Karaktere Hapsolmak
Yanlış bir tramvaya binip bilmediğimiz bir durakta indiğimizde kaçabilir miyiz kendimizden? Olduğumuz insanı arkamızda bırakabilir, bütün dertlerimizi unutabilir miyiz? Ne kadar naif bir hayaldir bu, ne kadar iyimser, ne kadar hüzünlü… Kaçmaya çalıştığımız hayatımız değildir çoğu zaman, kendimizizdir ve doğal olarak kendi gölgemizden kaçmaktan bile zor bir şeyi başarmaya uğraşıyoruzdur bunu yaparken. Cem Mehmet Eren de ‘aklını kaçırmak’ özleminde olduğunu umutsuzca söylemiş bize Kanatlar Düşmek İçindir adlı şiir kitabında. Bir tramvaya binip kaçmak istemiş gölgesinden, ışığı kapattığında yok ettiğini sanmış onu. Beynini taşımak onu yormuş, düşüncelerine hapsolmaktan bıkmış usanmış. Düşünmekten kaçmak demek, aslında kendinden, olduğun kişiden kaçmak demektir çünkü bir düşünceyi kovalayamıyorsak kafamızdan, onu değiştiremiyorsak ya da susturamıyorsak, bunun nedeni o düşüncenin bizi oluşturmasıdır. Düşüncelerimizden kaçamamamızın yegane sebebi, kendimizden kaçamayacak olmamızdır.
Çevremi, kendimi gözlemledikçe, hepimize bu hayatta biçilen roller olduğunu düşünüyorum ve bu rollerin dışına ne kadar istesek de çıkmayı başaramadığımızı görüyorum. Adeta bir robot, bir oyun karakteri gibi hayattaki yerimiz ve rolümüz belirlenmiş ve biz yalnızca etrafımızdaki olaylara kendi karakterimize uygun tepkiler vermeye programlanmış kuklalarmışız gibi hissediyorum. Hatta kimi zaman, bazı davranışlarımın kendi kontrolümde değil, kişiliğimin kontrolünde olduğunu, davranışlarım üzerinde hakimiyet sahibi olmadan refleksif hareket ettiğimi hissediyorum. Gerçekten de, kimi zaman düşünme fonksiyonum duruyor ve zihnimin bir köşesine geçip karakterimin olaylar karşısında nasıl tepki verdiğini izliyorum. Bunu yaparken tıpkı bir yabancının yapacağı gibi kendimi yargılıyor, eleştiriyor, yapılabilecek diğer alternatifleri düşünüp yaptığım (daha doğrusu bana biçilen karakterimin yaptığı) davranışa kızıyorum. Elbette bu çok kısa bir zaman zarfında gerçekleşiyor ve çoğu zaman burada anlattığım kadar berrak algılayamıyorum bu tiyatroyu. Ama her şey bittikten sonra durup düşünüyorum: ‘’Ben bunu niye yaptım?’’ veya, ‘’Keşke böyle deseydim/yapsaydım.’’ Ama zaten asıl sorunun kökü işte tam da burası. Evet, gerçekten de bunu yapmalıydım belki, gerçekten de doğrusu buydu. Ancak karakterler her zaman doğru davranmaz ve tek bir doğru varken herkesin yanlışı kendine hastır. Bizi biz yapan yanlışlarımızdır ve kendimiz olmak için kendi yanlışlarımızı yapmaya mahkumuz. Elbette doğruyu yapanlar da olacaktır ancak bunlar doğrunun azlığı ve yanlışın kolaylığından dolayı çok nadir olacaklar, hep imrendiğimiz ancak bir türlü onlar gibi olamadığımız insanlar olarak kalacaklardır.
Esiri olduğumuz bu rollerin dağıtımında kesinlikle bir adalet gözetilmemiş, yaradılışın hiçbir aşamasında gözetilmediği gibi. Kimi roller doğruluğu, kimi roller eğlenceyi, kimi roller kötülüğü ortaya koymak için yaratılmış. Hepsi büyük bir yapbozun parçaları görevini görecek şekilde belirlenmiş. Ancak rahatsız edici olan şu ki, bu yapboz parçaları kendi şekilleri üzerinde bir söz hakkına sahip değiller ve en kötüsü, tek başlarına bir anlam ifade etmiyorlar. Birleştiklerinde de, işleyen bir bütün oluşturuyorlar ancak bu bütünün neye hizmet ettiği meçhul ve büyük ihtimalle asla aydınlatılamayacak bir sır olarak kalacak. Kendimi düşündüğümde, tıpkı herkesin sahip olduğu gibi olduğu gibi, kendime has bir kişiliğim var. Ancak kendi kişiliğim üzerinde söz sahibi olsaydım bu kişiliği seçer miydim? Pek sanmıyorum. Olmak istediğim insan tam olarak bu değil ve ben bunu biliyorum. Ancak kendimi kendimden soyutladığımda görüyorum ki gerçekten de anlamlı bir bütünüm, davranışlarım gerçekten de kendi içinde tutarlı bir kişilik oluşturuyor. Ancak kişiliğimde değiştirmek istediğim alanlarla ilgili elim kolum bağlı. Adeta kişiliğimi oluşturan parçalar zincirlerle birbirine bağlanmış gibi, sımsıkı örülmüş bir örgü gibi ve bu örgüyü açarsam her şey paramparça olacakmış gibi işliyor hayat.
Yine de, roller dağıtılırken yapılan bu eşitsizliği kabullenmek oldukça zor. Kendimiz üzerinde bile hakimiyetimiz olmayacaksa, neyin üzerinde olacak ki? Buna karşı çıkmak bu kadar zor, bu kadar imkansız olmamalı. Hayat kendine biçilmiş rolden çıkmaya çalışan mutsuz insanlarla dolu ve ben bu çaresizliğe, bu yapamayışa bir anlam veremiyorum. Belki de gerçekten, hepimiz üstün bir türün kodladığı ve ne yaparsak yapalım kendini kabullenememe ve kendini değiştirmeye çalışma döngüsünden kurtulamayacak basit oyun karakterleriyiz. Veya belki de, bütün suçu bu şeytani bilimkurgu karakterlerine veya kadere atmak hepimize daha kolay geliyor.
Ekin Ilgın Gök
Kaynakça
Eren, Cem Mehmet. Kanatlar Düşmek İçindir. 1. Baskı, Hece Yayınları, 2018.