TİYATRO SANATI
Sabri Karayel
İlkel kavimlerden bu yana, tiyatro, bir toplum olayıdır. Beslenmek için avlanan ve nasıl avladığını “taklit” le anlatan insanoğlu ile onu seyreden kabile halkı hem fiziksel hem ruhsal yönden birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar. “Taklit” sözden önce, bir insanın öbür insanlara düşündüğünü anlatabilmesini sağlayan ilk araçtır. İnsan kendi için taklit yapmayacağına göre, ilkel insanın ilk anlatım aracı olan “taklit” in kişisel bir eylem olmadığı bir gerçektir. Öyleyse, kaynağı “taklit” olan tiyatronun anlamı, eylemde bulunan ile eylemi seyrederek bu eyleme katılanların birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu anlaşıldığı anda ortaya çıkıyor.
Tiyatro sanatı söz konusu olduğu anda ne yalnızca yazarın eseri ne yönetmen tarafından getirilen oyun düzeni ne yalnızca oyuncular ne de yalnızca seyirciler vardır. Tiyatro sanatı bütün bu parçaların kaynaşması ve birlikte hareket etmesi ile oluşur. Tiyatro sahnesi ile seyirci iki ayrı bölüm değil, birbirini bütünleyen ve tamamlayan bir tek bölümdür. Yani özetle; tiyatronun varlığını ispatlaması için olmazsa olmaz unsurların başında seyirciden kopmaması geliyor. Diğer bir unsurda tiyatronun kendi içine kapanmayıp seyircinin yaşamındaki sorunları ve düşünceleri ele alması gerekmektedir. Tiyatro sanatının tamamlanması için kendi halkının çoğunluğuna yönelmesi en önemli şartlardan bir oluyor.
Çoğunluğu kapsamayan bir tiyatro eylemi nasıl kendi halkını temsil edemezse, çağın gerisine kalmış bir tiyatro anlayışı da çağdaş ve modern insanın yararına olamaz. Çünkü tiyatro, bir hayat bilimidir ve kaynağını sürekli değişerek ilerleyen hayat olaylarından alır. Tiyatro sanatı, insanın özünü araştırırken, düşünce ve kültür tarihinin, değişen biçimlerine uyarak toplumsal gelişmelere sıkı sıkıya bağlı kalır. Çünkü ancak bu dinamiklik içinde insan hayatının ana nedeni kavranabilir hale gelir.
Tiyatro sanatı, bu yönden de edebiyattan ayrılır. Tiyatro sanatı edebiyat kurallarından ayrı kendine has özellikleri ve kuralları olan bir yaratma eylemidir. Metinsiz de var olabiliyor tiyatro; metin, tiyatronun içinde yalnızca bir kısmı-bölümüdür. Kısacası edebiyat tiyatronun bir parçasıdır. Tiyatro eseri daha doğarken edebiyat eserinden ayrılır. Çünkü sözcüklerden oluşan edebiyat, tek kişinin yaratıcılığı ile ortaya çıkar. Tiyatro ise, bir birlik-beraberlik başarısı ile var olur. Birçok güçlerin bir araya gelmesiyle işlevsel hale gelir. Yani tiyatro sanatı; oyun yazarının, dramaturgun, yönetmenin, dekor ve kostüm sanatçısının, oyuncuların, ışıkçının, dans edenlerin, sahne teknisyenlerinin, suflörlerin, bestecilerin, seyirci gibi birçok unsurun çalışması ile ortaya çıkar. Bu nedenle tiyatro sanatının ortaya çıkması için sürekli ve düzenli çalışan bir fabrikaya ihtiyaç vardır.
Tiyatronun, hayatın gelişimi ile orantılı bir dinamizmi ve değişikliği vardır. Bu konuyu biraz açmak gerekirse; edebiyat bilimi için metnin değerlendirilmesinde kıstas ve ölçü zaman aşımıdır. Edebiyatçı için metin, değeri ve değersizliği saptamada tek ve kesin bir belgedir. Onun için ölçütte kayıtsız şartsız metne dayandırılmaktadır. Bir örnek verecek olursak; edebiyatçı Shakespeare’i metni ile değerlendirir, modern bir yoruma da gitse yine kaynak metindir. Sonuç olarak, Shakespeare on altıncı yüzyılda neyse, yirmi birinci yüzyılda da aynıdır ve bir klasik olarak aşağı yukarı aynı değerlendirmeler yapılır. Yani, yalnız başına metin, çağlar geçse de tiyatro alanındaki değerlendirme açısından durağan bir sonuç getirmektedir.
Tiyatro alanında ise metin yalnızca birleştirici bir noktadır. Zaman aşımı tiyatro eserinin değerlendirmesinde bir kıstas bir ölçü değildir. Bir tiyatro eseri bir edebiyat tarihçisinin değerlendirmesiyle estetik ölçüt anlamında değerli bulunmayabilir. Aynı eser sahnelenişiyle oyunculuk sanatında önemli bir değişikliğe olanak sağladığı zaman değerli bir metin olabilir. İşte bunun gibi edebiyat alanında çok değerli bir metin, tiyatro açısından yetersiz ve hatta değersiz olabilir. Çünkü insan hayatının gelişimini ve dinamizmini kaynağında bulunduran tiyatro, insan hayatının aktüel yanı ile ilgilenir ve yorumunda da bu durumu ölçüt alır. Örneğin, Shakespeare’in yaşadığı çağdan bu yana, onun eserleri tiyatro alanında yüzlerce değişik yorumla günümüze değin gelmiştir. Buna karşın edebiyat tarihçisinin dayandığı metin hiç değişmemiştir. Her çağda yorumlanabildiği halde, yine aynı kalan metinle, durmadan değişen bir sanat olan tiyatro eseri arasında temel kurallar anlamında bir ayrıcalığın olduğu izlenmektedir. İşte tiyatro eserinin bu geçici niteliği, tiyatro sanatını her an yeniden kurmak için ön çalışma yapmağa zorlar kişiyi.
Tiyatronun kendine has bu özelliği ile yönetmen adeta ikinci bir yazar olabilir ya da sahne yazarı durumundadır. Metin tiyatro eserini oluşturan birçok ögelerden biri olduğuna göre, yönetmen oyunun daha güzel, anlaşılır ve büyük kitlelere ulaşması için, metin üzerinde değişiklikler, düzeltmeler yapabilir. Hatta sahneleri budayabilir, diyalogları değiştirebilir. Tiyatro yönetmenin bu yetkisi eserin başarısı için son derece önemlidir. İşte bu durum bir edebiyatçının gözünde kabul edilemeyebilir.
Sonuç olarak tiyatro sanatı diğer sanat dallarından temel özellikleri açısından çok ayrı ve çok özeldir; müzik, resim, roman, heykel sanatı gibi tek kişinin sanat olayına katılması ile tamamlanan bir sanat değildir. Tiyatro eserinin tamamlanabilmesi için seyirci dediğimiz, yüzlerce, binlerce kişinin aynı anda sanat olayına katılması gerekir. Böylece tiyatro canlı olarak tüketilen bir toplum olayıdır. Diğer bir temel özelliği ise ister çağlar öncesinde yazılsın ister yirmi birinci yüzyılın başında yazılmış bir eser olsun, tiyatronun var olması çağdaş ve modern düşünce düzeyini yansıtması ile doğru orantılıdır.
Tiyatro sanatının yaşayabilmesi için içinde bulunduğumuz çağın özelliklerini ve insan ilişkilerini odak noktası yapması şarttır. Çağdaş olmayan bir tiyatro olamaz, olsa bile can çekişmekte olan bir tiyatrodur.
Alkışınız bol olsun…
Sabri KARAYEL