Şiirin Kanatlarında Bir Adam: Ataol Behramoğlu / Röportaj
Kamil Akdoğan / Hatice Eğilmez Kaya
Sevgili Ataol Behramoğlu, öncelikle ilk sayı gibi her dergi için çok önemli bir adımda bize bu olanağı sunduğunuz için çok teşekkür ediyoruz size. Onur verdiniz, güç kattınız bize…
- Bazıları vardır hep ilhamdan söz eder. Sizce şiir yazmak için ilham gerekli midir, sanatçı bir kişinin ilhama ihtiyacı var mıdır? Ya da fikir, sanat için emek harcamak tek başına iyi bir şiir yazmak için yeter mi?
A.B. İlham(ya da esin) dediğimiz şey durup dururken ve herkese gelmez.
Önce yeteneğiniz olacak.
Yanı sıra çalışacaksınız.
Kuşkusuz, çalışacağınız şeyin ne olduğunu, neye çalışacağınızı da bilmeniz gerekir.
Esin, bunlardan sonra, geleceği varsa gelir.
Durup dururken gelmez, diyelim ki geldi, ama siz hazır değilsiniz. Eliniz ayağınız birbirine dolaşıyor. Geldiğine pişman olup hemen gider. Demek ki hazır olmak gerekiyor. Bu da, yukarıda saydıklarımla ilgili…
- Yahya Kemal, “insan hayal ettiği müddetçe yaşar” diyor. Sizce bir şairin üretkenligi hangi koşullara bağlıdır?
A.B. Şairine göre değişir, ama öncelikle çalışmak gerekir. Hayal kurmak da bu çalışmaya dâhildir. Hayal kurmak için ise, yine de az çok zamana, kafa dinginliğine, yoğunlaşmaya gereksinim vardır. Örneğin dişiniz şiddetle ağrıyorsa, şu ya da bu nedenle iki gündür aç susuzsanız, ne çalışabilir, ne de hayal kurabilirsiniz.
- Aziz Nesin’in bir zamanlar günlük hayatın içine dek girmiş “bizde her üç kişiden dördü şairdir” sözünü çok kullanılırdı. Sizce de hâlâ böyle mi? Günümüzde kitap okunmadığını bütün istatistikler söylerken “şair” sayısının çok olması mümkün mü? Öte yandan başka bir bakış açısı da “şayet yeni bir şey yazmayacaksan şiir yazma” gibi bir söylemde bulunur. Sizce doğru mu? Köy Enstitüleri gibi müthiş bir deneyim varken bu tür bir söylem şiiri seçkinci bir tabakanın tasarrufuna bırakmak olmaz mı?
A.B. 1970’li yıllar olmalı, sevgili Aziz Nesin’le Sofya’da bir toplantıdaydık. Sanırım Bulgar yazarlar ya da şairlerden biri Aziz Nesin’in bu sözünü anımsatarak “ Gerçekten böyle midir?” diye sordu. Ben. “Evet böyledir” diye yanıtladım… “Bizde üç kişiden dördü şairdir, fakat Aziz ağabey de şiir yazmaya başladıktan sonra o dört kişi beş oldu…” (Gerçi Aziz Nesin’in gençlik yıllarında, hem de kadın adı kullanarak şiir yazıp bir dergide ya da dergilerde yayınladığı, hatta Orhan Kemal’in bu kadın şair âşık olduğu bilinir, ama henüz şiir kitabı yayınlamamıştı…
Her ne ise, bu her yerde biraz böyledir… Edebiyata genellikle şiirle başlanır. Sonra şiir bırakılarak başka dallara geçilir. Aslında şiir sizi bırakmıştır. Şiir kolaymış gibi görünen zor bir yazı alanıdır. Ona belki yazı bile denmez. Sözcüklerin mücevher işler gibi işlenmesidir. Hayal ettiğin, üzerinde çalıştığınız şey, konu ya da öyküden daha fazla ve daha farklı bir şey, dilde (anlamlarda, seslerde, tonlamalarda, uyumlarda, görselliklerde, bütün bunların birbiriyle ilişkisinde, yanı sıra da kendi ruhunuzda, heyecanlarınızda, duygularınızda, bir derinleşme, kesip biçme, kurup bozma, kurgulama olgusudur…
Bütün bunların seçkincilik ya da sıradanlıkla ilgisi yoktur.
- Malumunuz Koronalı günlerden geçiyoruz, salgın belki uzun yıllar devam edecek, belki hiç geçmeyecek. Kimse net bir şey söyleyemiyor. Bu arada yeni alışkanlıklar, yeni yaşam biçimleri oluşuyor. Fikir ya da sanat insanının üretmek için daha fazla zaman bulabildiği bir süreç diyebilir miyiz bu sürece. Edebiyat açısından bakarsak; örneğin şiir; daha da güçlenerek mi çıkar bu süreçten yoksa alışık olmadığı yeni yaşam zarar mı verir şiire.
A.B. Sorularınızdan birine verdiğim yanıtta belirttiğim gibi, zaman ve buna bağlı olarak da yoğunlaşma önemlidir. Yaşadığımız şu günlerin bu anlamda kuşkusuz bir önemi, yararı olmuştur, olacaktır. Fakat gönül ister ki sağlıklı, özgür günlerde böyle zamanlarımız olsun. Hem de sadece şairler, sanatçılar için değil, herkes için.
- “Ne Çok Hain” şiiri hakkında çok şey yazıldı, eminim bu derginin hedef kitlesi de çok beğendi bu şiirinizi. Anlatmak istediği de çok açık aslında bu şiirin ama biz yine de bizzat kendi dilinizden bu şiiri yorumlamanızı isteriz.
A.B. “Ne Çok Hain”, 60’lı yıllar Türkiye’sinin ve dünyasının coşkusunu yaşayıp da sonrasında baskı ve sömürü düzeniyle uzlaşıp, dahası bu düzeninin hizmetine girenlere yönelik bir eleştiridir.
- Yine bir şiirinizi analım sevgiyle. “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var.” Kimileri mahpus defterine, kimileri hatıra defterine yazdı onu. Siz ne duyumsuyorsunuz bu köşe taşı şiiriniz hakkında?
A.B. “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey var”, bir öğretisel (didaktik) şiir değil, bir heyecan şiiridir. Etkisinin, yaygınlığının başlıca nedeni de, kanımca, okura ya da dinleyene bu heyecanın geçmesidir…
- Yeni bir kitap müjdeniz olacak mı?
A.B. Yeni bir şeyler hep vardır, olacaktır kuşkusuz. Fakat bu sorunuza yanıtımda, geçen yılın ürünü, çiçeği burnunda iki çalışmamdan söz edeyim. Biri, ne yazık ki çok kişinin adını bile bilmediği, aydınlanma tarihimizin en önemli düşünür ve eylemcilerinden Ali Suavi üzerine belgesel-dramatik bir oyun. Ne yazık ki talihsiz bir döneme rastladı.
Tiyatrolar açılıp bu oyun sahnelendiğinde, yıllarca sahnelerde kalacağından kuşku duymuyorum…
İkincisi, 19 Mayıs 1919’un 100. yılı nedeniyle, bir zamanların radyo oyunu türüne yakın bir yaklaşımla yazdığım, bir sınıfta öğretmen ve öğrenciler arasındaki konuşmalardan oluşan “Çocuklar İçin 1919 Dersleri”…
Aynı türde bir çalışmayı 23 Nisan 1920’nin 100. Yılı nedeniyle, “Çocuklar İçin 1920 Dersleri” adıyla gerçekleştirmek istiyorum.
Yine yine teşekkür ederiz. Sağlık, esenlik ve şiirle…