“Gürültüsüz Gece Kelebekleri’nin İzinde” Hatice Eğilmez Kaya’nın Şiiri
Selami Karabulut
Şiirin az sözcükle en etkili söz söyleme sanatı olduğu kabulünden yola çıkarak söyleyecek olursam, şiirin anlamı, yarattığı büyünün ta kendisidir. Tarihin çeşitli dilimlerinde şairler büyücü sanılıp horlanıp hatta katledilmemişler midir? Varlıklarından korkulsa da geniş kitleleri etkilediği için şiirin gücü tartışılmaz.
Hatice Eğilmez Kaya’nın, “Gürültüsüz Gece Kelebekleri” kitabını okurken lirizmin şiirde ne kadar önemli olduğunu bir kez daha
düşünmeden edemedim. Kaya, sözcüklerin tılsımlı çağrışımını bilen bir şair. İncelikli bir söylemin içinden usul usul dönen bir hale içinden
sesleniyor okura. Oldukça açık, rahat ve yalın bir dili var. Böylesine bir söyleyişle gizemli bir atmosfer yaratmak oldukça güçtür. O, bunu
ustalıkla beceriyor. Onun derdi büyülü bir dille okuru avlamak değil kuşkusuz. Bu onun şiiri iyi bildiğinin bir göstergesi sadece
Onun derdi zamanla.
Varoluşsal trajedisinin ekseni zamanını akışı içinde şekillenip ete kemiği bürünüyor. Bir fotoğraf sanatçısının objektifiyle anı dondurması
gibi şiirleştiriyor zamanı. “An” onun için geçmişle geleceğin arasında dondurularak çekip alınmış bir kareden ibaret değil; bütün zamanları içinde barındıran bir ana kumanda merkezi. O baktığı yerden, hem kadim gerçeklerin içinden seslenen bir edasıyla konuşuyor hem de modern çağın bilgeleri gibi güncel meseleleri dert ediniyor. Kendine has savruk diliyle yalpalaya yalpalaya ilerlerken şiirlerinde birden izler
silinip belirsizleşiyor, renkler yer değiştiriyor, yakınlar uzaklaşıp var olan yok oluyor, yepyeni bir güzergâh beliriyor ufukta. Okur tam da yakalamışken ucundan bir şeyleri o, “benim işim sana yol göstermek değil.” diyor. “ben sadece sana sadece tılsımlı yalanlar fısıldadım.”
Kaya’nın amacı şiir yazmak değil belki de. Hayatın anlamsızlıklar etrafında döndüğünü bile bile ona, bir kıyafet giydirme arzusu. Bu
kıyafet dikişleri tersinden dikilmiş, eniyle boyu her an yer değiştiren, astarı dışında, yakaları içe dönük, bütün beğenileri ters düz eden bir zihnin maharetiyle tasarlanmış gibi albeniden uzak bir arayışın ürünü. Kaya, bu anlamı arayışını verili dilin dışındaki olanakları da kullanarak yapıyor. Bu nedenle Rilke’nin de yoğun bir şekilde kullandığı “peri,” gibi doğaüstü imgelere başvuruyor.
Hızla eksilerek ilerleyen yaşamın akışını, eteklerini sürükleyerek geçip giden bir kadına benzetiyor. Bu oldukça etkili bir imge. Arkasında
bıraktığı hesapsız bir boşluk var o eteklerin savruluşunda, hiçbir mekâna sığmayan kalp çarpıntısı. Mekân dediğimiz dünya zaman da bize lütfedilen hayatsa ne kadarına sahip olma şansımız var ki? Bu nedenledir ki düşünen hayvan olarak ölümlü olduğunu bilse de ölümsüz gibi yaşayan insansoyu, ömür denen boşluğu beyhude doldurmaya çalışmasından dolayı Sisyphos’a ne çok benziyor değil mi? Cezası da bunun bilincinde olması.
Evet, arkasında bıraktığı hışırtıdan ibarettir her şeyin hızla yok oluşa doğru devrilmesi. Şairin, dediği gibi eteklerini toplayıp giden
gidene. O hışırtının arkasından koşup gitmekle durmak arasında bocalayıp dururken bin bir hal içinde çarpan kalp, bir saatin tekdüze tıkırtısı gibi yavaş yavaş sönümlenmeye başlar. Tıpkı Hatice Eğilmez Kaya’nın dedi gibi: “Kırık bir sazdır kalp, namesi son yazdan ibaret.” Ama şairler iflah olmaz umut ustalarıdır. Oysaki alkolün bardakta durmadığı gibi şiirler de boşuna doldurmuyor
kâğıtları. Silgi sildiği kadar aşınır, bıçak bilendikçe keskinleşerek tükenir: “şimdilerde şiir yazmıyorum sık sık / anlamıyorum geçmiş zaman nasıllarını dinleyip / yine de akşam oluyor sinsice”
Çoğunlukla şiirlerinde günlük dilde kullanılan sözcüklerle yazıyor Hatice Eğilmez Kaya. Farklı olma kaygısına düşmeden akışına bırakıyor şiiri. Onun içtenliğin göstergesi olan bu doğallık, onun şiirindeki “özün;” de ipuçlarını veriyor. Oradaki öz yani “şiir öznesi” içe dönük
yaşayan bir kadının gömüldüğü duvarların arkasından dünyanın haritası. Gözleriyle gördüklerinden, parmaklarıyla dokunduğundan daha fazlasıdır o dünya, sezgileriyle keşfedip fethettiği bir evrenin ta kendisidir. Şair dünyanın içinde değil dünya onun içinde. Onun şiirlerini okurken duvarların arkasındaki kadının yüzü canlanıyor gözümde. Akşamın yavaş yavaş yakıştığını buruk bir hüzünle izlerken gözleri bir şeyleri yitirmiş gitmiş gibi uzaklara bakıyor sürekli. Okuduğu kitaplarla dışarıdaki yaşamın arasındaki mesafedir o uzaklık. Gerçekler ne kadar yakıcıysa hayaller de bir o kadar sancılı. Bu nedenle içerisinin ürkütücü düzeniyle dışarıdaki kaosun arasında kalmış bir köprü gibidir gözleri. Hatice Eğilmez Kaya, işte tam da jilet gibi keskin bu hattın ortasında durarak kuruyor şiirini. Her şeyi sürekli derli toplu tutmak için çırpınan bir kadının dışarıdaki karmaşanın her an içeriye de dolacağını bile bile yaşamanın gönencidir ısrarı. Bu diyalektik belirsizlik onun şiirinin bütün hücrelerine kadar sirayet etmekte.
Şiirini dinamitleyen ruh hali, iki uç noktaya gidip gelen bir sarkaç görevi yapıyor. Evin huzurlu bir köşesinden dışarıdaki kaosun her bir halini görüp, insana dair olan her şeyle yüzleşmesine aracılık ediyor. Onun şiiri bu nedenle tek bir boyuttan oluşmuyor Gerçekle hayal; ölüme yaşam; gitmekle kalmak, sevinçle gözyaşı iç içe. Bir histeri nöbetini yakalanmış gibi gelgitleri. O bütün bu zıtlıkları çocuksu bir saflıkla ayni potanın içinde buluşturup eritiyor, damla damla akıtarak kâğıtlara döküyor. Tanpınar’ın dediği gibi “Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında; Yekpare, geniş bir ânın Parçalanmaz akışında.” onun şiir öznesi.
Yeterince işçilik yapmamış izlenimi uyandırsa da yarattığı atmosferden oldukça etkili Hatice Eğilmez Kaya’nın bu da şiirini oldukça güçlü kılıyor. Zaten onun derdi göz doldurmak değil içinde sıkıştığı sonsuzluğun kapaklarını aralayarak azıcık soluklanmak. Şiir, şairin içinde
yasadığı cehennemden püsküren lavlar değil mi zaten? Önemli olan o ateşi örgütleyebilmek Hatice Eğilmez Kaya, öyküler ve denemeler yazıyor, epeyce bir çocuk kitabı var. Çok yönlü bir şair. Poetik bilgisinin sağlam olduğu dergilerde yazdığı çeşitli yazılardan ve art arda çıkardığı kitaplarından belli. Rahat yazıyor, dili akışkan ve yalın, sahici. Bu birikim ve ustalık şiirine de yansıyor. “Gürültüsüz Gece Kelebekleri,” adı gibi sessiz sakin okurun kalbinde yer etmeyi bekliyor. Bunca şiir enflasyonun içinde iyi yapıtların keşfedilmesi zor. Şiir de zaten gayya kuyusuna kalbin sesini fısıldamak değil mi? Buna sağır olmayacak kulaklar elbette bir yerlerde vardır.