Hasan Hüseyin Korkmazgil’in 26 Eylül 2023 günü, Sivas’ın Gürün kazasında yapılacak büst açılışına gidemiyorum. Orada okunsun diye bu yazıyı yolluyorum. Büstü görmeden yazdığım bir yazı bu. Hasan Hüseyin üstüne daha önce yazdım, yine yazarım. Fakat bir büst üstüne, üstelik görmediğim bir büst üstüne ilk kez yazıyorum.
Peki zor mu? Hayır.
Tek bir nedenle, hayır. Hasan Hüseyin’i görmüş olanlar bilir, ben de iki ya da üç kez görmüş, iki kez konuşmuştum, Nazım Hikmetin dizeleriyle tanımlanabilecek bir baştı o, ‘yoldaştı o!’
Şiir profiline, bu eski moda bir tanımdır, en uygun kafalardan birini taşır Hasan Hüseyin gövdesinin üstünde. O başı taşımak için, ona destek olsun diye verilmiştir gövde ona.
İlkinde yakından görmüştüm. Çok yerde yazdım, Ankara Sanatsevenler Derneğinde, olasılıkla 1974-75 yıllarından birinde, bir felsefe seminerleri haftasında, oturduğum sıranın hemen arkasında, Metin Altıok ile birlikte, ikisi de ayakta, rakı içiyorlardı: Süt beyaz rakısını yudumlayan güvercin beyazı bir kafanın şairiydi o.
Nazım Hikmet “Gece Gelen Telgraf” şiirinde adeta Hasan Hüseyin’i tanımlar: “O mükemmel bir kafa/mükemmel bir yürek/yumruklarıyla erkek/gözleriyle çocuktu./ Hudutsuz ve Allahsız bir baştı o./Yoldaştı o.”
İkincisinde Çankaya sırtlarında karşılaşmıştık. 1980 olabilir. Şiirini herkesin bilmesinin, kafasının içindekilerin ‘harikulade şeyler, fikirler’ olmasının yanı sıra, başı da Kelepçenin Karasında Bir Ak Güvercin olarak uzaktan da belli oluyordu.
Bir yontu gibi oyulmuş, işlenmiş, acılara tutunan saçlarının beyazlığıyla, şiirini, aklını, düşlerini, düşüncesini taşıdığı rüzgarıyla özgür bir baştı o.
Onu görünce bir yontunun, heykelin canlanmış olduğunu düşünürdünüz, düşünürdüm. O gün de öyle oldu, yanına gittim, selam verdim, kendisini, şiirini sevdiğimi söyledim, sıcacık sözleriyle, iyiliğin gözleriyle konuştu benimle.
Onu böyle gördüm, böyle düşündüm.
Büstünü görmeden de onun iyiliğini, sıcaklığını taşıdığını düşünüyorum.
“Memleketimiz Sivas/Kazamız Gürün/İstanbul illerinde/Sürün Allahım sürün” demişti ya, şairden bizi bağışlamasını dileyerek, bu dörtlüğünü yeni moda lafla ‘güncelliyorum’: “Memleketimiz Sivas/Kazamız Gürün/ Hasan Hüseyin aşkına/ Gelin şairi görün!”
Büst: Sıfat.
Büste baktığınızda, yani bir şairin sıfatında kaç şair, kaç aşık, kaç ozan birden göreceğinizi bir düşünün! Müthiş bir coşku! Tekmil Anadolu’yu çağ içinde çağ, şiir üstüne şiir görüp sevineceksiniz ki işte Hasan Hüseyin, kişiliğinde de, şiirinde de halkın seslerini, sözcülerini toplamış, kaynaştırmış, buluşturmuş adamdır. Turaç” şiirinde Pir Sultan Abdal’ın, Dadal’ın, Karacoğlan efendimizin, Bayburtlu Zihni’nin cem olduğu gibi tıpkı. O türküyü anıp da şu dizesini almamak olur mu? Olmaz! “Bakma turaç bakma bana el gibi”.
Türkçenin ulu’su Yunus Emre’dir ki aşkolsun ona! Cumhuriyet Türkçesinin hası da Nazım Hikmet’ten gelir, hem de ilk yüzyıla adını veren şair dostun düşmanın, memleketin dünyanın, yerlinin yabancının gönülbirliğiyle kabul ettiği üzere Nazım Hikmet’tir. Cumhuriyet şiirimizin onun paltosundan çıktığını da el bilir alem bilir.
Büyük şairlerin kaderi de bazen bir ülkenin kaderi gibidir. Nazım Hikmet de memleketine sığmamış, sığdırılmamış, başka diyarlarda, iklimlerde, dilinin de gurbetinde yaşamak zorunda bırakılmış, ölüme gider gibi sürgüne, sürgüne gider gibi ölüme yollanmıştır. Kalbi en uzak yıldızla beraber çarparken, hayali, rüyası, gözü, gönlü de memleketinde kalmıştır. Artık sağlığında görmekten umudunu kestiği ülkesinde hiç olmazsa Anadolu’da bir köy mezarlığına gömülmeyi diler, ama böylesine alçakgönüllü bir istek bile ona çok görülmüştür. Kim bilir belki de Anadolu toprağına gömülürse orada yeniden yeşerecek, şiirleri yüzlerce yıl daha halkıyla buluşacaktır. “Vasiyetinde de bunu dileyecektir: “Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü/ölürsem kurtuluştan önce yani/alın götürün/Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni”. Bitirirken de “ve de uyarına gelirse/tepemde bir de çınar olursa/taş maş da istemez hani” diyecektir.
Şairler dillerinin de kaynağı, pınarı, yaylası, ovası olan Anadolu toprağına gömülmeyi, orada dizeleriyle yeniden doğmayı, belki sonsuza dek yaşamayı dilerken, bu toprakların evladı olan bir başka şair Hasan Hüseyin’se yurdu olan Gürün’de, Anadolu’nun tam ortasından Kızılırmak’a bakacak, Acıyı Bal Eyledik diyecektir ki, bu da onun gülümsemesine, iyiliğine, şefkatine, saflığına ve yalınlığına sayılacaktır: “ekmeği bol eyledik/acıyı bal eyledik/sıratı yol eyledik/geldik bugüne.”