KARA TREN
Süreyya Seren
Kırmızı bir otobüsün evimin üzerine yaklaştığını gördüm, yolcu indirecekti ama evimin üzerine doğru geliyordu. Yolun altında kalan kapımın yanında ki küçük kaya parçasının üzerine çıktım. Orhan oradaydı ellerimden tutup beni yukarıya çekti, korku ve mutluluk duygusuyla uyandım.
Merdivenlerden çıkan ayak seslerini o zaman duydum. Üst kattaki daire kapısının gıcırtıyla açıldığı duyuldu. Odadan odaya geçen ayak sesleri ve kuş cıvıltısı gibi neşeli sesler geliyordu. Kalktım, sabahlığımı sırtıma geçirip kapıyı araladım. Orhan’ın ölümünden sonra miras hakkımı istediğim için beni tartaklayıp, gelin gittiğim evden çıkarılmış, şehrin dışında ki bu kagir binadaki daireye atılmıştım. “Abimiz öldü, çocuğun yok, ancak kapı eşiğisin” denmişti. O gün bu gündür kimseler uğramamıştı.
Üst katın kapısı kapandı, ayak seslerini dinledim. Rahmetli eşim Orhan’ın kardeşi İdris’di, yanında ki kadınla elele iniyorlardı merdivenleri. Kapının aralık oluşunu fark eden İdris ayağıyla itekleyerek kapıyı açtı, göz göze geldik “İçeri gir, insanın başına ne gelirse meraktan gelir yenge” dedi. Şaşkındım, İdris evleneli üç yıl oluyordu; üç yıla iki çocuk sığdırmıştı, duymuştum. Yanında ki kadın eşi olamazdı. “Haydi Hasibe” dedi ve gittiler.
Birkaç gün sonra, kırmızı bir pikap durdu evin önünde. Üç beş parça eşya çıkardılar üst kata. Hasibe’nin kahkahaları binanın duvarlarında yankılanırken, benim içime de tarifsiz bir huzur yayılmıştı. Bu eve tıkılalı beri yalnızlığıma sarılıp yaşamaktan gülmeyi unutmuştum. Üst kata kurulan yanlışlığın içinde ki Hasibe’ nin enerjisi, iki pelikli saçları, kara kara bakan gözleri, bana yaşama gücü vereceğini hissettim.
Eşyalar, ayak sesleri ve Hasibe’nin duvarlara çarpan kahkahaları geçti kapımın önünden. Sonra sesler kesildi. Bu binada artık bir hayat daha vardı. Akşamları banyonun havalandırmasına taşan evlerinin ışığı bile bana arkadaş olmuştu. Meğer ben ne çok beklemişim Hasibe’yi. Gece sessizliğe bürünlüğünde Hasibe’nin ateşli iniltileri gelirdi kulağıma. Yalnızca o an yaşanan duyguyla Orhan’la sevişmelerimiz dayanırdı yutağıma.
Bir akşam üzeri kapım çalındı, Hasibe elinde mis gibi kokan sıcak ekmekle kara kara bakıyordu karşımda. Ben şaşkın bakarken şakıdı Hasibe: “Abla ekmek yaptıydım kokmuştur.” Kekeledim, “Buyur” hemencecik girdi.
İdris’le aynı fabrikada çalışıyormuş, sevdalan mış, cok sonra öğrenmiş evli olduğunu, dönememiş sevgisinden, yapamamış. İdris boşanacakmış nikahına alacakmış onu. İçim acıyarak dinledim. “Kınama abla” dedi. Bu ayıbın içinde Hasibe’yi yüreğimin böyle sarmasına anlam veremiyordum. “Gideyim, İdris gelir” dedi; Kapıya yönelirken aniden döndü, “Sana geldiğimi söylemem abla, İdris kızar” mırıldandım “Seytan görsün yüzünü” diye.Gitti Hasibe.
Bana neşeyi tazeliği getirilen Hasibe bu küçücük mahallede şenlik gibi olmuştu. Silik binamız birdenbire canlanmış, balkon kıyılarından gecesefaları, sardunyalar, küpeliler sarkmıştı. Sakız gibi yıkadığı çarşafları, divan örtülerini çamaşır iplerinden sallandırırdı. “Kara tren gelmez ola, düdüğünü çalmaz ola” türküsü, Hasibe’nin sesinden çamaşırların sabun kokusuyla birlikte girerdi penceremden içeri. Bilirdim birazdan, çinko tabağına dizeldiği puf puf kabarmış pantispanyaları alıp kahveye geleceğini.
“Kız Idris biliyor mu yârenliğimizi”diye sorardım. Aslın da duymasın diyemezdim de. O, “Yok kız abla, biz keyfimize bakalım”der basardı kahkahayı.
Hasibe’nin hayatıma mutluluk katmasının üzerinden altı ay geçmişti. Artık akşamları da Hasibe’yle bitlikte oluyorduk. İdris iki üç akşam da bir geliyordu, o gecelerde de tartışma seslerini dinler olmuştum. Hasibe’nin kara gözlerini hep ıslak görürdüm.
Bir sabah gürültüyle uyandım. Idris kaba kaba bağırıyordu, Hasibe’cik ağlıyor du merdivenlerden iniyorlardı. “Gitmek istemiyorum”diye çırpınıyordu Hasibe. Müdahâle etmek istedim ama yapamadım, içim içimi yiyerek pencereden Hasibe’nin eve dönüşünü bekledim.
Güneş çekilirken kırmızı pikap durdu kapının önünde, Hasibe’nin yüzü beyaza kesmiş iki büklüm indi araçtan. İdris arkasından koca bir toz bulutu bırakarak uçtu gitti.Koştum kapıya, Hasibe’nin dudakları titriyordu uzattığım elimden bile ürküyordu. Koluna girdim “Abla bebeğim” dedi kapının eşiğine yığılırken. Benim bebeğim olmadığı için “Kapı eşiğisin” demişlerdi. Eşiğe çökmüş Hasibe’yi kaldırırken o günler üşüştü gözlerime.
Evime getirdim Hasibe’yi, gece ateşlendi, annesini, babasını, bebeğini sayıkladı. Ilık sularla yıkadım sabaha kadar başucunda bekledim. Sabah gözlerini açtı, içinin acılığını gizlemeye çalışarak gülümsedi. Saçlarını ördüm iki pelik yaptim.”Abla eve cikayim İdris gelir” dedi. Ben biliyordum Idris’in gelmeyeceğini, tek kelime etmeden gözlerinin içine baktım. Kara gözleri biraz olsun canlanmıştı. Evine cıktı, yumuşacık içli sesiyle “Bebek beni del eyledi nenni bebek nenni” türküsünü öykü gibi okuduğunu duydum.
Hasibe’nin sesiyle birlikte yorgunluk çöktü üzerime, uyuyakalmışım. Dış kapının sesiyle uyandım. “İdris geldi şükür”dedim. Kızı hırpalama ması için dua ettim. Ama merdivenlerde ses yoktu, pencereye koştum, elinde tahta bavuluyla Hasibe’yi sokağın köşesini dönerken gördüm.
Hasibe, burada hiç yaşamamış gibi gidiyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlarken kara trenin hayatima güller serperek geçip gittiğini anladım.