MISDIVAM / “AHH BU EŞŞEKLER”
Mustafa Demiryay
Çocuklar büyümek ister, büyükler ise çocukluğuna dönmek.
Maksim Gorki’nin “Çocukluğum” romanını okuyanınız var mı?
Çocukluğumda başlayan; sürekli okumak, yeni şeyler öğrenmek ve keşfetmek arzusunu değerli ağabeyim Uğur Demiryay’a borçlu olduğumu söylemek istiyorum.
Bir gün ağabeyimin kitapları arasında bulup, göz gezdireyim derken okuyup bitirdiğim ve çok etkilendiğim Maksim Gorki’nin bu kısa romanı, hayatının çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemini anlattığı ünlü üçlemesinin birinci kısmını oluşturur. Otobiyografi anlatı türünün en güzelidir desem abartmış olmam.
Bir çocuğun yakın çevresini tanıyarak; iyiyle kötü, güzelle çirkin, şiddetle merhamet, sevgiyle nefret gibi değerlerin yaşamda, insan ilişkilerinde iç içe girdiğine tanık olarak geçirdiği bu yıllar, aynı zamanda, Rusya’da sarsıcı altüst olayların yaşandığı, 1905 ve 1917 devrimleriyle ve bütün gürültüsüyle XX. yüzyılın yaklaştığı yıllardır.
Yaşadığı tüm olaylar, anlattığı bu çocukluk hikâyesi aynı zamanda büyük bir yazarın kendisini daha iyi tanıma çabasıdır.
Çocukluğum, Maksim Gorki’ninki gibi olağan dışı zor şartları taşımıyordu. Ancak, iyi ve kötü, doğru ve yanlış kavramlarını yaşayarak anlamamı sağlamıştı.
Başlayalım o halde;
70′ li yıllar, 68 kuşağının, Mısdıva’nın kalbine, ruhuna ve beynine dokunduğu yıllar.
Gündüz sokakta, derede, tepede; İbiram’la Yussuf’la, Göksel’le itlik yapıp, gece mum ışığında Yaşar Kemal’i Fakir Baykurt’u, Orhan Kemal’i okuyup, Darağacında Üç Fidan’ın hüznüyle gözleri dolan, burnundan sümüğü eksik olmayan bir çocuktu Mısdıva.
70′ li yıllar, Kıbrıs Barış Harekâtı devam ediyor. Tüm mahalleli o fırın büyüklüğünde ki ısıtmalı radyolardan ajans zamanı kulak kesiliyor.
Askerlerimize, devletimize zeval verme yarabbi, iki biti bir okka gelesice yonanı helâk eyle yarabbi, guzularımın ayağına daş değmesin yarabiii…
Dualar, dualar, dualar…
Karartma geceleri yaşanıyor, gece zifiri karanlık, mum ışığı bile görünmesin diye her delik koyu perdelerle kapatılıyor.
İşte o mum ışığında geçen karartma gecelerinde elimden düşmeyen, kimseye vermediğim kitaplarımın arasında başka bir mutlu oluyorum.
Ve o gecelerden biri:
Anam:
– Oğlum Mısdıva’m gene mi kitap okuyon? Yatıve gali, gözlene yazık guzum. Buban (Baban) gızıyo biliyon demi?
Mısdıva:
– Anam accık daa okuyen olma mı he? Bubam gızmaz bana…
Uğur ağabeyim:
– Anam bırak okusun çocuk! Elalem bizim dölle okumoyo diye dert ediniyo, sen okuma deyon, netcek bu çocuk? İt uğursuz mu olsun? Okuyo işte aha ya!
– Daha ne isdeyon?
Anam:
– Uğur’um ne eden ben olum? Buban ezdehra (ejderha) gibi gılığını garartır gelir şindi işten, sankı böyük iş yapıyo! Aşama gada götününg üstüne oturuyo, sona da bana hışdınıyo…
– Sen yüzveriyon, sen şımardıyon deyo!
– Bilmeyon mu Mısdıva’yı? Anırmaya başlevedi mi dokuz malleyi ayağa galdırıyo olum.
– Hasbinallah velimen vekil…
Uğur ağabeyim:
– Ajans dinnediydim demin, askerlemiz yonanı perişan ediyomuş. Akılsızlar neyine güvenip de karşımıza çıkıyola bilinmeyoki.
Anam:
– Aha bu Mısdıva’yı göndesingle yonanın üssüne, hepisini canından bezdirmezse ben ne olem. Aha buraya çiziyon.
Uğur ağabeyim:
– Ana o neden çıktı? Yumruk gada çocuk savaşa mı gidemiş? Ne deyon sen?
Anam:
– Uğur’um ne edem olum Gediz Yolu’ na git ordaki cingenlere ve gel bu fırlamayı.
Uğur ağabeyim:
– Dakkası dolmadan geri getiriverilee. Aman bi sus gözünü seven, şindi essah zannede gece gece anırmaya başla.
Mısdıva:
– Hee duydum hepsini işte, beni cingenlere vecemişiniz, Cingen Şefik zati bana bakıp bakıp gülüyodu, sittimin olu… Vaaaaaaa vaaaaa vaaaaaa vaaaaa…
Uğur ağabeyim:
– Ana gödüng mü bi bak? Demedim mi ben? Nası suscek şindi bu?
Anam:
– Mısdıva! Sus baken, aaaaa gece gece şimdi kapıdan Markut(babam) geliyo haa!!!
Mısdıva:
– Vaaaaaa zati güççüğüm deye hep korkutuyonuz, dövüyonuz beni. Büyümecen mi ben? O zaman nası dövceniz beni? Vaaaaaaa Vaaaaaa vaaaaa…..
Uğur ağabeyim:
– Aha bulduk başımıza derdi. Gaybetmezsek iyi. Ben gidiyon ana!
Anam:
– Nereye gidiyon olum? Dümbeği de mi aldın?
Uğur ağabeyim:
– Ana dümbek değil, darbuka darbuka…
Anam:
– Len olum dilim dönmeyoku benim. Dardoko mordoko ne bilen ben? Dümbek deveriyon işte.
– Mısdıva söndür o mumu olum alekdirekle gidese yüznumaraya gitcek mum yok. Sıçtığımız yeri göremecez. Buban delleniyo sona.
Mısdıva:
– Vaaaaa vaaaa söndürmecen işte! Göt gada tuvalet tarlaya mı giriyonuz da gömeceniz? Vaaaa vaaaaaa.
Anam:
– Cenabir mevlam hem anırıyo hem bana laf sokuyoo, her lafıma itiraz edeyo, gominist mi olcen sen lennn?
Mısdıva:
– Heee gominist olcen işte allaalla yaa! Hep beni dövüyonuz, Uğur abem de Ali abeme faşo deyo zati.
Anam:
– Fişo ne olum lenn?
Mısdıva:
– Yaa anne yaa ne fişosu yaaa öle mi dedim ben? Faşo faşo faşoooo.
Anam:
– Faşo neyi ki lenn?
Mısdıva:
– İşte köpekçi deyola onnara, gurtcuymuşla, arada gızıvedilemi uluyolamış… Gediz Yolu’ onnanan gayneyomuş emme bana bişey demeyola. Ali abemin götteşleriymiş ondan.
Anam:
– Heeee bak bak bak…
– Uyu Gali gözel guzum hadi baken.
Mısdıva:
– Tamam uyuyem alla raatlık vesin anam.
…
İşte böyle geçen o tatlı, o muhteşem günlerin yalnızca kısa bir anısıydı okuduklarınız.
Pek çoğumuzun böyle anıları vardır.
Şimdi ayrı ayrı yerler de olsak da biz hâlâ o günlerdeki gibi kardeşiz.
Gorki’nin çocukluğu değil belki ama,
ayağımda cıslavet dediğimiz lastik ayakkabı, bazen naylon ayakkabı, üzerimde teyzemin yıkayıp getirdiği ikinci el kıyafetler,
Kocaman bir yoksulluğun ve yokluğun içinde inadına bir mutluluk,
İnadına bir başkaldırı,
İnadına bir isyan hayata…
Bulduğum her şeyi okuyordum. Ve günü geldiğinde, küçük dünyamın büyük hikâyelerini yazacaktım.
Gominist olacak bu derlerdi bana.
Goministliğin ne olduğunu da bilmezdim oysa.
Bildiğim ve istediğim tek bir şey vardı;
Sadece ve sadece Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün evladı ve onun devrimcisi olmak.
Saygıdeğer Anneme, Hatçe ebemize,
Atike annemize Ulu Tanrı’dan rahmet diliyorum.
Değerli ağabeyim Uğur’a hayatımda gerçekleştirdiğim tüm devrimlerin mimarı olduğu için yürekten teşekkür ediyorum.