Tüm ışıklı evlerine, caddelerine, vitrinlerine rağmen karanlıkta kaldığımız bir çağdayız. Bir yanda bilgi bombardımanı, öte yandan bildiklerinden fikir üretemeyen yığınlar. Evet yığın… Kötü, karanlık, cahil, hırsız, dolandırıcı, katil, koyu, kesif karanlık bir yığın. Halk dediğimiz, yüzyıllardır getirdiği kültürden, anlayıştan kopmuş, medya ve kitle iletişim araçlarının araçlaştırdığı, kendisine sürekli mal pazarlanan bir kitleye, habis bir kitleye, bir yığına dönüşmüş. Hiçbir ilkesi, hiçbir ülküsü, yakınlaşacağı, ait olacağı hiçbir değer kümesi bulunmayan, birey olamadan bireycileşmenin tavanına vurmuş, kirlenmiş, kötülüğe teşne bir insan yığını. Bu haliyle insanlıktan çıkmış, çıkartılmış, hayvan kadar bile sevgi ve masumiyet taşımayan, kendi çıkarından başka bir şey düşünmeyen çoğunluk. Öte yandan teknolojiyi, öldürmenin emrine vermiş emperyalist güçler, uzaklardan bir bomba ile biner biner biner insanın öldürüldüğü vahşi savaşlar. Soykırıma dönüşen kırım. Soykırımı destekleyen diğer medeni (!) devletler. Sesi çıkmayan bir rüyadan bir düşten ibaret kalmış barış…
Bu yığınların ayrıca ekonomik sıkıntılar ile pekmezi çıkmıştır. Gelecekten hiçbir ümidi olmayan gençlerin çeteleşmesi, uyuşturucu ve suç batağına batışı ve küreselleşen kötülük…
Böyle bir yığın karşısında hâlâ yüreği insan sevgisiyle atan; adalete, eşitliğe, özgürlüğe inanan; sanatın daha güzel bir dünya kurmak için gerekli olduğu inancıyla yazan çizen bir sanatçıya bir şaire ne düşer; elbette Ürperti…
Ürperti’yi, tüm kirliliğe karşın insan kalmış her insanın; baktıkları, gördükleri, duydukları karşısında; beyniyle, bedeniyle hissettiği o duyguyu, Tuğrul Keskin görünür kılıyor. Bu kara manzaraya eğildiği, bireyden devlete, topluma, insan ilişkilerini yorumlamaya çalıştığı bu çağa ilk önce ürpertiyle yaklaşılabileceğini kavrıyor şair sezgisi ile. Kitabının adını kendini insandan yana konumlayan herkesin basınçla hissettiği o hisle “Ürperti” olarak koyuyor. Kendisi bunun nedenini bir söyleşide şöyle açıklıyor:
“Niçin ürperti biliyor musunuz? Çünkü insan olaylar olgular, durumlar karşısında ürperdikçe ancak yeni ve aşkın şartları yaratabilir. Bu olgu ülkemizin koşulları için de böyle özel yaşantılarımız için de böyle. Ürpermek besler umudu ve bazen aşkı, gerçeği görmek ve gerçek uğrunda savaşmak da ürpermekle başlar çoğu zaman unutulmamalı”
Altmış yaşından yıllar aldığı bu zamanı “Tuhaf Bir Ürperti” duyarak açar ve kitabını başlatır, Tuğrul keskin.
Koyu karanlık günlerden geçiyoruz
Ah ki koyu karanlık bütün evren;
Ormanlar yangın içimdeki uğultu dilsiz…
Büyük şeyler kuruyorum hayatıma ilişkin
Ki biliyorum, yaşım almışı geçmişken
Ve beşini bitirmek üzereyken kızım. (s.10)
Tüm bunlara rağmen umudu elden bırakmadan Nâzım Usta’nın bir ömür direndiği gibi direnerek başlar kitabına:
Yine de büyük şeyler kuruyorum
Hayatıma ilişkin
Yaşım altmışı geçmişken
Ve beşini bitirmek üzereyken kızım
(s. 9)
“Ne güzel şey hatırlamak seni :
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken…”
diyen Nazım Hikmet’e selam göndermesi boşuna değildir Tuğrul Keskin’in. Şiirinin, insan sevgisi, insanın kuracağı onurlu düzene inanç ile alın teri ve dürüstlük ile yaşanacak ömürlere selamıdır bu. Şiirimizin 21. Yüzyılına toplumcu gerçekçi bir halka daha eklemektir. Zaman değişmiştir, şiirdeki ilerlemeyi, bugünün dilini, kapitalizmin vardığı vahşet altında ezdiği o insanı yeniden yaratma, kurma özlemi Tuğrul Keskin’in dizelerinde karşılığını bulur. Alabildiğine organik, hayatın içinden çıkan dizelerle kurulmuştur şiirler. Nabzını tuttuğu çağ, isyanlar, haklı savaşlar, haklı kavgalar, kaleminin mürekkebi ile koruma altına alınır, hayata sunulur tekrar. Geçmişten günümüze nerde zulme karşı bir halk isyanı varsa Tuğrul Keskin’in dizelerine yansır mutlaka. Geçmişten gelen ve kendi köklerinin bağlı olduğu tarih içinde olumlu, örnek, direngen öznelerden alır soluğunu. Kurduğu köprü, geçmişten günümüze kötülüğün karşısında, onu olağanüstü bir çaba ile püskürten insanların haklılığını bugüne taşırken bugünün çaresizlik içinde kötülüğe karşı suskun ve pasif kalan insanına bir uyarı, ürpertici bir ses olur.
Kitap bireysel yaşama dair şiirlerle başlar. Bireysel olarak yürüttüğü kavgada, aşkı ve iyi insan olmayı taşıyan “yürek çiçeği”ni bulmak ve kaybetmemek için çıkılır yolculuklara. Bir iç yolculuktur bu ama dışardaki nedenler, yaşamın karmaşıklığı karşısında soldurulmuştur. Yine de arayışı, anısı ve dayanma gücü kalıcıdır. Çocukluğun düşlerine karşılık ileri yaşlarda bulunan bu dünya yaratılmak istenen dünya değildir doğrusu. Bu da şairi bireysel olarak ürperten durumlardan biridir. Çocukken yaşananlar her insan gibi Tuğrul Keskin’in de şiir dünyasında Huzur’a karşılık gelir.
Uzun yıllar yaşadığı şehri ile de hesaplaşmaya girişir zaman zaman, ona sorular sorar. Mekana bağlıdır. Şiirinin mekanıdır aynı zamanda bu şehir. Ve kurulan düşlerin gerçekleştirileceği mekandır.
“Ne öğrendiysem senden öğrendim ey!
Ve daha neleri unuttuysam koynunda senin
Bulamıyorum şimdi eskil esrik sokaklarında senin” (s23)
İnsanın, kentlerin, haritaların, her şeyin değiştiği bir çağda olanı biteni anlamak ve yine de umutlu olmak gerekecektir. Bu yolculuk onun kendisini ve kendisi gibi olanları “Zor Zaman Atlısı” meteforuyla anlatmasını getirecektir. Dün, bugün, gelecek algısı, insana inanan, güvencini koruyan ve sonuçta bu çağın çıkmazlarını değil, açarını elinde tutanın yine insan olduğunu bilerek şu saptamayı yapma gereği duyar Tuğrul Keskin:
“Geçmiş bugün gibiydi kuşkusuz
Yarın da bugüne benzeyecek
İnsan her dem insandı sonuçta
Açlık yahut büyük kavgada
İnsan ne de olsa insandı sonuçta
Katlanılmaz olan ve çağıran düşe” (s34)
“Yürek Çiçeği” adını verdiği ve yaşadığı çağa kendi yaşantısı içinden baktığı ilk bölümden sonra, bir vefa örneği olarak arkadaşı şair Mehmet Çetin’e adar kitabının ikinci bölümünü. “Şair Öldü” de bütün şairlerin göçüp gittikleri zamanda arkasında bıraktığı imgesel dünyanın zenginliğinin kapatılmış kapısına karşı direnç kalmıştır. Ve bu kapı şiirleriyle tekrar tekrar açılacaktır. Ona “iki Yara, Dört Şiir, Dokuz Beyit, Altı Dize ve “Bir Yaralı Kuş” şiirlerini yazar. Onun şiirleri boyunca gönderilmiş birer iz birer ağıt olan bu şiirler “ölümün haksızlığını” vurgular.
Şarkılar bir çığlığa sığınmaksa şimdi
Sonsuz bir yangın gibi
Sevmesem öyle kolay çekip gitmek
Yaralı bir kuş gibi,” diyerek giden bir arkadaşın ölümüyle sarsılan hayata şiirce bir karşı koyuştur.
Tuğrul Keskin “Ülkem Benim” adını verdiği 3. Bölümde şiirlerini ülke gündemini sarsan olaylardan esinlenerek oluşturuyor.. Her bir şiirin altında güncel bir olay, bir hikâye var. Şairin tanıklık ettiği acıların tutulduğu bir güncedir bu da. Ülkesini seven, ülkesi için savaşan güzel insanların uğradığı haksızlığın tanıklığı olan bu şiirler yazılması zorunlu bir üzüntünün samimi dışavurumudur. Bölüm şu ikilik ile başlar.
Şimdi ayağa kalkmak zamanıdır
Ülkem anayurdum çançiçeğim.”
Tuğrul Keskin bu bölüme bir önceki kuşak toplumcu gerçekçi şairlerimizden olan “Türkiye üzgün yurdum, güzel yurdum” diyen Ataol Behramoğlu ile İzmir’de geçirilmiş bir sabahı anlatan şiirle başlar. İki şair “aşktan, mevsimden ve gelecek”ten bahsederler. Kendi vereceği tepkiyi, yazarak oluşturan iki şairin şiiri ve ülke gündemini konuşmaması da olası değil elbette.
İkizdere’de taş ocaklarına karşı savaş açmış yörenin kadınlarının şiiri ile devam eder bu bölüm de. Kendisi madenci olan şair ve oyun yazarı Joe Corrie’yi de anar Tuğrul Keskin. Zürafaları Dinliyorum şiirinde hukuki haksızlığa karşı yaşamını ortaya koymuş olan avukat Ebru Timtik anılır. Tabuttan Taht şiiri gezi ve diğer toplumsal olaylarda kaybedilen insanlarımız için yazılır. Olanları sus pus izleyen ya da bir illüzyona aşık olan halk, içerlenerek eleştirilir. Yine günümüzün kanayıp duran yarası kadın ölümleri “Mor Nefesler” şiirinde vücut bulur. Ülkedeki adaletsizlik, ülkenin üstüne çöken siyasi karanlık, taşı, toprağı, ağacı, hayvanı, insanıyla kapitalizme kurban edilmiş ülkemiz için bitmeyen bir yasa dönüşür şairin dizeleri, Yeniden uyanıp kendi varlığı olan vatana sahip çıkılacak bir isyan yaratmaya çağırır onu.
“Ülkem benim; şimdi düşlerinden zehir sızan zalimin pençesinde, bunaldıkça bunalan!” (s. 83)
Son bölüm Kuşlara İnadımdı, Bir Vakit insanlığın neden olduğu, soyları tükenmiş bin beş yüz kuş türü için “üzünç ve minnetle” yazılan şiirlerdir. İnsanın öldürdüğü, yaktığı, talan ettiği ormanla birlikte yok olan kuşlar ağaçlar hayvanlar unutulmasın diye, en büyük ürpertiyle adlarını bırakırlar sayfalara.
Mutlanmalı öyleyse, kısa hayatta kuşların uçuşuna
Ve eğilmeli kâinat, önünde o küçük kanatların. (S..91)
Ürperti, çağının olaylarından, karanlığından, kötülüğünden kurtulmak için, insanın duyduğu öfke ve dirençte yine insana güvenen, okuyanı sarsarak kendi ırmağına çeken, ağacı, kuşu ve tüm yaşamı kuşatacak, kurtaracak direnişin dilini örgütleyen şiirlerden oluşuyor. Önce ürperip uyanmak sonra zor zamanlarda tek başına bir atlı olarak da kalsak da, bireysel olarak da karşı duracak irademiz olduğunu unutturmayan, unutmayan bu şiirler, bir şairin çağa bıraktığı parmak izinin şiirleri olarak; ezilenlerin, sömürülenlerin, haksızlığa uğrayanların attığı bir çığlığa dönüşüyor.
* Tuğrul keskin, Ürperti, Everest Yayınları, Ocak 2023