insana ve öze dönüşün şairi
Karakış yavaş yavaş kendisini hissettirirken yayımladık Veysel Çolak’ın “O Şiiri Neden Yazdın” kitabını. Her biri kısa fakat etkin ve darası alınmış yazılar. Tıpkı şiirin ta kendisi gibi. Soran ve sorgulayan yazılar. Veysel Çolak; şiiri sevenlerin ve şiir için emek harcayanların bir adım yakınında, elinizi uzatsanız ona değersiniz. Dergimizin beşinci sayısında söyleşmiştik onunla. Bizi yine kırmaz, dedik ve “O Şiiri Neden Yazdın” hakkında hazırladığımız soruları her gün tek tek gönderdik ona. Aldığımız yanıtlardan bu söyleşi oluştu. Teşekkür ve sevgilerle…
Kamil Akdoğan- Hatice Eğilmez Kaya: “O Şiiri Neden Yazdın?” sorusu, kitabınızın adı olmuş. Boşluğa sorulmuş bir soru değil bu. Sevecen de değil. Biraz öfke, biraz itiraz sanki. Öyle mi?
Veysel Çolak: Öyle. Evet, biraz öfke, biraz itiraz ama uyarı daha çok.
İyi bir şiir okuru bir şiiri okuduğunda o şiirin etkileyici bir yanı yoksa, şiir sanatının gerektirdikleri yerine getirilmemişse, yazıldığı an eskimişse, hayatın dışına düşmüşse “O şiiri neden yazdın?” diye şairine sorar kanısındayım. Ben bir şiir okuru olarak okuduğum her şiirden sonra sorarım bu soruyu. Okuduğum şiirde bu soruya karşılık olumlu şiir değerleri bulursam rahatlarım. Anlarım neden yazıldığını, anlarım şairinin amacına ulaştığını. Böyle değil de tersi olursa deliririm. Bu kez “O şiiri neden yazdın?” sorusu; keşke yazmasaydın anlamı kazanır. Bence şairin yıkımıdır bu. Durum bu olunca şiir yazanlar öncelikle “Bu şiiri neden yazıyorum? Bu şiiri neden yazdım?” sorularını sormalılar kendilerine. Önemlidir böyle olması. Şiir sanatına karşı duyulması gereken sorumluluğun yerine getirilmesidir. Şiir yazanın kendine uygulayacağı şiir eğitiminin temelidir.
Öyle güzel şiirler yazmalı ki, bir okur “O şiiri neden yazdın?” diye azarlayamamalı şairi.
K. Akdoğan- H. E. Kaya: Zaman zaman “Türk şiiri insan eksiklidir.” saptamasını yapıyorsunuz. Toplumu oluşturan insanların (bireylerin) çoğunun görmezden gelindiklerini, şiirlerde yer almadıklarını söylüyorsunuz. “O Şiiri Neden Yazdın”* adlı kitabınızda da heteroseksüel olmayan, cinsel yönelişi farklı olanların şiirlerinin henüz yazılmadığı kanısındasınız. Cinsel bakımdan aykırı olanların şiirini yazmak o kadar önemli mi?
V. Çolak: En iyisi kestirmeden söze girmek: İnsan zenginliği bakımından yoksuldur Türk şiiri. İnceleyin. Yazılan şiirlerde tarım ve sanayi işçilerinin, çırakların, tezgâhtarların, esnafların, öğrencilerin, lumpenlerin, adembabaların, genelev kadınlarının, kumarbazların, mahkûmların, gardiyanların, işsizlerin, tımarhaneye düşenlerin, eşcinsellerin şiirlerde bir özne olarak yer almadıkları göreceksiniz. Bunlar toplumun yüzde seksenini oluşturur. Bunun düşünülmesi gerekir ama kimsenin umurunda değil. Herkes küçük burjuvaları yazmakla / anlatmakla yetiniyor. Sadece kendilerini yazıyorlar daha doğrusu. Böylece bir avuç insanın şiirleri yazılmış oluyor. Bu da birçok insanın, dolayısıyla birçok sözcüğün dışlanmasına neden oluyor. Yazılan şiirler insan eksikliyse, kullanılan dil de eksiklidir. Nesnelerin, diğer canlıların yok sayılması da aynı açmazı getirir. Bir domuzun, bir zürafanın… şiiri neden yazılmaz? Soruna bu genişlikte bakıyorum ben.
Bakmayın ataerkil bir toplum olduğumuza. Bu toplumun en az yüzde ellisi eşcinsel bir deney yaşamıştır. Böyle bir toplumsal yapı içerisinde onlara yaşatılan cehennemin, tragedyanın şiiri yazılmalı diye düşünüyorum. Yepyeni sözcükler, yepyeni duyarlılıklar getirecektir o şiirler. Şiiri de yenilenecektir bu.
K. Akdoğan- H. E. Kaya: Şairin şiir kuramcısı olması gerekmiyor diye düşünenler var. Etkilenme korkusuyla başka şairlerin şiirlerini okumadığını söyleyenlerin sayısı da hiç az değil.Böyle bir ortamda siz usta şairlerin şiirlerinin defalarca okunmasından yanasınız. Bununla yetinmeyip eleştirmenlerin, şiir kuramcılarının, şairlerin şiir sanatı üzerine düşünce üreten yazılarının da özümlenmesinden yanasınız.
Kendini böyle bir şiir eğitiminden geçiren birinin özgün şiirler yazması mümkün mü?
V. Çolak: Şiir yazmak isteyen herkesin öncelikle çok iyi bir şiir okuru olması gerekir. Bu gerçeğin hâlâ anlaşılmayışına şaşıyorum. “Şiir ustalardan öğrenilir.” yargısı yabana atılacak bir yargı değil. Şiir tarihine bakılsın. Yeni gelen her şair kendinden önce gelenlerin izinden gitmiş; getirdiği yeniliklerle kendi şiirini kurmuştur. Şiir kalıtını yok sayarak, öncesinde hiç şiir yazılmamış gibi şiiri sıfırdan başlatmak olanaksızdır. Burada önemli olan varlığını sürdüren bir şiirin çoğaltıcısı olmamaktır. Bu bağlamda Turgut Uyar “Bir şiir, ustaları çoğalınca eskir.” diyor. Yani herkes aynı şiiri yazmaya başlar. Önemli olan bu duruma düşmemektir. 1940’lı Toplumcuların başlangıçta Nâzım Hikmet gibi yazmaları imlediğim açmazı çok iyi örnekler. Kısaca, usta şairler çok iyi bilinmeli ki şiirde yapılmayan fark edilebilsin. O yapılmayanın peşine düşülsün. Yine bu bağlamda şiir üzerine yazılmış kuramsal yazılar da çok iyi bilinmeli ki işlerlikte olan şiir bilgileri kavranabilsin. Bu donanıma sahip olununca kişi kendi şiirinin peşine düşebilir. Bu aranış sürecinde özgün şiirini yakalayabilir.
Yazılagelen şiirlerin, şiir sanatı üzerine yazılmış düşünce yazılarının içerdiği şiir bilgileri kavranmadan özgün şiirler yazılamaz. Şiir yazmak el yordamıyla yapılan bir iş değildir.
K. Akdoğan- H. E. Kaya: Friedrich Hegel diyalektiğine karşı; Karl Marks’ın sistemleştirdiği diyalektik yönteme bağlı olduğunuz anlaşılıyor. Şiir yazarken bu yönteme nasıl işlerlik kazandırıyorsunuz. Şiirde diyalektik bütünlük ne anlama geliyor.
V. Çolak: Öncelikle diyalektiğin bir bilim olduğu konusunda anlaşmış olalım.
Gerek doğada gerekse toplumsal yaşantıda hem karşıtlıkların hem de çelişkilerin yoğun olduğu açıktır. Değişim ve eylemlilik (hareket) de öyle. Ben bu bilimsel verilerden yola çıkarak tasarladım yazacağım şiiri. Yaşam gibi işleyişi olan şiirler yazmak istediğim için yaşamın kurgusunu yansıladım bir bakıma. Doğadaki ve toplumsal yaşantıdaki karşıtlıkları, uzlaşmaz çelişkileri; bu çelişkilerin kavgasını olduğu gibi şiire taşıdım. Bu kıyasıya savaşımın büyük eylemlere dönüştüğünü, sonunda olumlu veya olumsuz bir değişime varıldığını gördüm. Şiirde de bunu yaptım. Bu, hangi sözcükleri kullanacağımı belirledi. Hareketi (eylemi) vermek için eylem (fiil) soylu sözcükleri çokça kullandım örneğin. Yazdığım şiirlerde; çelişen olay, olgu ve durumlar aynı anda anlatılır. Yaşamdaki gibi yani. Yaşamın diyalektiği yazdığım şiirlerin diyalektiği olur. Bana bunun dilini, biçimini, biçemini bulmak kalır. Bunun içeriği bütünüyle yansıtmasıyla diyalektik bütünlük de sağlanmış oluyor.
K. Akdoğan- H. E. Kaya: “Varsın işte. Başkalarının, başka şeylerin de var olduğunu unutup sadece kendi varlığınla ilgilenmen kendinde kaybolmana neden olur.” diyorsunuz.** Sizce şiir varoluşsal sorunu aşmak, öze eğilmek midir?
V. Çolak: Varoluş kendiliğinden bir sorun değil bence. İnsan, zamanla varoluşunu bir sorun haline getiriyor. Nesneler böyle bir şey yapmıyor. İnsan öncelikle bunu kavramalı ve mademki istese de istemese var; bu durumda varlığına bir anlam yüklemek için aranışa girmeli, düşünsel ve kılgısal çalışmalara koyulmalıdır. Bunları yapacağı yerde bencilce sadece kendini düşünür, kendi için ağıt yakmaya kalkarsa o insanın yaşamının hiçbir anlamı olmaz, olamaz. Yani kendini böyle konumlandıran birinin kendi özünden uzaklaşmasına neden olur. İnsan, bireysel ve toplumsal değeri olan anlamlar ürettiği oranda insandır. İnsanın özünde de bu vardır. İnsan bu özü geliştirip işleyişe sokacağı yerde; yok sayarsa, bir nesne kadar bile yararlı olamaz.
Anlaşılacağı üzere ben insanın yaptıklarına bakarım. Çünkü insanın kendiliğinden bir anlamı yoktur; insanın anlamı eylemliliğidir. Değişme ve değiştirme sürecine verdiği katkıdır. Bu, insanın özüyle buluşmasıdır.
Şiir yazmak, insanî öze dönüşün olanaklarından biridir. Diğer sanat disiplinleri gibi. Özetle, her anlamda yararlı olmak. Bu bağlamda bu da estetik bir ölçüttür. Yararlı olan güzeldir. Yararlı insan güzeldir.
K. Akdoğan- H. E. Kaya: Şair kendini özgür hissederse şiir yazamaz mı?
V. Çolak: Sınıflı toplumlarda herkes gibi şair de taraflıdır; kendi sınıfının tarafındadır. Karşıtı olan politik ve ideolojik oluşumlarla çarpışarak yazar şiirlerini. Eğer kendine özdenetim (otosansür) uygulamıyorsa; şair, bir şiiri yazma sürecinde kendini özgür hissedebilir. Töreler, gelenekler, antidemokratik yasalar karşısında hiçbir zaman özgür olamayan şair, şiir yazarak özgürleşebilir bir bakıma. Eğer sınırsız özgürlüklere sahip olsa; bireysel ve toplumsal şiirler yazamaz. Böyle düşünüyorum, çünkü şiirin, toplumda ya da doğada, çelişkilerin çarpışmasından çıktığına inanıyorum. Şair bu çelişkilerin çatışmasında taraf olan öznedir. Öyle olmalıdır. Bu durum, özgürlüğünün sınırlarını da belirler. Yani, şair özgür olmadığı için şiir yazar.
K. Akdoğan- H. E. Kaya: İnsanlar, çoğunlukla, beğenilerini dile getirirken ‘keyfaldım’ demekle yetiniyor. Bir film seyrediyor, bir şiir okuyor, denize bakıyor, yemek yiyor…; değerlendirme yaparken kestirmeden ‘keyfaldım’ deyip çıkıyor işin içinden. Sizin tepkinizi çeken bir durum bu. Kızacağınızı bile bile sormak istiyorum: Şiir yazarken keyfaldığınız söylenebilir mi?
V. Çolak: Evet, öfkelendiğim bir durum bu. Neyse…
Hiçbir zaman hazcı (hedonist) olmadım. Elbette bana da iyi gelen şeyler oldu hayatımda. Bu, başka bir şey; şiir yazmak başka…
Şiir yazma sürecinde haz duyulabileceğini sanmıyorum. O süreç cehennemde olmak gibi bir şey bana kalırsa: Bir durum, olgu ve olayla karşılaşacaksınız. Çok etkileneceksiniz. Yoğunlaşacaksınız. Yazmaktan başka çareniz kalmayacak. Yazmaya kalkışınca dille kıyasıya boğuşmaya başlayacaksınız. Yapıdır, biçimdir, biçemdir, sözcük ve dizelerin kurgusudur, özgünlüktür, bağdaştırmalardır, söz ve anlam sanatlarıdır, imgedir…; aranıp duracaksınız. Bu süreç can yakıcıdır. Acı çektirir şaire. Şair, çektiği acıdan haz alabilir belki. Özezer (mazoşist) olabilir. Ama bana göre değil bu. İçime sinen bir şiir yazmış olmak iyi gelir bana. O kadar. Yazma sürecini anımsayınca da şiir yazma isteğim azalır. Başka
bir şey yapamayınca da yeniden o şiir yazma cehennemine girerim. Sonuçta, şiir yazmaktan keyfaldığını söyleyenlerin şiirin ne olduğunu anlamadıklarını düşünürüm.