KİMİZ?
Cevabına birçok sıfat sığdıracağımız bir soru, kimiz? Öğretmen, işçi, baba, kadın, ressam, aşçı gibi bambaşka açıdan kendimizi tanımlarız. Kalabalıkların içinde bir nokta gibi de hissedebiliriz. Hayattaki üstlendiğimiz sıfatlar yolumuzu belirleyebilir. Bu yargı hem çok doğru hem çok yanlış. Bazı sıfatlar biz kabul etmeden üstümüze yapışırlar. Özellikle toplum bunu öyle alttan öyle nazik bir şekilde yapar ki farkında olmadan “birinin eşi, birtakım olguları reddeden kişi, uyumsuz bir insan” oluruz. Aslında bundan çok daha fazlasını içimizde barındırırız. Atfedilen sıfatlar zamanla insanı kendinden uzaklaştırıp kendi içine yabancılaştırır. Bu açıdan, “Kimiz?” sorusuna verilen cevapların birçoğu da kişinin kendi kabul ettiği sıfatlardan ziyade toplumun ona atfettiği sıfatlar üzerinden ortaya çıkar.
Modern yaşamın sunduğu sıfatları elbette kabullenebilir, benimseyebiliriz. Ancak bu durum öyle bir yalnızlığa sürükler ki bizi kim olduğumuzu hatırlamayız. Unvanların altında mutsuz bireyler olur ve değer bilmeyen bir toplum inşa ederiz. Bu durumu inşa ettiğimiz gibi bunu lehimize dönüştürebilmek de yine bizim elimizdedir. Şeyh Galip şöyle der,
“ Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen.”
Şeyh Galip burada, “kendine iyi bak; dünyanın özüsün. Bütün yaratıkların gözbebeği olan insansın sen” demektedir. Birbirimize yabancılaşsak da yabancı kalamadığımız tek bir yer doğadır. Evren tam olarak içimizdedir. Bundan dolayıdır ki, odamıza saksı çiçekleri alır, ilk fırsatta yeşile maviye koşarız. Derin nefes almak için kendimizi gökyüzünün kucaklayan kollarına bırakırız. Bunları öylesine değil “kim” olduğumuzu düşünerek yapmak bize kim olduğumuzu hatırlatacaktır. Çünkü biz bu dünyaya dışarıdan gelmedik. Tam olarak bu var oluşun bir parçasıyız. Doğayla uyum içinde olmak özümüzde var. Müzik doğada var, annelik/babalık doğada var, yeme-içme güdüsü de doğada var. Mesela bir kış günü kedi, köpek güneşi görse hemen altına uzanır. İçgüdüsel bir tamamlama ve iyileşme arzusuyla yapar bunu. Aslında onlara baktığında görecek insan; kim olduğunu.
Yaşamımıza yerleşmiş sıfatlardan çok daha fazlasıyız. İçimizde o parçayı görmeli ve büyütmeliyiz. Bir ağaca sarılmalıyız mesela. Hissederek sadece o anı dinleyerek bunu yaptığımızda ahengi göreceğiz. Kayıplar, düşüşler olacaktır. Hayat bu. Kış geldiğinde yapraklarını döken sonra tomurcuklanıp yeniden açan bir ağaç gibi. Özümüzü yakalamalıyız. Özümüzü anladığımızda önemli olanın hedef değil, o yolda verilen emek ve yolda kazanılan deneyimler olduğunu anlayacağız. Bir noktadan ibaret değiliz. Evrenin ta kendisiyiz.
S. Esra GÜNEŞ