“HER ÜLKEYE BİR SOLANAS LAZIM”
Sanırım 1990 yılıydı. Şu anda kapanmış olan Megapol Sineması’nda bir film izledim. Müzik, dans ve hüznün beni sarıp sarmaladığı saatler sonunda koşarak eve döndüm. Oğlumun okuldan dönme saatiydi, biraz geç kalmıştım kapıda kalır telaşı ile koşturuyordum. Filmin adı Güney (Sur, 1988) yönetmeni de Fernando Solanas’dı. İnternetin, akıllı telefonların olmadığı yıllardı. Yönetmen hakkında araştırma yapmaya başladım. Sonra bir festivalde Tangolar, Gardel’in Sürgünü (1985) filmini izledim. Kızgın Fırınların Saati (1968), Yağma Anıları (2004) filmlerine yıllar sonra ulaşabildim. Hatta birkaç filmini bu yıl onu kaybedince izledim. (Bulut (1998), Yolculuk (1992), Argentina Latente (2007)). Covid-19 bizden pek çok değerli insanı aldı. Bunların en önemlilerinden biri de Fernando Solanas’dı.
1936 yılında Buenos Aires’te doğan namı diğer ‘Pino’yu 2020’nin Kasım ayında Paris’te 84 yaşında kaybettik. Fernando Solanas yaşamı boyunca politik duruşundan hiç ödün vermez ulusal sol savunuculuğu yapar ve Üçüncü Sinema akımının öncülerindendir. Solanas filmlerinde ülkesinin ve bütün Latin Amerika’nın yaşadığı darbeleri, politik hareketliliği, halkın direnişleri ile yaşadığı acıları anlatır. Hayatında da ülkesinin ve Latin Amerika’nın siyasal ve sosyal durumuyla paralel bir dönüşüm görürüz.
Fernando Solanas hukuk, tiyatro ve müzik eğitimleri almıştır. İki kısa filmin ardından oldukça uzun bir belgesel olan Kızgın Fırınların Saati’nin hem yönetmenliğini hem de yapımcılığını yapar. 1968 yılından ölene dek kamerayı elinden bırakmayan Solanas politik yaşamı ile sinemayı birlikte götürür. Belgeselden kurmacaya, yönetmenlikten senaristliğe ve yapımcılığa sinemanın her alanında çalışır. Sinema salonlarında gösterim şansı bulmuş geniş kitlelerin izleyebildiği kurmaca filmleri Güney ve Tangolar’dır. Diğer kurmaca filmleri ise Bulut ve Yolculuk’tur. Belgeselleri ancak festivallerde gösterilebilmiştir. Bu dört kurmaca filmi büyülü gerçekçilikten beslenen sembollerle bezenmiş her biri üzerinde uzun uzun okumalar yapılacak filmlerdir. Solanas Bulut filmden sonra hep belgesel çeker. Zaten filmografisinde belgeseller ağırlıktadır.
Solanas, Arjantinli meslektaşları Octavio Getino ve Gerardo Vallejo ile birlikte 1968’de Cine Özgürlük Grubu’nu kurdu ve bu grubun ilk üretimi olan Kızgın Fırınların Saati Arjantin’de darbe döneminde gizli olarak iki yılda çekilmiş ve Peronistlerin iktidara geldiği 1973 yılına kadar da gizli olarak gösterilmiştir. Kızgın Fırınların Saati filmine başladıktan sonra Octavio Getino ve Fernando Solanas 1969’da ‘Üçüncü Sinemaya Doğru’ manifestosunu kaleme alırlar. Bu manifesto Hollywood’un klasik anlatısının dışında aynı zamanda Avrupa’da çıkan pek çok sinema akımının da dışında bir sinema dili önerir. Seyircileri izleyici konumdan çıkıp aktif katılımcı olmasını ister bu hareket. Manifestoda yine ‘Bu uzun savaşta silahımız kameradır’ denir. Ayrıca gerilla savaşı gibi film çekmek gerektiği söylenir. Avrupa’daki akımlar Fransız Yeni Dalga, İtalyan Yeni Gerçekçiliği klasik anlatı sinemasının dışında konumlanırlar. Modern anlatı özelliği taşırlar. Bu özellik de Üçüncü sinemaya yol açmıştır. Modern Sinema 1961’lerde ana akım sinemaya özellikle de Hollywood sinemasına bir tepki olarak doğmuştur. Latin Amerika ülkelerinden çıkan ve Üçüncü Dünya ülkelerinden adını alan ‘Üçüncü Sinemaya Doğru’ bu coğrafyanın ilk sinema kuramıdır.
Kızgın Fırınların Saati filminin adından biraz bahsetmek istiyorum. Solanas sinemasının tüm metaforlarını ve temalarını çözmek için bu filmin adının neden bu olduğunu bilmek gerekir. Avrupa’dan gemilerle gelen kaşifler Güney Amerika sahillerine yaklaştıklarında, karanlıklar içinde parıldayan yüzlerce ateş gördüklerini söylerler. Bunlar kıtanın yerli halkının (İnka, Aztek, Maya) yemek pişirmek için yaktıkları ateşlerdir. Bu nedenle Latin Amerika’nın sömürgecileri buraya ‘Ateş Ülkesi’ demişlerdir.
Bir tek Kızgın Fırınların Saati filmine bakarak Solanas’ın büyüklüğünü görmek mümkündür. Yine büyük bir belgesel yönetmeni olan Patricio Guzman’a göre bu film belgesel türünün kaderini değiştirmiştir. Guzman bir söyleşisinde “O andan itibaren belgeselcilerden beklenen sözde nesnellik iddiası hükmünü yitirdi, öznel bakış merkezi bir konum kazandı” der.
Solanas politik duruşunu her zaman açıkça belirttiği ve Peron’u desteklediği için suikasta bile uğrar. Peron iktidarda iken 23 Mart 1976 gecesi Solanas, Astor Piazzola ile yemek yer evine dönerken tankları görür. 24 Mart günü de darbe olur. Cunta tarafından öldürüleceğini öğrenen Pino Paris’e gidip yerleşir. Böylece sürgün hayatı başlar. 1983’te tekrar yurduna dönen Solanas politik filmler yapmayı sürdürdüğü gibi politik hayatın içinde de yer alır. 1991’de Başkan olan Carlos Menem’i açıkça eleştirdikten birkaç gün sonra ayaklarından kurşunlanır. Ardından 1992 seçimlerinde Buenos Aires Senatörlüğü için adaylığını koyar kazanamaz. Ertesi yıl Eyalet Meclisi’ne seçilir ve 1997’e kadar bu görevde kalır. 2007’de bu kez devlet başkanlığına aday olur. 2009’da Senato Üyeliği’ne seçilir. 2013-2019 yılları arasında Buenos Aires Senatörü olarak mecliste yer alır. Son olarak Arjantin’in UNESCO Elçiliği görevini yürüttü.
Tekrar filmlerine dönecek olursak Güney ‘kendi yurdunda sürgün’ olanlara adanmış bir filmdir. Astor Piazzola’nın müziğiyle dansla unutulmaz sahnelere imza atan Solanas büyülü gerçekçilikten beslenen şiirsel bir film çekmiştir. Güney’le Cannes’da En İyi Yönetmen Ödülü’nü alır. Yönetmen güney dediğinde sadece Arjantin’in güneyini değil tüm Latin Amerika’nın güneyini kastetmektedir. Tüm filmlerinde bu ifadeyi kullanır.
1983’te yurduna döndükten hemen sonra tekrar Paris’e giderek Tangolar filmini çeker. Yılmaz Güney’e adadığı bu film, Paris’te sürgünde olan bir grup Arjantinli sanatçının, tangonun yıldızı Carlos Gardel’e ithafen yapacakları gösterinin hazırlıklarının hikayesidir. Astor Piazzola’nın müzikleri ile hüzünlü ve şiirsel bir filmdir. Güney ve Tangolar müziklerinin sözlerini ise Solanas kendi yazmıştır. Tango onun filmlerinde önemli bir metafordur. Bir tutkunun ifadesi olan tango kendi yurdunda belli bir kesimi temsil ederken, yurtdışında tüm yurdu hatta tüm Latin Amerika’yı temsil eder.
2001 yılında Arjantin büyük bir ekonomik kriz yaşar. Bunun ardından Solanas belgesel film çekmeye ağırlık verecektir. Yağma Anıları (2004), Hiç Kimsenin Onuru (2005), Argentina Latente (2007) bu belgesellerinin en önemlileridir. Vahşi kapitalizmi, neoliberal politikaları, yaşanan yolsuzlukları ve halkın gittikçe yoksullaşmasını gözler önüne sererken halkın direnişini de gösterir.
Berlin Film Festivali’nde en son gösterilen belgeseli Zehirli Köylere Yolculuk’tur (2018). Bu son filminde Arjantin’de tarımda kullanılan kimyasallara dikkat çeken yönetmen zehirlenen toprağı ve insanları anlatır. Kendi de araştırmada denek olur, marketten aldığı sebzeleri yiyerek kanında var olan kimyasalları tespit için tahlil yaptırır ve anormal derecede kimyasal olduğu görülür.
Yalçın Savuran hocamız Solanas filmlerinin okuması sırasında şöyle bir şey söyledi “Her ülkenin içinden geçtiği süreçleri anlatacak bir Solanas’ları olsa keşke”. Ne kadar doğru söylemiş değil mi? Bu büyük yönetmen küçücük bir virüse yenildi ama sepetinde çekimleri bitmiş post-prodüksiyonu yapılacak bir belgesel bırakarak gitmiş. Yani ölümünden sonra da bizimle olacak “Pino”.
Neşe Ürel