NURDAN ALADAĞ / VEYSEL ÇOLAK SÖYLEŞİSİ
VEYSEL ÇOLAK: ŞİİRLERİMİ KANIMLA DERİME YAZIYORUM!
Veysel Çolak verimli bir şair. 2020 yılına yedi kitap sığdırdı. Yirmi şiir kitabı “Buna Aşk Demeli (Toplu Şiirler I)” ve “Yara İçinde Yara (Toplu Şiirler II)” adlarıyla yayımlandı. Hemen sonrasında yirmi birinci şiir kitabı “Şimdi İsyan Şimdi Ateş” çıktı.
Şiir, şiir sanatı, şiir dili, biçim, biçem, kurgu, yapı, imge, şair kimliği üzerine düşüncelerini ortaya koyduğu “Som Şiiri aramak, Yazdığını Yaşamak, Şiir Çıplak ve Bay Z. Üzerine Kronikler” adlı kitaplarının içeriğinde şiir ilgililerine bir uyarı vardı. Hem şairi hem de okuyucuyu şiirlerle, şiir sanatıyla yüzleşmeye çağıran bir uyarıydı bu.
Veysel Çolak‘la şiir sanatı ve hayat üzerine, kitap boyutunda çok uzun konuşmalar yapılabilir. Sahi yapılsa ne iyi olur. Yazılarında, konuşmalarında hep sonrasını merak ettiren şeyler söylüyor. Çok yoğun olduğunu bildiğim için, içime sinmese de, beş / altı sorunun yanıtı almakla yetineceğim:
Nurdan Aladağ: Yalnızca şiirler yazmıyor, uzun yıllardır şiir üzerine de yazıyorsunuz. O halde sizi bulmuşken sormak isterim: Sözü şiir yapan simya nedir? Şiirin olmazsa olmazları nelerdir sizce?
Veysel Çolak: Şairi yüceltmek için hep fiyakalı adlar yakıştırılmıştır ona. Simyacı, yalvaç, bilici, büyücü… olduğu söylenegelmiştir. Bence hiçbiri değil. Şair, toplumu oluşturan bireylerden biridir. Eğer şairse duyarlı olmak zorundadır; hayattan, yaşanandan esinlenmelidir. Kendisinin ve insanların canını yakan ne varsa onlara karşı bireysel ve toplumsal bir itirazı geliştirebilmek için yazar. Böyle baktığım için esinlenmenin çıkış noktası olduğunu düşünüyorum. Sonra yoğunlaşma. Hem algıladığını yoğunluğuna yaşamaktan hem de yazarken yoğunlaşmaktan, kanıyla derisine yazmaktan söz ediyorum. Böyle başlıyor şiirin olmazsa olmazları. Sonra şair, şiir yeteneğini çok iyi eğitmiş olmalıdır. Yani bir şiir yazma yeteneği edinmelidir. Bu donanıma sahip olmak yetmez. Hangi dille yazıyorsa o dilin bütün olanaklarını, inceliklerini bilmelidir. Şiirsel yapının, biçimin, biçemin, imgenin, bağdaştırmanın, sözcüklerin ve dizelerin kurgusunun, söz ve anlam sanatlarının ne işe yaradığının da bilincinde olmalıdır. Yazılan ilk şiirden bu yana şairlerin şiir pratiklerinin kavramalıdır. Bütün bunların sonrasında bir şiir yazma düşüncesi oluşur. Şairi simyacı kılan bu yapılanmasıdır. Ancak bu, insanı sarsan şiirlerin yazılmasını sağlayabilir. Bu noktada şairin kendi şiirini yazmaya hazır söylenebilir. Böyle olmayınca yazılan şiirler özürlü olmaktan kurtulamıyor.
- Aladağ: Sizi şiir yazmaya yönelten ilk güçlü itkiyi hatırlıyor musunuz? Bütün Türk şiirini düşündüğünüzde kendi şiirinizi nereye koyuyorsunuz, kendinizi hangi şairlere ya da şiir hareketlerine yakın buluyorsunuz?
- Çolak: Neden şiir yazmaya, şiir üzerine düşünmeye başladığıma ilişkin etkenler üzerine net şeyler söyleyemem sanırım. Kendi rengimi üretmek, yanlış bulduğum bireysel ve toplumsal olgu ve olaylara karşı çıkmak için şiiri seçtim diyebilirim. Öğrencilik yıllarımdaki arkadaşlar çok yetenekliydi. Futbol, basketbol, voleybol, masa tenisi oynayanlar, şarkıları iyi söyleyenler, bir müzik aleti çalanlar, güzel resim yapanlar vardı çevremde. Bu alanlarda onlar kadar başarılı olamamıştım ben. Şiirler yazmaya başladım. Hece ölçüsüyle, uyaklı çok şiir yazdım. Hiçbiri yayımlanmadı onların. Ben de yayımlansınlar diye uğraşmadım zaten. Ama o süreçten hiç kopmadım. Çok okudum, çok araştırdım. Anlamadığımı anlamak için insanüstü bir gayret gösterdim. Böylece kendi şiir yazma yeteneğimi geliştirdim; bu yeteneğimi daha da geliştirmek için hâlâ uğraşıp duruyorum.
Bak, benim kızacağım bir noktaya geldik. Yazdığım şiir hakkında konuşmayı hiç sevmem. Yanımda da konuşulmasını, övülmesini istemem. Şu kadarını söyleyeyim: Türk şiirinde kendime bir yer açmaya çalıştığım doğrudur. Seçtiğim yerdeyim. Şimdi olduğum yerde.
Benim yazılarımı, şiirlerimi okuyanlar hangi şairleri sevdiğimi, hangi şiir anlayışına yakın olduğunu bilir, bilmeli bana kalırsa. Haydi bu bağlamda toplumcu olduğumu; bireyden, toplumdan, bunların geleceğinden yana şiirler yazdığımı da söylemiş olayım.
- Aladağ: İmgelerinizin hayatın içinden geldiğini, sizin duyuşunuzu yansıttığını, şiirlerinizde görüyoruz. Sizce imgenin şairi yansıtma gücü ne kadardır? İmge açıldığında, imgelerin anahtarları ele geçirildiğinde şairin hayatını ve kişiliğini, dünyaya bakışını şiirinden çıkarabilmek mümkün müdür? Bir şairi tanımak bizi onun şiirini anlamaya ne kadar yaklaştırır? Ya da şiirini okuduğumuz şairin kişiliğini analiz edebilir miyiz?
- Çolak: Şiirde olan biteni yaşayanlar, şiirin öznesidir. Ama böyle bir saptama yapıp bırakamayız. Çünkü o şiirin yazan özne de şairdir. Bunu görmezden gelmemek gerekiyor. Böyle olduğu için bir şiire baktığınızda şairin ideolojisini, dil bilincini, duyarlılığını, şiir sanatına olan saygısının niteliğini, yeteneğini görebilirsiniz. Bu bütünlükte bakıldığında şair hakkında bazı düşünceler edinilebilir. Şairin kurduğu imgeler de çok şey anlatabilir, ama şairin iç dünyasına ilişkin verdiği ipuçları yeterli olmaz şairi anlamaya. Bu nedenle, evet, şiirin bütününe bakılmalı.
Eğer yazdığı şiirleri özümledikten / özümsedikten sonra bir şairle fiziksel bir tanışma gerçekleşirse iki durum çıkabilir ortaya. Yazdıklarıyla şairin birebir uyuştuğunu ya da yazdığı şiirlerdeki insan olmadığını düşünebilirsiniz. Bu iki olasılık her zaman vardır.”Şairi tanıdıktan sonra hayal kırıklığına uğradım” derler ya, hoş bir yargı olmaz bu. Şairin şiirine yabancılaşması da poetik bir tutumdur. Bu durumda şaire değil, şiire, şiirlerin ne kadar şiir olduğuna bakılmalıdır. Böyle olduğu için şiirler üzerinden şairin kişiliğine irdelemek her zaman sağlıklı sonuç vermez.
Kendimle ilgili şunu söyleyebilirim: Benim özlediğim ütopik toplumun tam karşıtı bir toplumda yaşıyorum. Bu toplum biçimini benimseyenlerin sayısı da gün geçtikçe artıyor. Bu yüzden ‘kapkara karamsarım.’ Bu karamsarlığımı şiirlerimde görenler, günlük yaşantıda da insana güvenimin kalmadığını görürler. Çünkü ben kendi üzerimden herkesi yazıyorum. Yani benim şiirlerimden beni az çok tanıyabilirsiniz. Ama sınırlı kalır bu tanıma.
Benim şiirlerimde, benim dünyama yönelik bir aralık vardır. Kendi adıma bu sırrı vermiş olayım.
- Aladağ: Şairin, şiiri topluma sevdirmek gibi bir arzusu var mıdır? Şiir işçisi olmanın zorlukları bu noktada mı ortaya çıkmaktadır?
- Çolak: Her şair, şiirlerinin sevilmesini, günü gününe okunmasını ister. Bir gün işe yarar diye, sırf bu nedenle şiir yazılmaz. Her şair yazdığı şiirlerin yaşadığı çağda, yaşadığı günlerde bir işlevinin olmasını önemser elbette. Eğer o şiirler insandan, toplumdan, kısaca bunların geleceğinden yanaysa, yazdığı şiirlerin benimsenmesine daha çok ister, isteyebilir şair. Çünkü; şiirlerinde yeni bir gelecek, yeni bir insan tasarımı koymuştur. Bunun bilincindedir. Bütün amacı yaşamı sokulan çıkmazın dışına çıkartmaktır. Bu da toplumsal özne olan insan eliyle yapılabilir. O insanların oluşması, hayatı değiştirecek militanların yaratılması için okunsun ister şiirleri. Bu istek çoğu kez tutarlılığını yitiriyor. Okunma çabası bazı şairlerin popülist, oportünist, Makyavelist… olmalarına neden oluyor. Belki yazdıkları şiirler yaşadıkları günlerde okunuyor ama şiir değeri olmuyor hiçbirinin. Popülismin, revizyonizmin, oportünizmin, Makyavelizmin şiirde yeri yoktur. Bunun bilincinde olan şair, okunmak ister ama şiir sanatından zerre kadar ödün vermez. Hem bugün hem de gelecek için yazar şiirlerini. Elbette buluşabilmek için insanlardan da çaba göstermeleri ister.
- Aladağ: Şairlerin birçoğu şiirlerinin yabancı dillere çevrilmesinden dolayı mutluluk duyar. Şiirin başka dillere çevrilmesinde şiirin yeniden yazıldığı düşüncesini kitabınızda vurguluyorsunuz. Merak eden okuyucularınız için yabancı dile çevrilen şiiriniz var mı?
- Çolak: Şairin başka bir dile çevrilmesi şairlerin hoşuna gidebilir. Ama bu konuda ben yeterince iyimser değilim. Yazdığınız şiirde değişmeceler, söz ve anlam sanatları, özgün imgeler yoksa o şiiri başka bir dile çevirmek kolay. Yoksa çevirmen anladığını yeniden yazıyor, o kadar. Böyle olunca da senin şiirin, parodi olarak, başka bir dil yeniden yazılmış oluyor. Bu yüzden sevmiyorum çevirileri. Başka bir dilden Türkçeye çevrilmiş şiirleri de, Türkçe yazılmış bir şiir olarak okuyorum. Çünkü çeviride Türkçenin nasıl kullanıldığını görüyorum sadece. Yazıldığı dil hakkında hiçbir düşüncem oluşamıyor. Çok zor ama bana kalırsa her şiiri yazıldığı dilde okumak. Bunu yapan var edebiyat tarihinde. Sevdiği şairin şiirlerini yazıldığı dilde okuyabilmek için dil öğrenenler var. Ben beceremezsem de çok önemsiyorum bunu.
Kendime ilişkin konularda konuşmak bana hep itici gelmiştir. Hele açık kaynaklardan kolayca bulunacak kendime ilişkin bilgileri yinelemek de hoşlandığım bir şey değil. Sorulduğu için söyleyeyim: Şiirlerim İngilizce, Almanca, Fransızca, Makedonca, Bulgarca, Farsça, Gürcüce ‘ye çevrildi. Bu dilleri bilmediğim için, çevrildikten sonra nasıl bir şiire dönüştüklerini şiddetle merak ederim.
- Aladağ: Kendi şiirinizden çok Türk şiirini düşündüğünüz, bu konuda acı çekerek denizyıldızını denize kavuşturma çabası içinde olduğunuz, zaman zaman kızdığınız ve kırmaktan çekinmeden doğruyu söylediğiniz yazılarından kolayca anlaşılıyor. Şiir dışındaki insan ilişkilerinizde aynı tutum içerisinde olduğunuz söylenebilir mi?
- Çolak: Yaptığın saptamalar doğru. Sanat söz konusu olduğunda hatır/gönül bağlamında değerlendirmeler yapmamak gerekiyor. Karşınıza bir şiir çıktığında sahip olduğunuz şiir bilgilerinin ışığında bir değerlendirme yaparsanız. Olumlu şiir öğeleri bulduğunuzda, olumlu düşüncelerinizi belirtiniz. Yoksa yargılarınız olumsuz olacaktır. Elbette böyle de olması gerekir. Ne yazık ki işleyiş böyle olmuyor. Herkes her şiiri beğeniyor. Özellikle sanat ortamda dayanağı olmayan beğeniler konuluyor ortaya. Şiire, şiir sanatına zarar tutumlardır bunlar. Diyeceğim şu: Şiir sanatının gereksindiği bilgilere sahip değilseniz, şiir sanatı üzerine bir yargıda bulunmamanız gerekir. Dahası, söz konusu tanıdığınız biriyse kalbi kırılmasın diye onun yazdıklarını beğenmekten uzak kalmalısınız. Böyle durumlarda şiirin kırılacağını anımsamak gerekir. Tam bu noktada ‘şiir kırılacağına, onlar kırılsın’ diyerek şiirden yana bir tavır koymalısınız ortaya. Ben böyle yapıyorum. Şiirden yanayım çünkü. Şiir ilişkisi başka, dostluk, arkadaşlık ilişkisi başka diye düşünüyorum. Bunu anlamayanlarla şiir konuşulmaz zaten. İnsanî ilişkilerimi de aynı mantıkla kurguluyorum. İçten ve açık sözlü olmak yetiyor bu iş için. Aynı içtenliğe, açık sözlülüğe sahip olanlar çok iyi anlıyor beni. Diğerlerinin de bir önemi olmuyor zaten.
- Aladağ: Yirmi bir şiir kitabınız yayımlandı bu güne kadar. Başlangıçta şiirlerinizden umut fışkırırken son yazdığınız şiirlerinizde umut yerini karamsarlığa bırakmaya başladı sanki. İnsan sorunsalıyla başınızın dertte olduğu söylenebilir mi? Ne dersiniz?
- Çolak: Şiir bir kurgudur nihayetinde, ama duygular kurgu değil. Ben o duygusal fırtınaları yaşadığım için şiirler yazıyorum. Abartarak söylersem, şiirleri kanımla derime yazıyorum. Kimse inanmaz belki ama bir şiiri yazıp bitirdiğim zaman, bütün gün taş taşımış gibi çok yoruluyorum. Bir şiiri tamamladıktan sonra insan hasta olur mu? Ben oluyorum, birkaç gün sürüyor bu.
“İnsan tükenmez” dedik, “insan umuttur” dedik. Bu umut çürümüşlüğü getirdi beraberinde. Zerre kadar değişmedi insanların büyük çoğunluğu. İleri insanlıktan yana bir adım ilerleyemedi. Daha çok bencilleşti. Dünyada olan bitene karşı iyice duyarsızlaştı. Çoğu bir başkasına karşı cehenneme dönüştü. Kötülüğün, yalanın, dedikodunun, kıskançlığın, kin’in, hırsın, bencilliğin, cehaletin, sevgisizliğin, sorumsuzluğun… bini bir para. Böyleleridir işte umudu kemirenler. Öfkeliyim onlara. Burada haberini de vermiş olayım. Önümüzdeki günlerde yayımlanacak olan şiirlerimin konusu bu çürüyen insan olacak. Kitabın adını da söyleyeyim: “İnsan Denen Cehennem”
Kitabımın alınlığına da şunları yazacağım: “Hayatı sokakların, alanların, gökyüzünün, savaşların, kelimelerin yaptığı bir şaka sandılar. Başka yolu yokmuş gibi kırıla kırıla yaşadılar aşklarını. İçerisi soğumasın diye, kapıyı hemen kapattılar gidenin arkasından.
Yeniden düş, yeniden düş kırıklıkları yaşandı boyna.
Kimdi cehennem?
Tam karşımda dehşeti, utancı, bir gün önceki kâbusu ile insan duruyor.”
- Aladağ: Daha çok soru var sormak istediğim ama…
- Çolak: Yok, burada bırakalım. Hangi çağda sorulmuş olursa olsun, insana ilişkin sorular hep aynı. Yaşam değiştikçe, yanıtları da değişiyor o soruların. Bence her şeyi bırakıp bunu düşünelim.
N.Aladağ: Sorularıma içtenlikle cevap verdiğiniz için çok teşekkür ederim Veysel hocam. Keyifli bir söyleşi oldu. Yeni çıkacak olan ‘İnsan Denen Cehennem’ adlı kitabınızı okumak için sabırsızlıkla bekliyor olacağız. Şiir duyarlılığı ile sağlıklı güzel günlerde görüşmek dileğiyle.