TOPLUMSAL SANAT BİLİNCİ
Kültür kavramının bile tam anlaşılamadığı günümüzün güzelliği değersiz kılan dünyasına, bir bütün olarak sanat bilincini anlatmak o kadar kolay olmuyor. Kültür konusunun yeterli ve bilinçli olarak çocuk ve aile özellikle de eğitim sürecinde algı alanından uzak tutulması, bugün başka anlamlarda karşımıza değersizlik olarak çıkmaktadır. Sözgelimi şiddet. Bu sürecin, Anadolu Kültürünü bir yana bırakın, tüm insanlık adına durdurularak, yaşamsal değer ölçüsü olarak sanatın yeniden anlam kazanmasında, evrensel yarar görmekteyim. Bu sonuca ulaşmak için toplumsal sanat bilinci kavramını üç başlıkta ele almak istiyorum. Bunun ilki yaşamsal üretim değeri olarak kültür, ikincisi; kültür içinde sanat, edebiyat ile son bölümde toplumsal sanat bilinci olacaktır.
Kendi tarihini yarattığı üretimle biçimlendirir insan(…) Bu biçim, sosyal bir yapı içinde var olarak, toplum dediğimiz örgütlenmiş diğer bir biçime girer ve sürekli devinimle kültüre dönüşür. İnsanın maddi yaşamı, bu ilişkiler ağı içinde bilinci oluşturarak; bu biçim içinde tinsel, sanatsal, ideolojik vb. düşüncesini üretir. Bir bütün olarak bu üretimden oluşan ve adına ‘ kültür’ dediğimiz, basit anlamıyla yaşam ve üretim biçimi, bireyin eseridir.
Zaman içinde değişim içermesi onun vazgeçilmez özelliğidir. İnanç biçimleri, toplumun kendine bakışı, dili, edebiyatı, karşı tarafa bakışı, görünüşü, hazzı, hissedişi vb. kişinin bu kültür ve değişim içindeki sosyal kişiliğini oluşturur. Pratikte ne kadar çeşitlilik varsa oluşan kişiliklerde de o kadar farklılaşma var demektir.
İnsanın yer kürede, var oluşundan on dokuzuncu asra kadar oluşan kültür, birçok üretim biçimi içinde bu tarihten sonra kapitalizmi de yaratmış ( Burada kapitalizmin nedeni üzerinde durulmayacaktır) kapitalizmde; eşi ve benzeri olmayan, aynı zamanda egemen olan kitle kültürünü dayatmıştır. Bu konuda görüş sahiplerinin bir kısmı kitle kültürünün doğal bir dönüşüm olduğunu söylemekte ise de bu görüşe katılmayarak bunun bir dayatma olduğunda ısrar edenler çoğunluktadır.
Kitle kültürü; öncelikli olarak, guruplaşmış sermaye ve endüstri, durmadan artan mal ve hizmet üretimi ve ilk defa işçi sınıfının yönlendirildiği, onların tüketimi için üretilen bir kültür olarak ortaya çıkmıştır. Bu kültürel üretim, kitle üretimi yapan kapitalist pazara uygun yaşam biçiminde, pazar güçlerinin kendilerini sürdürme ve yayılma sürecini de birlikte getirmiştir. Diğer adıyla ulusal ve uluslar arası sömürü adı verilen bu egemen pazar yapısı içinde, yaşam biçimlendirilirken, kişiler, etnik ve sosyal farklı gruplar, sanatçılar, sivil toplum örgütleri ve toplumu oluşturan sosyal küçük unsurlar, üretilen zenginliklerin paylaşımında, sadece çalışan ve tüketen olarak; kitle kültürü içinde tutularak, kitle; özel mülkiyet ( sömürü ) kültürünün ayakları altına serilmiştir. Kısaca söylemek gerekirse kitle kültürü, seri üretimin en önemli sonuçlarından birisidir. Kültürün bugün geldiği yerin ne olduğunu açıklayabiliriz.
Genel olarak kültürü oluşturan değerler; bir bütün olarak yaşadıklarımız, düşünce üretimi, yaşam biçimi diyebileceğimiz, anlayabileceğimiz kavramlar olarak karşısına çıkar. Bu kavramlar içine doğan insan; geçmiş birikimlerle donanır ve bilgisini kültürel değere dönüştürerek geleceğe aktarır. Bu süreç böylece sürüp gider. Varlığını özgün kılamayan kültürler ya değişime uğrar ya da tamamen yok olurlar. Kültürün en önemli yaşam kaynağı ise dildir. İnsan yaşamak için nasıl hava ve suya ihtiyaç duyarsa, kültürde yaşamını insan ve onun diline borçludur. Kısaca kültür yaşayan ve değişen bir sürecin adıdır.
Yaşanılan ülke ve coğrafyanın kendine özgü yapısı, özgün kültürler oluşmasına neden olur. Sözgelimi çöl insanının kültürü ile deniz insanının kültürü arasında fark vardır. Çok sıcak ülkelerle çok soğuk ülkelerin kültürel farklılığı başka bir örnektir. Çağımızın modern ve zengin insan yaşamı ile yoksul ve gelişmemiş insan yaşamının kültür üzerinde etkileri ise değişkendir. Buradan hareketle diyebiliriz ki, herhangi bir kültürel değerin evrensel boyutu her zaman vardır. Onun kabul edilebilirliğinin ölçüsü ise sürekli ve düzenli olmasına bağlıdır. Küçük yerel boyutlu bir değer ya da düşüncenin evrensel olması bu açıdan mümkündür.
Bu bölümün sonundan çıkarabileceğimiz sonuç; kültürün aslında yaşamın kendisi olduğu ve değişkenliği ile yaşamsal değerinin sürekliliğe, dile bağlı olduğudur. İyi algılanmış sanat ve edebiyatın yarattığı insani güzel değerler kültürü de özgün kılabilir.
Kültür İçinde Sanat ve Edebiyat
Yaşamın başlangıcında korku vardı, insan korkudan zanaatı yarattı. Neye karşı elbette doğa ve diğer canlılara karşı. Zaman içinde korkusunu yenen insan, önce silahı buldu daha sonra kendi üstünlüğünü kurdu. İnsanın evrim içindeki tek taraflı sürekli galibiyeti çelişkisini de birlikte yarattı. Bu seferde kendi türüne yönelerek korkusundan şiddet yarattı. İşte geri dönüşü olmayan bu sürece itiraz hakkını kullanarak karşı çıkan öznel olarak sanatçılar nesnel olarak da sanat olmuştur.
“Bir duygunun tasarının veya güzelliğin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatımın sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılığa” Sanat diyoruz. Edebiyat ise olay, düşünce ve duyguların dil aracılığıyla biçimlendirilerek anlatılmasıdır.
Uygarlık sürecinin insanın hayvansal yanlarını yavaş yavaş dizginlemekten ibaret olduğunu ileri süren psikanalist Jung, insan psikolojisini incelerken insanda birbirinden ayrı üç ruh tabakasının varlığına işaret eder. Bilinç, bilinçaltı ve kolektif bilinçaltı. Konu içinde ayrıntılı anlatmak için psikanalist olmamakla birlikte, bir kültürü oluşturan toplumsal davranış ve düşünceyi bu açıdan incelemekte yarar olabilir. Konumuz kültür içinde sanat ve edebiyat olduğuna göre, içinde bu yaratının kaynağı insan vardır. Şöyle ki insan bilincinden daha ötede kolektif dediğimiz bilinçaltını; sanatsal yaratının, insan bilincinden bağımsız tek olarak değerlendirmekteyim. Jung’un tespitine göre “ben” tarafından anlaşılamamış bir bilinçaltı vardır.
Bu bakış açısını değerlendirdiğimizde, farklı coğrafyalarda da olsa insan bilinçaltında birbirine benzer ruhsal semboller ve masalların efsanelerin, büyülerin, büyücülerin kısacası anlatımın ruhun çok derinliklerinde varlığı ispatlanmıştır. Kültür ve Sanat ve Edebiyat”” gibi bir kavramı incelerken aslında farkında olmadığımız, geçmişten geleceğe evrensel bir kültür ve sanatı da inceliyoruz demektir. Aynı coğrafyada yaşayan bizlerin bilincinde belki birbirine benzer sanatsal yaratılar görünebilir ama kolektif bilinç dediğimiz bize ait olmayan bilinçte; insan olmanın varlığına ait ortak bir bilinç vardır.
Kişisel düşünce ve bilinçten oluşan davranış ve üretim biçimi, yerel veya bölgesel yahut ulusal bir kültür değeri üretirken, kolektif bilinçten daha evrensel kültür değeri biçimlendirilmiş olabilir. Bu önerme sanat ve edebiyatın taşralı, şehirli, yerel tanımlamasını yerle bir edecek kadar açıktır. Çünkü sanat ve edebiyatı yaratan kolektif bilinç böyle bir tanımlama getirmiyor.
Bu bölümü özetlersek; kültür dediğimiz üretim biçimi insan psikolojisinin bir ürünüdür. İnsan psikolojisini etkileyen faktörler ise çocuklukla doğrudan doğruya ilgilidir.
Toplumsal Sanat Bilinci
Basit anlatımlı kısa örnekler vereceğim. Bayramda, piknikte, evde, bahçede binlerce minik çocuk görmüşsünüzdür. Elinde oyuncak tabancası olan erkek çocuk, gelinlikli bebeği olan kız, damperli dampersiz kamyonla oynayan erkek çocuk, evcilik oynayan anne bebekler, asker elbisesi giymiş minik evlatlar…
Tablo ne kadar hazindir. Kendi hastalıklı gururunu çocuğuna giydirmiş, toplumsal cinsel rolünü çocuğuna örnek gösteren anneler ve babalar. Çocuk psikolojisi ve dünyadan haberi olmayan bir zavallılar ordusu. Bu insanlara şunu sormak gerekir. Bu yaptığınızın neresinde çocuğunuz için bir güzellik ya da toplum adına bir yarar görmektesiniz?
Bu konuyu biraz daha açmakta yarar görüyorum. Psikolojide davranış hatalarımızın tekrarının toplumsal geleceği nasıl etkilediği bilinmektedir. Bu hatalara bakılarak geleceğin belirlenmesi veya bu hataların ortaya çıkmasına neden olan davranışların, derinliğinin bilinmesi gibi konular çözümlenmiş konulardır. Kültürü oluştururken; sanat ve edebiyata uzak davranış modellerinin ne yazık ki çocuklar üzerindeki ısrarlı ve hatalı tekrarı, gelecek üzerinde sanat ve edebiyat öngörümüzü de belirliyor. Ailelerde durum bu, ya okullarda durum nasıldır? Öğretmenini model alan öğrenci, bilinçaltına atabileceği sanat bilincine veya algısına orada da rastlayamamaktadır. Çünkü eğitim sisteminin içinde böyle bir konu yoktur. İşi öğretecek olanlara da verilmemiştir. Sonuç; mevcut bilgi, algı ve bilinçle bu davranış kalıbında yetişen bebeğin/çocuğun, kişisel bilinçaltında sanata ait değer yoktur. İşte duygu ve yaratının ülkemiz ve dünyamızda güzelliği ortaya çıkaracak bugünkü yoksulluğu buradan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle toplumsal sanat bilincini oluşturmada, ilkel davranış biçimleri tam da bu noktada mutlaka kırılmalıdır. Bireysel ve toplumsal olarak yapacak çok şey vardır. Adet yerini bulsun diye yapılan bütün sanat etkinlikler yarardan çok zararlı olabilir. Sanatçıların öncelikli olarak bu bilinçle hareket etmesini öneriyorum. “Toplumsal Sanat Bilinci”ne gerek görmüyor ve bu konuda çalışmıyorsanız, sanatın ve edebiyatın da geleceği üzerine kötülüğün pimini çekiyorsunuz demektir.
Geleceğimizi tasarlarken- üzerinde önemle duruyorum ve altına çiziyorum- sanat ilgisi, bilinci ve sevgisinin, aileden başlamak üzere sokak, mahalle, köy, kent, ülke ve bir bütün olarak insanlığın, öncelikli olarak çocuk ilgi ve algısı alanı içene sokulmasını toplumsal sorumluluğun gereği olarak düşünmekteyim. Bu sadece sanatla ilgili toplumsal sorumluluktur. Diğer alanların ihmali ve önemsizliği anlamında değildir. Bu ilgi alanı o kadar hassas bir konudur ki; bunun ihmâl edilmiş olması, çocuklardan başlamak üzere her türlü toplumda şiddete, teröre, hoşgörüsüzlüğe, hor görüye ve bilgisizliğe pirim vermek anlamına gelmelidir.
Sanata bu yaklaşımla bakanların, karınca gibi toplumda alev alev “değersizleştirme” yangınını söndürmek için şiir ırmağından su taşıdığını özetle bilmenizi isterim.
H.İhsan Sönmez