halikarnas balıkçısı’ndan şadan gökovalı’ya son bir merhaba / İsmail Zorba
Bir merhaba temizliğinde, bir merhaba saflığında, bir merhaba yeniliğinde buluştular. Altıncı kıtanın kaşifi Akdeniz’in üzerinden Ege’ye baktı. Tabiat yer gök mavi, iç içe dantel dantel işlenmiş saklı koylar ve efsaneleri, hikâyeleri. Adımladığı her yere bir merhaba salar, o merhabada asırların sessizliği çözülür, dile gelirdi. Bu merhaba Halikarnas Balıkçısı’nın keşfettiği özel bir kıtanın sesiydi. Adı Altıncı Kıta. Ve altıncı kıtanın çocukları yerin göğün bu cennetinde bir araya geldiler. Halikarnas Balıkçısı’nın söylencelerinde, efsanelerinde bu toprakların asırlar öncesinden söylenmiş sözlerini buldular.
Ege’den Akdeniz’i saran bu topraklarda yaşanmış onca medeniyetin izleri taşa bürünmüş kaybolmuş, sırlanmış bir yerlerde bekliyordu ozanını. Ozanın dilinde bir merhaba, her şeyi kestirmeden söylemek lazım, diyordu. Okumak, gezmek ve yazmak lazım, diyordu. Okudu adım adım. Her bir koyda, her bir adada, her bir kıyıda buldu el değmemişliğin mitolojisini. Sümer’den, Karya’dan, Lidya’dan, Frigya’dan, Roma’dan Selçuklu’ya ve ismi satır aralarında kalmış insan seslerine tercüman oldu. Asırlar öncesinin artık bugün yaşamayan inançları, gelenekleri, efsaneleri mitolojinin çemberinden geçti. Akdeniz’in Ege’nin mavisinde, yeşilinde tanrılar katından halka indi. Her bir bitki, her bir canlı, dağ, taş, ova hikâyesini buldu. Tanrıların coğrafyasında Zeus, Persopone, Medea, Afrodisias, Hades ve niceleri dile geldi. O bu coğrafyanın son konarlarının da öykülerini dile getirdi. Halikarnas Balıkçısı’nın merhabasında onlara da yer vardı. Yörüklerin bu coğrafyada hayat bulmasını dile getirdi. Ne de olsa insan denilen varlık Akdeniz’in, Ege’nin çocukları değil miydik? Bu coşkun epopelerin ozanı yazdı, yazdı. Akdeniz’in, Ege’nin çocuklarına miras bıraktı geleceğin merhabalarına. Güneş doğdu güneşin ülkesinde, gün batımında ay çıktı meydana yakamozların alıcılığında deniz gökyüzüne kavuştu. Uzun uzun seslendiler sirenlere.
Üzerinden bir yıl geçti. Halikarnas Balıkçısı’nın manevi evladı Şadan Gökovalı da sonsuzladı merhabasını. Balıkçının dizinin dibinde öğrendiği bütün güzellikleri Akdenizli, Egeli merhabalarında kutsadı. Önce rehberlik etti aynı Balıkçı’nın “Mavi Yolculuk”undaki gibi bu toprağa yepyeni merhaba salmak isteyenlere. Sonra Balıkçı’nın ardında boynu bükük kalmış seslenmeyi bekleyen hikâyelerine bir merhaba eklendi. Sadece altıncı kıtada değil artık bu cihanda dile geliyordu mavinin ve yeşilin sonsuzlamaları. Ve Balıkçı’nın evladı yepyeni evlatlar yetiştirdi. Bu tabiatın çocuklarına yepyeni merhabalar söylenmesi adına
Her şey bir merhaba ile başladı. Bu merhabaya önce Sabahattin Eyüpoğlu, sonra Melih Cevdet derken Azra Erhat, Oktay Rifat, Mîna Urgan, Can Yücel, Yaşar Kemal, Abidin Dino ses verdiler. Akdeniz’in, Ege’nin sesine yepyeni merhabalar başlığında eserler verdiler. Unutulmuş, terk edilmiş ya da efsunlanmış bütün güzellikler bir merhaba heyecanında insanlığın hikâyesine eklendiler.
Ve Balıkçı’nın manevi evladı Şadan Gökovalı aşkla, şevkle hiç hayır demeden aktardı, ekledi, yetiştirdi. Balıkçı’nın bir merhabasına yüzlerce merhaba ekledi. ‘’Anamdan doğdu doğalı,Muğlalıyım Muğlalı.’’ olduğunu söyleyen hayatı boyunca doğduğu yerden tüm Ege’ye, Akdeniz’e evrenin dilini söyledi. ‘’Yaşamımdan şiiri çıkarırsanız,geriye sadece giysilerim kalır.’’ diyen ustaların merhabacısı masalları, efsaneleri, destanları hatta makalelerini bile Şadanca şiir dilinde söyledi. Ki bir merhabanın coşkusu da şiirin dilinde değil miydi?
Bir merhabanın vergisi olur mu? Olur dostlar!. Bir merhabanın saflığında, yeniliğinde onun müjdesini, ışığını göremeyenler için olur. Yine ne diyordu Akdeniz’in, Ege’nin ve de Balıkçı’nın evladı :”Benin Halkım Ey / Feleğin Sillesini yemişim / Kalem vermemişler elime / Diyeceklerimi türkülerle demişim”
Bilirim Ustam!. Sen hiçbir merhabanı yazdıklarından okumadın. Yazdıklarını bile bir merhabanın doğallığında sözlerinle Şadanca aktardın. Dünyanın harikası koylarında doğduğun o cennet diyarda Gökova’da diyeceksin son merhabanı. Biz de senin ardından Balıkçı’nın ardından Mavi Yolculuk’lara sefer alıp söyleyeceğiz Akdeniz’in, Ege’nin merhabalarını..
-mavi yolculara-
Verimli oranı aşan ağaç tünelidir
Toz yerine altın saçan o yolun Gökova
Evlerin al kiremitli,apak binalıdır
Mavi,yeşil donanmıştır sağ-solun Gökova
Denizin,azmakların var;gölün,akarın var
Bhar çiçekleri gibi yaz kış kokarın var
Seni kuşbakışı seyreden yüce Sakar’ın var
Binbir ormana bedeldir bir dalın Gökova
Kıyıların plaj olmuştur Artemisyalar’a
Günnük,mersinler uzatır dal akasyalara
Ün salacaksın,Afrika,Avrupa,Asyalar’a
En lüks yatlara değişmem tek salın Gökova
Meltemin,büyülü tarak,okşayan saçları
Bitkinin en güzelleri süsler yamaçları,
Donatıp dillendirirler kuşlar ağaçları,
Şafak,gurup büründüğün al şalın Gökova
Yüzlerden ve bacalardan salt mutluluk tüter
Her köşesinde cıvıl cıvıl kuşlar,bülbül öter
Çok bitektir,toprağına insan diksen biter
Halkın temiz,yürekleri saf,yalın Gökova
Karpuzun bal şerbettir,suyunun yok eşi
Yıldızların fener,ay aratmaz güdneşi,
Yemiş ve zeytinlerinin aç doyurur beşi
Yurtta,dünyada eşsizdir çam balın Gökova
Balıkçı der ki : ‘’Görüp ölme Napoli’yi,
Gökova’yı gör ve yaşa.’’ Elbet daha iyi.
Sana karşı beslediğim duyu ve seviyi
Anlatsam,kitabın olur çok kalın Gökova
Balıkçı’yı götürmüşler semete,şaşırmış.
Hemen sormuş: ‘’Hani Cova ?’’
Seni aranırmış.Gezelim dünyayı,insan göze inanırmış
Her yaprağın mektup olsun ben pulun Gökova
Kıskandırır ressamların yeşil,mavi,alın
Dünyanın öte ucunda olsan sarar kolun
Büyüler dantel koyların,ovalarca halın
Kabul et olayım sadık bir kulun Gökova !