Karagöz
Sabri Karayel
Merhabalar
Dergimizin bu sayısında Geleneksel Türk Tiyatrosunda çok önemli bir yer tutan hayal oyunu diye adlandırdığımız Karagöz hakkında bilgileri sizlerle paylaşacağım.
Karagöz. Tarihin derinliklerinde düşünülmüş bir “hayal oyunu” dur. Bir beyaz perdenin arkasına konulan bir ışıkla ve bu ışığın önünden geçirilerek perdeye aksettirilen şekillerle oynanır. Bu çoğunlukla deve derisinden yapışmış insan ve eşya resimleridir ve renklidir. Perdeye, kendi güzel şekilleri ve büyülü renkleriyle akseder.
Karagözcü, bu şekilleri hareket ettirir, konuşturur, kavga ettirir. İnsan ve hayvan şekilleri çok hareketli parçacıklardan oluştuğundan perdede çok çevik ve kıvrak hareketler yapabilirler. Bu da seyircilerde, insanı birtakım cazip hayaller halinde görebilmenin derin zevkini uyandırır.
Hayal ve gölge oyunun kısa kaynağına değinirsek; bazı kaynaklara göre eski Doğu medeniyeti olduğunu söylemektedirler. İnsan hayalinin bir beyaz perdeye yansıtılmasının hikayesi, biri Çin, diğeri Türk, iki efsaneyle süslenmiştir.
Çin söylentisine göre, İmparator Wu (M. Ö. II. yy.), çok sevdiği kraliçesinin ölümü üzerine büyük üzüntüye kapılmış, hiçbir şeyle avunamaz olmuştur. O zaman bir Çin sanatkarı, ölen kraliçeye benzer bir kadını, bir perde arkasından geçirip hayalini bu perdeye düşürmek ve bu hayalin, ölen kraliçenin ruhu olduğunu söylemek suretiyle imparatorun üzüntüsünü gidermeye çalışmıştır. İşte onun bu buluşu eski Çin medeniyetinde “gölge oyunu” denilen bir oyunun doğup gelişmesinin başlangıcı olmuştur.
Ölümleri büyük üzüntü yaratan insanların hayallerini bir perdeye yansıtmak suretiyle yaşatılması olayının ikinci rivayeti ise doğrudan “Karagöz” adlı oyunun doğuşunu anlatan Türk rivayetidir. Bu olayın oluşumu da şöyledir; Sultan Orhan. Bursa’daki camiini yaptırırken Karagöz’le Hacivat, bu inşaatta işçi olarak çalışıyorlarmış. Fakat bu iki işçi, o kadar komik hikayeler anlatıp öyle güldürücü bir meddahlık yapıyorlarmış ki diğer işçiler, onları dinlemek ve seyretmekten işlerini yürütemez olmuşlar. Cami inşaatının ilerlemediğini gören hükümdar bu iki işçinin (Karagöz’le Hacivat’ın) idamlarını emretmiş.
Fakat daha sonra pişman olan hükümdar, büyük üzüntü duymuş, o zaman “Şeyh Küşteri” isimli, panteist bir sanatkâr, padişahın üzüntüsünü gidermek için, Karagöz’le Hacivat’ın hayallerini beyaz perdeye yansıtarak hem hükümdarın üzüntüsünü gidermiş hem de Karagöz Oyunu ‘nun Türkiye’de yaratıcısı olmuştur.
Karagöz Türk halk zekasının bir ifade vasıtasıdır. Türk halkında olayların komedi yaratma kabiliyeti, dram yaratma kabiliyetinden üstündür. Karagöz diğer geleneksel halk komedileri gibi, Türk’ün bu komedi zekasını ve tarafını sahneye koyar. Bu kıvrak zekâ, insanların topluluk hayatında gördükleri, yaşadıkları gülünç ve komik unsurları ustalıkla perdeye aksettirir. Bu büyük insanlık komedisinden devamlı gülünç sahneler yaratan her insan hali, Karagöz perdesinde renklere, şekillere, ışıklar ve gölgeler içinde resmedilir.
Karagöz, bütün bu hallerin, toplum içinde yarattığı örnek tiplere dikkat eder. Aynı tipleri, kendilerine mahsus sözleri ve davranışlarıyla kendi beyaz perdesinde ölümsüz karakterler halinde canlandırmakta büyük hüner gösterir.
Karagöz; saf ve temiz ruhlu, hadiselerin gülünç taraflarını büyük ustalıkla yakalayan, zeki fakat okumamış, yani alim değil fakat irfan sabi Türk halkını temsil eder. Dilde, ahlakta ve davranışta daima İyi’den güzel ’den hoşlanır. Bu güzelliklere katılan her yabancı ve yapmacık unsurlar alaya alınır.
Hacivad; az çok tahsil görmüş, medrese dilini öğrenmiş, yabacı kelimelere yer vermekten hoşlanan, her bakımdan maddeci ve çıkarcı bir karakteri temsil etmektedir.
Karagöz’ün, kendi beyaz perdesinde, Hacivad’la birbirine zıt karakterler halinde çatışıyor oluşu geleneksel tiyatrodaki ateşleyici gücü temsil eder.
Türk-Osmanlı toplumu içine karışmış Rum, Ermeni, Yahudi, Arap, Arnavut, Laz, Kürt gibi topluluklara ait tipleri, her kavmin kendi en karakteristik duyuş, düşünüş ve davranışı ile, ustalıkla canlandıran Karagöz oyununda, böyle tip ve karakterlerin Türkçeyi telaffuz edişlerindeki, Türkçenin sesine ve estetiğine aykırı söyleyişlerle alay edilmesi, başlı başına çok önemli bir sahne olayıdır.
Özetle; kökenleri üzerine çeşitli görüşler olmakla birlikte; Asya‘nın zengin gölge oyunu geleneği, bu sanatın Cava’dan, Hindistan‘dan veya Çin kültürlerinden 10. yüzyıldan itibaren yayıldığı görüşünü desteklemektedir. İslam ülkelerinde görülen gölge oyununun, benzerlikler de göz önüne alındığında, Cava’dan geldiği tahmin edilmektedir. Anadolu‘ya ise, 16. yüzyılda Mısır‘dan gelmiş olma ihtimali büyüktür. Türklere, Cava ve Hindistan’dan, Çingene oynatıcılar yoluyla geldiği de iddia edilmektedir.
Zamanla bu oyuna Türkler kendi yaratıcılıklarını katmış; ona çok daha renkli, hareketli, özgün bir biçim vermişlerdir.
Geleneksel Türk Tiyatrosu içerisinde çok ama çok önemli bir yer tutan ve tutmaya devam eden bu hayal perdesi günümüzde de çok değerli Karagöz ustaları tarafından yaşatılmaya devam etmektedir.
“Yıktın perdeyi eyledin virân. Varayım sahibine haber vereyim hemân”
Barışla kalın sanatla kalın