NASREDDİN HOCA’NIN FIKRALARI VE UMUT ZEKÂSI
Fıkra, ince bir zekâ taşır, akıllara. Böylece yorgunluktan ve yoğunluktan bitap düşmüş akıllara küçük bir tebessüm hediye eder. Bu küçük tebessüm, büyük tebessümlerin ve umutların kapısının açılmaya başladığının ilk işaretleridir.
Umut zekâsı bazen zorluklarla, bazen de kolaylıklarla çalışır. Olayları her zaman zorluklarla çözümlemeye çalışmak ve bunu bir marifet haline getirmek farkında olmadan hayatı çıkmaz sokaklarda yaşamaya mahkûm eder.
Özü gereği sürekli alternatifler ve yeni yollar denemek olan umut, bazen de zorluklar karşısında gülmeyi tercih eder.
“Rahmân’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) ‘Selam!’ der, geçerler.” (Furkan, 63)
Hayatımızda gülüp geçilecek o kadar çok olay var ki, biz bunları çoğu zaman gereğinden fazla ciddiye alarak ömrümüzü heba ederiz. Hâlbuki bazen bir Nasreddin Hoca fıkrası, umulmadık bir anda aklımıza düşer, ufkumuzu açar, umudumuzu tazeler. Yazar Murat Menteş diyor ki; “Biz, Nasreddin Hoca’nın torunlarıyız. Hep bir umut var içimizde. Ya severse?”
Toplumlar çeşitli sembollerle yaşar. Nasrettin Hoca, Türk halkının duygu ve düşüncelerini, acı gerçekler karşısındaki direncini gülmeceyle yansıtan bir halk bilgesidir. Bir umut simgesidir. Bazen hâkim, bazen hekim; bazen öğretmen bazen de bir baba, bir eş, bir komşu ve bir misafir rolünde gördüğümüz Hoca’nın gerçek ve efsanevi kişiliğiyle fıkraları araştırmalara konu olmaya devam etmektedir. Bu çalışmalara göre nesilden nesile aktarılan Nasreddin Hoca fıkralarının temelinde iyimserlik, güzellik, özeleştiri, adalet, hoşgörü, umut ve tedbirli olma gibi erdemler vardır. O, yeri gelmiş “ipe un sermiş” ama yine de umudunu y/e/le vermemiştir.
Selçuk Üniversitesi Nasreddin Hoca Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Dr. Öğretim Üyesi Kadir Öztaş, Nasreddin Hoca’nın bugünün anlamıyla bir üniversite hocası olduğuna dikkati çekerek şöyle diyor: “Hocamız sadece Türk toplumunun, Türkiye’nin, ülkemizin değil dünyanın tanıdığı, son derece önemli, Türk zekâsının, nüktesinin, gülmecesinin timsali, örnek yüzü. Mevlana kendi açısından ne yaptıysa, Yunus Emre ne yaptıysa, Hacı Bektaş-ı Veli ne yaptıysa 13. yüzyıldaki Anadolu Türklerine Nasreddin Hoca da gülümseterek dersler vermiş, kültürel değerlerimizi aktarmıştır. Nasreddin Hocamızın, ülkemizin güldüren yüzü olarak tanımlanması son derece değerlidir. Çünkü Nasreddin Hoca’yı gülümsetirken düşündüren, ders veren, insanları kırmadan, incitmeden belirli algıları yerleştiren bir sosyolog, bir psikolog, bir düşünür, bu anlamda moral motivasyonu da sağlayan son derece önemli bir şahsiyet olarak görüyoruz.”
1208 yılında Eskişehir’de doğan Nasreddin Hoca’nın 18-20’li yaşlarında, dönemin önemli yerleşim yerlerinden olan Akşehir’e geldiğini, burada çağları aşacak öğretilere imza attığını görüyoruz. O, ünü Akşehir’i, Konya’yı, Türkiye’yi aşmış, uluslararası arenada bilinen biridir. Pratik zekası, nükte ve latife şeklinde mizahı kullanarak insanlarımıza motivasyon veren, yanlış olayları incitmeden eleştiren, bir taraftan gülümsetirken bir taraftan da düşündüren tarzıyla tüm dünyada evrenselleşen bir karakter olmuştur.
Ölümünün 700. yıl dönümü olan 1996 yılı Birleşmiş Milletler’in kültür kuruluşu UNESCO tarafından Nasreddin Hoca Yılı olarak kutlanmıştır. Ülkemizde ve dünyada onun adına her yıl çeşitli şenlikler, yarışmalar ve bilimsel toplantılar düzenlenmektedir.
Hemen herkes onu hızlı ve hazır cevapları ile tanır. Verdiği cevaplar hem düşündürür hem de güldürür. Fakat akılda kalan hep şu olur. Nasrettin Hoca asla umutsuzluğa düşmez ve pes etmez. Olaylar ne kadar zor ve çetrefilli olursa olsun o yine de her olaya mutlaka umutlu bir çözüm bulur. “Sen de haklısın” sözü ile tüm farklı bakışların özünü, özümüze koymuş gözümüze sürme gibi çekmiştir. Bazen umutlu bir bakış, hayattan güçlü bir alkış alabilir. Hep sitem ve şikâyet halinde olan insanlara “Bahar”ı işaret ediyordu. Halden anlamayanlara da “El elin eşeğini türkü çağıra çağıra arar”, “Damdan düşenin hâlinden damdan düşen anlar”, “Ne yapalım elin ağzı torba değil ki büzesin.” deyip geçiyordu.
Onun Akşehir Göl’üne maya çalarken söylediği o meşhur “Ya tutarsa!” sözü asırlardır hepimiz için büyük bir umut olmuştur. O iki kelimenin arasına sanki dünyanın bütün umutlarını mayalamıştır.. “Ya tutarsa, ya severse, ya gelirse, ya alırsa, ya verirse, ya olursa, ya başarırsa, ya kazanırsa vs.” Böylece bırakın yapılabileceği halde sadece küçük bir umutsuzluktan dolayı yapılamayan işleri, yapılması imkânsız gibi görünen hatta mümkün olmayan işlerin dahi gerçekleştirilebileceğine hepimizi inandırmıştır. Bundan dolayı kendisine sadece fıkraların değil, motivasyonun da şahı denilebilir.
Nasrettin Hoca bir gün odun getirmek için ormana gitmiş. Odun toplarken bir de bakmış ki, eşeği ortalarda yok. Seslenmiş, bağırmış, çağırmış ama eşek çıkmamış ortaya. Odunları bir kenara koyup türkü söyleyerek ağır ağır aramaya başlamış eşeği. O sırada oradan geçen köylüler: “Hayrola Hoca Efendi, ne yapıyorsun böyle?” demişler.
Nasrettin Hoca: “Bizim eşek kayboldu da onu arıyorum,” diye yanıtlamış.
Köylüler: “Eşeği kaybolan adam böyle türkü mü söyler?” demişler.
Nasrettin Hoca, sormuş: “Ya ne yapar?”
Köylüler: “Telaşlanıp, üzülür,” demişler.
Nasrettin Hoca, gülümsemiş: “Bir umudum kaldı, o da şu dağın ardında. Eğer eşeğimi orada da bulamazsam, varın siz o zaman bendeki feryadı seyredin” demiş.
Son umudu olanın, umudu hiç bitmez. Umut, öyle bir enerji, öyle bir zekâdır ki her zorluk karşısında yine de küçük bir nükte üretmeyi bilir. Nasreddin Hoca gibi yüksek umut zekâsına sahip olanlar, her şart altında ince ve derin anlamlı sözleriyle, duygu ve düşünceleriyle, tavır ve davranışlarıyla insanları hem güldürürler hem de umutlu yönde düşündürürler.
Nasrettin Hoca’nın yaşadığı dönemde Anadolu’da hüküm süren Selçuklu Devleti, taht kavgaları yüzünden zayıf düşmüştür. Bu durumu fırsat bilen Moğollar topraklarımızı istila etmiştir. Diğer taraftan da Haçlı ordularının Anadolu’yu yakıp yıktıkları bir zaman dilimidir.
Böylesi bir zaman diliminde üretilen umutların, çözümlerin ve sevinçlerin bir fıkra aracılığıyla günümüze kadar gelmesi ve bizleri tebessüm ettirmesi umut zekâsının en büyük göstergelerinden birisidir. Onun fıkraları, çaresizlik karşısında üretilen bir panzehir gibidir.
Unutmayalım ki ancak Nasreddin Hoca gibi umut makamında bulunup, yüksek bir umut zekâsına sahip olabilenler bozgunda dahi bir fetih düşü görüp yürek serinleten fıkralar üretebilirler.
Teşekkürler “Fıkraların Piri, Motivasyonun Şahı” Nasreddin Hoca, umutlarımızı yeniden gülümsettiğin ve insanlarımıza yaşama sevinci verdiğin için.