KESKİN BIÇAK
Ablanın babası dalgın bir insan olduğundan ekseri beni yıkadıktan sonra bulaşık makinesinde unutur. Üst sepette sağ tarafta boylu boyunca uzanmış tahta saplı kocaman bir kasap bıçağını nasıl olur da göremez şaşırırım? Abla beni fark edene kadar 60 santigrat derecede 58 dakika defalarca yıkanırım. Tek şikâyetim sıcak suda deterjanla çok yıkanmaktan sapımın tahta yüzeyinde meydana gelen aşınmalar. Programın yıkama kısmında o harala gürelede sanki kocaman bir şelalenin altında gibiyizdir. Bağırarak konuşsak bile birbirimizi duyamayız. Uyumak elbette mümkün değil. Bekleriz yıkanmanın bitmesini. Zamanla alışılıyor bu sese. Kurutma sırasında 30 dakika saunadaymışçasına buhardan göz gözü görmez. İşte o zaman mayışır, uykuya dalarız. Ben makinedeki zamanımı -yıkama başlamadan önceki zamanımı- genelde şekerleme yaparak ve kirliler ile laflayarak geçiririm:
“Baba taze fasulyeye o kadar salça koymuş ki, abla bir yığın kâğıt havluyla sildi benim içimi, baba yemeğini bitirince” der yemek tabağı veya “Pilav da çok pişmişti, birbirine yapışmıştı, bir türlü dökülmüyordu üstümden canım” diye dert yanar yemek çatalı.
Bakmayın sert görünüşüme. O kesiciliğimin altında yumuşak bir kalbim var. İçinde tahta kaşıkların, et maşasının, kek maşasının, kepçenin, pay kaşığının olduğu çekmecemdeki yerimde uyumayı özlerim.
Bugün abla beni makineden alırken içimi öyle bir hüzün kapladı ki. Anaokulunun servis arabasında uyuyakalıp unutularak havasızlıktan ölen o zavallı küçük çocuğu hatırladım. Kabul edilemez. “Bir dalgınlıktı” demek yetersiz kalır. “Tam bir sorumsuzluktu” demek de hafif olur. Uygun sözcükleri bulmak güç, var mı bilmiyorum. Peki adalet yerini buldu mu?
Şehnaz İşeri