“Ses mi çiçek mi desem
Işık mı renk mi desem
Sanki geçtiğim yolda bir şey unuttum.”
Şiir ileçıktığım uzun yolculukta, geç karşılaştığım bir şairdi Şükufe Nihal. Hatta unuttuğumuz, adını ender duyduğumuz şairlerden de diyebiliriz. O’nun geçtiği yollara bakınca da, edebiyat çevresinde şair kadınların ve yazarların neden bu kadar az olduğu sorusuna da bir ölçüde yanıt bulmuş oldum.
1896 yılında İstanbul’da doğan Şükufe Nihal saray çevresinde büyümüştür. Özel okul ve özel öğretmenlerden Arapça, Farsça ve Fransızca dersleri almıştır. Evlerinde yapılan Edebiyat sohbetlerinden etkilenir ve küçük yaşta şiir yazmaya başlar.
Edebiyata olan ilgisinin yanında, babasının evde yaptığı toplantılara katılması onun özgürlüğüne tutkun, ayakları üzerinde dimdik duran ve mücadeleci bir kadın olmasında önemli olacaktır.
İlk ve orta öğrenimini babasının memuriyeti nedeniyle farklı şehirlerde (Selanik, İstanbul, Beyrut) tamamlar.1916 yılında Darülfünun’a yazılmış, 1918 yılında İstanbul Darülfünun’a geçmiş, 1919 yılında Edebiyat Fakültesi Coğrafya bölümünü bitirerek “Türkiye’nin ilk Üniversite mezunu kadını” ünvanını almıştır. Fakültede okurken evlendiği ilk eşi Mithat Sadullah Sander ile “Mekteb-i Ümit”adında okul kurarak, okurken eğitimciliğe de başlar.
Üniversiteyi bitirdiği yıl ilk şiir kitabı “Yıldızlar ve Gölgeler” yayınlanır. İlk kitabında aruz etkisi gözlenirken bunu daha sonra hece ölçüsü ile yazdığı şiirleri izler. 1928’de “Hazan Rüzgarları” 1930’da “Gayya” adlı şiir kitaplarını yayımlar.
Anadolu’yu gezmiş ve eserlerinde de yaşadığı dönemin etkisiyle Anadolu insanına ve onun kurtuluş mücadelesine yer vermiştir. Özellikle eserlerini köyler, köy kadınlarının sorunları ve Türk kadınının yaşantısı üzerine kurguladığı gözlenir. Türk Kadınlar Birliği’nin kurucularından olan Şükufe Nihal, belki de kadın sorunlarını ve yaşantısını ilk dile getiren kadın yazarımızdır. Hem edebi ve hem de gazete ve dergi yazılarında özellikle vatanın geri kalmışlık ve kadın sorunlarını ele alır. Şiirlerinde işlediği temel konulardan biri vatanın geri kalmışlığıdır. Şair vatan sevgisiyle dolu bir idealisttir. Sadece kendi değil, tüm dünya ülkeleri için endişesini dile getirir. ”Zavallı İnsanlık” adlı şiirinde toplumların birbirine olan düşmanlığını eleştirir.
Şiirlerinde doğu ve batı şiiri hakkında bilgi sahibi olduğu görülür. Pek çok şairden etkilenmiş ve onları eserlerinde anmıştır.Ancak bunların arasında Tevfik Fikret’in ayrı bir yeri vardır. Şairin ilk kitabından son kitabına kadar Tevfik Fikret’in etkilerini gözlemlemek mümkündür. O’nun “ahlakçılık” ve “batıcılığına” hayrandır. İkisi arasında önemli bir diğer ortak yan ise, şiirlerindeki “marazi ruh hali” dir.
Mustafa Kemal hayranlığı ve önemli kararların alındığı Atatürk sofralarının vazgeçilmez konuğu olduğu bilinmektedir. Bu çeşitli şiirlerinde de ortaya çıkar. Atatürk’ün Tevfik Fikret’in “Ferda” şiirine olan hayranlığını da bilmektedir.
Şükufe Nihal edebi kişiliğinin yanında , eylemci kişiliği ile de tanınır. İkinci eşi Ahmet Hamdi Başar ile “Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nde önemli çalışmaları olmuş ve Şişli’deki evlerinde kurtuluş mücadelesi toplantıları düzenlenmişti. Özellikle Fatih mitinginde yaptığı etkili ve tarihi konuşma zihinlerde yer etmiştir.
Yaşamındaki çokyönlülüğü edebi kişiliğine de yansır. Şiir diliyle yazdığı öykü ve romanları da vardır. İlk öykü kitabı olan “tevekkül’ün cezası” nın ardından ilk romanı “Renksiz Izdırap” yayımlanır. Bunları “Çöl Güneşi” (1933)
Yalnız Dönüyorum” (1938), “Domaniç Dağlarının Yolcusu”, (1946), “Çölde Sabah Oluyor”, (1951) adlı romanları izler. “Finlandiya” adlı gezi notları’da eserleri arasındadır.
Her ne kadar aydın bir kadın olsa da, pratikte “geleneksel ben”iyle,” modern ben” i arasında bocalar, sıkışır ve bunalır. O, gündelik hayatın değil, inceliklerin insanıdır. Toplumsal konularda da olsa, romantizmini düşünce gücüyle birleştirerek bir kadın edasıyla yazmıştır. Eserlerinde özellikle de şiirlerinde “aşk” temasını dönemin kadın şairi olmasının verdiği sınırları aşmadan, dikkatli bir dille işlemiştir. Kendi dünyasını şiirlerinde iki boyutlu ele alır; “kendi gözüyle kendisi(iç bakış), “başkalarının gözüyle kendisi” (dış bakış).
Çeşitli kaynaklarda uğruna intihar edilen kadın olarak da adı geçmektedir. Cenap Şahabettin’in kardeşi şair Osman Fahr, Şukufe Nihal’e aşık olmuş ve karşılık bulamayınca da intihar etmiştir. Nâzım Hikmet, Ahmet Kutsi Tecer, Faruk Nafiz Çamlıbel’in de Şukufe Nihal’e aşık olup aşklarına karşılık bulamayan şairler olduğu söylenmektedir.
Günseli İnal şair kadınları bir “Güzellik Düşçüsü” olarak adlandırır. Şükufe Nihal’de yaşadığı dönemin koşullarını, kendi bilinciyle ve incelikleriyle harmanlayarak unutulmaz eserler vermiştir. Ancak Halide Nusret Zorlutuna’nın “Bir Devrin Romanı” (1926) adlı eserinde onun için söyledikleri oldukça düşündürücüdür;
“Zavallı sevgili arkadaşım, onun hazin ve feci akıbeti, o vakitler düşünülebilir miydi? Ne kadar güzel, ne kadar zarif, ne kadar iyi kalpli, ne kadar şairdi. Herkes tarafından sevilir, sayılırdı. Asil ailesi içinde küçük yaşından beri böyle sevilmiş şımartılmıştı. Etrafında daima bir hayranlar halkası bulunurdu; refah içindeydi, fakat Şükufe Nihal hiçbir zaman mesut olmadı, olamadı. Onu kimse tanımadı, tanıyamadı”
1950’lerin sonunda Ahmet Hamdi Başar’dan boşanan Şukufe Nihal 1953’e kadar İstanbul’da çeşitli okullarda çalıştı. 1962’de geçirdiği bir kaza sonucu sol ayağı sakat kaldı. 1965’te bir huzurevine yerleşti ve kızın ölümü üzerine konuşmamaya başladı. Suskunluğunu hayata gözlerini yumduğu 24 Eylül 1973’e kadar sürdürdü. Kabri Rumelihisarı Aşiyan mezarlığındadır.