“İzmir yolcusu kalmasın” sesini duyunca birden irkliyorum. İstanbul otogarında bir çay ocağında buz gibi ve ağızda kekremsi tat bırakan çayı yudumladığım sırada, duyuyorum otobüsüm kalkacak.
Hızla yerimden kalkıyorum, sonrasında da çay ücretini ödeyip otobüsüme koşuyorum. Cam kenarı olan koltuğuma yerleşiyorum. Elim çantama gidiyor ve telefonuma ulaşınca istemsizce O’nu arıyorum. Saniyeler içinde hızla düşünüyorum, “Neden, neden diyorum aradın O’nu?” telefonunun ucundaki adam, benimle konuşmaya başlıyor. Ve ben yine gönlümde kapatamadığım eski defterlere tekrar gidiyorum. Çünkü biliyorum, benim ne zaman kafam karışsa gider O’nu ararım. O da ne yapar, ne eder, beni uzun zamandır tanıdığından mıdır bilmiyorum, hep doğru sözcükleri söyler. Belki de öğretmen olduğu için neyi ne zaman söylemesi gerektiğini bilir… Ben de sadece bu yüzden hep O’na sığınırım. Bilirim, söylediği tek bir sözcük bana iyi gelecek, bir kelime laf etmese bile yine bilirim varlığı bana yetecek.
Çok fazla telefonda konuşmadan, anladı hemen O’na sığındığımı. Beylik laflar etmedi, usulca, telkin ederek konuştu benimle. Nasıl gittiğimi, niye gittiğimi yahut neden döndüğümü sormadı. Çünkü zaten biliyordu. Biraz da kendisinden, ailesinden söz etti, yaşanan yeni gelişmeleri anlattı. Sonrasında da görüntülü konuşmak istedi. Duygusal başlayan ve gelişmeler ile devam eden o konuşma tam da o sırada kahkaha tuhafına dönüştü. Yanımda kulaklığım yok diye söyledim, tüm otobüs bizi duyacak diye de ekledim. İkna olmadı, galiba böyle üstelemesi de benim hoşuma gitmişti. Önlerde oturuyorum, muavin bir ileri bir geri gidip geliyor, şoföre çay, kahve taşıyordu. Ve görüntülü telefon konuşması başladı. Kordon’a inmişti ve Kordon her zaman ki gibi kalabalıktı. Etrafta bir sürü insan, çimlere oturmuş bir şeyler yiyip, içiyordu. Havanın ılıklığı telefonun bir ucundan hissediliyordu, esen rüzgarın sesini ben bile taa nerelerden duyuyordum. Bir ciddi, bir espirili konuşmamız yaklaşık 1 saat sürdü. Görüntülü telefon sonlandığında, ben yine başa döndüğümü anladım. Unutmak isteyip, unutamadığım anılar bir bir gözümde canlandı. Tam da o sırada radyodan gelen Ferdi Özbeğen’in sesi tüm otobüs gibi, benim de yüreğimi kapladı. Şöyle diyordu, Özbeğen:
“Gözümde canlanır koskoca mazi
Sevdiğim nerede ben neredeyim
Suçumuz neydi ki ayrıldık böyle
Kaybolmuş benliğim ben ne haldeyim
Gözümde canlanır koskoca mazi
Sevdiğim nerede ben neredeyim
Suçumuz neydi ki ayrıldık böyle
Kaybolmuş benliğim ben ne haldeyim
Efkarım birikti sığmaz içime
Bin sitem etsemde azdır kadere
Gülmeyi unutan yaşlı gözlere
Mutluluktan haber ver dilektaşı”