunun farkındayım. Ne kadar zorlansam da, çile çeksem de tüm bunların direnç olduğunu, her şeyin yoluna gireceğini, bedenimin de psikolojimin de bu yeni düzene alışacağını ve kilolarıma yavaş yavaş veda edeceğimi sık sık kendime hatırlatıyorum.
Kıymetli diyetisyenim namı diğer Gestapo, tahmin ettiğim gibi bana bir sürü fırça atmanın yanı sıra değerli bilgiler verdi. Karbonhidrat krizi yaşıyormuşum, uyuşturucu bağımlılarının yaşadığı madde yoksunluğu gibi bir şey yani. İnsülin direncim de oldukça yüksek. Zaten şeker hastası olmanın sınırlarında dolaştığımı görünce diyete başlamaya karar vermiştim. Yıllardır karbonhidrat ağırlıklı beslendiğim için bağırsaklarımda karbonhidrat ile beslenen bakteriler çoğunluktaymış. Tabi bu diyet sürecinde karbonhidrat sever bakterilerim yeterince beslenemeyerek aç kalıyorlar ve bana karnımda, beynimde ziller çaldırıyorlarmış. Bu bakterileri aç bırakarak ve probiyotik desteği ile bana karşı açtıkları bu isyanı bastırmayı hedefliyoruz.
Diyet listesine itinayla uymama rağmen bir aydır yüz gram bile verememin faili ise bana dünyaları dar eden insülin direnci… Haftalardır o tatsız tuzsuz sunta kılıklı form krakerlerini kemiriyorum, sabahları yumurta yiyorum yahu! Tatlı niyetine yediğim tek şey sadece ve sadece kuru kayısı! Üç öğün yeşillik yemekten kuzuya döndüm, o sıkıcı bitki çaylarına, lezzet fakiri light peynire ve yemem gereken chia tohumlarına falan hiç girmeyelim. Ve tüm bu çilelere bir ay boyunca katlandıktan sonra elde var sıfır! Diyetisyenim, insülin direncim ile baş edebilmem için ilaç kullanmamı önerdi. Ben ilaç kullanmak istemiyorum ki… Elbette gerekliyse ilaç kullanılmalı ama tek seçenek bu olmasa gerek.
Diyetisyenim, zorluklarla dolu bir hayatım olduğunun farkında. Diyet sürecine başlamamla birlikte her şeyin benim için çok daha güçleştiğini görüyor ve pes etmemi istemediği için işleri benim adıma kolaylaştırmaya çalışıyor. “Akıntıya karşı kürek çekmek seni yorar” diyor. Onu anlıyorum, ama ben doğduğumdan beri akıntıya karşı kürek çekiyorum ki… Hayatta kalmak için öğrendiğim tek yöntem akıntıya karşı kürek çekmek…
İlaç kullanmadan insülin direncim ile baş edemez miyim acaba?