VE KALBİN KANATLARI VARDIR UÇAR! *
Hasan Varol
“Gürültüsüz Gece Kelebekleri” düşle uyanıklık, masal ve gerçek arasında uçadururlar kanatları yana yana…
Susarak, söylemeden…Yine de izleyerek, yine de vazgeçmeyip…
Aynadaki yansıması insan; yorgun fakat umutlu yoluna düşen gölgesi, ayaklarını sonsuzda sürüyen. Uzun esir saçlarını tarar gözleri yaşlı bir kadın. Çok uzaklarda antik şehirler. Ve hokkası kırılmış nakkaş, elleri durmaksızın kanayan hallac…”
Belki kitaba buradan girilebilir. Bir kadın, antik bir kent, hokkası ile nakkaş, hallac… Düzyazı anlamla bağlı olunca bir öykü de kurgulanabilir. Nakkaş, nakış yapan usta, bezekçi. Hallac: Pamuk atıcısı. Şair ile nakkaş ve hallac benzer özellikler taşıyor.
Öyle ya şiir, insanın insan olma hallerindendir. Acısı, sevinci, kederi,… insan olma macerasını bir çığlık gibi bir yanardağ gibi ya da coşkun bir ırmak gibi insan sesini duyurur bize. Bir kentte bir kadın, bir nakkaş bir hallac… Neden olmasın?
Şiirde konuşma dilinin rahatlığını Garip şiiri ile fark ettik galiba. Günlük konuşma dilinin samimi ve içten sıcaklığı, akıcılığı şiirimizde rahatlık sağladı. Behçet Necatigil, “şiir mecaz bilgisi gerektirir” dese de konuşma dili şiirin rahat okunmasına ve kitlelere mal olmasına olanak sağladı.
“Şiirin insan açısından en önemli yönü, insanın zihin gücünün, insan beyninin sınır tanımayan devinme yeteneğinin ve yaratıcılığının yansıtılmasına olanak sağlamasıdır. İnsan zihninde beliren imgeler, çok değişik tasarımlar, çağrışımlar, duygulanmalar, birleştirme, benzetme gibi etkinlikler şiir dilinde öylesine değişik, yeni ve özgün birleşimler içinde verilebilmektedir ki, ortaya yeni bir iletişim yolu çıkmaktadır. (Doğan Aksan, Türk Şiiri, Engin Y, s 26)
Şiirin düzyazıdaki anlamı aşan bir şey olduğunu söylemeye gerek var mı bilmiyorum. Bir çağrışım, yeni olana giden bir yol. İnsanı sarsan, etkileyen, insana duyumsatan, hissettiren… Sözcüklerin gerçek anlamından ve düzyazıdaki anlamından öte giden bir yol bu. Düzyazı kurallarına bağlı kalmaz. Şairce seçilen sözcüklerin dizimi ile elde edilmekte. Bildiğimiz anlamın üzerinde bir iletişim yolu bu. Öyle ya sözcüklerin dizimi, onların kullanılışıdır. “Sözcüklerin gücü kendi içlerinde değil, kullanılışlarında, uygulanışlarındadır. (W. Hazlıtt, Çeviri, M. C. Anday, İngiliz Edebiyatından Denemeler, Oluş Yayınları, s 37)
Bunu daha açık edeyim: “Oysa, şiir, anlamlı söz yazma sanatı olmaktan önce, -eski “hat” sanatında olduğu gibi- sözcükleri istif etme, onlarla birtakım söyleyiş biçimleri kurma sanatıdır.” (Cevdet Kudret, Bir Bakıma, İnkılâp ve Aka y. s. 38) Şiir ile düzyazıyı daha bir ayırmak için buraya Sabahattin Kudret Aksal’ın sözlerini de ekleyelim: “Konuşma dilindeki büyüyü yaratan salt sözcüklerin dizimidir.” Şair, seçtiği sözcükleri öyle bir dizmeli ki, istediği şiiri elde edebilsin, dizedeki “büyü” insana dokunsun, insanı sarssın. Şiir, düzyazı kurallarına bağlı kalmadan kuş gibi havalansın!
En basitinden söyleyelim, bu “şiir diliyle sağlanan iletişimin günlük, olağan dilden, düzyazıdan ne gibi ayrımları vardır?
Carnap bu konuda şöyle der:
“İçinde güneş ışını ve bulut geçen bir şiirin amacı bize hava durumuyla ilgili olaylardan haber vermek değil, ozanın kimi duygularını anlatarak bizde benzeri heyecanları uyandırmaktır.” (Doğan Aksan, Türk Şiiri, age s 23)
Konuyu daha bir somutlayalım:
“Yüce dağların başında / Salkım salkım olan bulut
Saçın çözüp benim için / Yaşın yaşın ağlar mısın?”
Kısaca burada ozan, “doğayla konuşarak, doğa görünümleri içinde kendi duygularını, kendi derdini dile getirmektedir.” (age s 24)
Konuşma dilinin şiirimize getirdiği bu rahatlığı şu dizelerde de görebiliriz.
“Bülbül ne gezersin Çukurova’da” Karacaoğlan.
“Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum” Yahya Kemal
“Ne güzel şey hatırlamak seni” Nazım Hikmet
“Yaş otuz beş yolun yarısı eder” Cahit Sıtkı Tarancı
“Güvercin dolu avlular” Orhan Veli
Konuşma dilinden alınmış bu dizeler aslında güzel şiirlerin bir bölümüdür. Belki tek bir dize olarak çok güçlü bulmayabiliriz onları ama şiirin bütünü içinde bu dizeler daha bir anlam ve çağrışım gücü kazanıp zihinlerimize kaydedilmişlerdir. Artık bizim zaman zaman aklımıza gelip kendimizce okuduğumuz, beğendiğimiz dizeler olmuşlardır. Yaşamımızda hangi zamana karşı gelerek bize dokunurlar bizde daha büyük çağrışımlara neden olurlar, bilinmez. Ama dokunurlar. Dikkat ederseniz bu dizeler, bizden mecaz bilgisi falan istemiyorlar, biz rahatça bir iletişim kurabiliyoruz bu dizelerle. Döne döne okuyup daha bir doyum sağlıyoruz. Elbette mecaz bilgisine ihtiyaç olan dizeler de pek güçlüdür ve büyük bir zenginliktir dilimizde. Hele günümüz şiirinde elbette mecaz bilgisi ister şiir. Ancak, Garip hareketi bu konuşma dilini şiirimizde iyice kullanmış, Türkçemizde doruğa çıkmış bir anlatım biçimi olmuş. Sonraları mecaza tekrar dönülmüş, şiir dilimiz daha bir zenginleşmiş.
Yukarıdaki cümleleri bana yazdıran Hatice Eğilmez Kaya’nın Gürültüsüz Gece Kelebekleri adlı şiir kitabındaki okuduğum şiirlerdir.
“bütün patikalar doruklarda dinlenirlerdi” s 8
“yürürdü ağır aksak bir dere
yaz günlerinde kararsız” s 8
“sonra yeni bir ay
incecik yüzüyle
ve solgun parmaklarıyla,
göğün tunçtan eteklerini
çekiştirirken;” s 11
“insan severse
insan oluyormuş meğer” s 12
“gözleri sümbül karası gecelerin” s 22
“telde asılı kalmış çamaşırlar düşer aklıma,
toplasam derim” s 23
“uzun kuyruklu çayır kuşu,
bu bahçeye bir daha gelir misin?” s 25
“ve kalbin kanatları vardır, uçar!” s 25
“usulca sokulurdu sanki güvercin,
sahibinden utanarak
sislerin yamacına” s 29
“çınar ağacının elleri,
minicik bir bebeğinkilere
benziyor olmalı” s 35
“bir deniz kenarı insan” s 66
Öyle çok arayıp uğraşmadan altmış sekiz sayfada gezindiğimizde, şunca güzel dizeler karşılıyor sizi, hepsi de konuşma dilindeki tanıdık sözcüklerle kurulmuş, yalın anlatım şiirlerde. Hiç de mecaz bilgisine ihtiyaç duymuyorsunuz, zorlanmıyorsunuz okurken. Akıcı, kendi müziğini sağlamış, tekrar okutuyor kendini size. Bu da, şairin geçmiş şiirimizi iyi okuduğunu, kendine örnek aldığını, kendi dizelerini kurmada böylece başarıya ulaştığını gösteriyor bize. Dizeleri tökezlemiyor, tıkırdamıyor, akıp gidiyor adeta ormanda kendince akan şırıl bir dere gibi.
Ne kadar içten bir duygu saklı şu dizede:
“telde asılı kalmış çamaşırlar düşer aklıma,
toplasam derim.”
Ya da
“sonra yeni bir ay
……
göğün tunçtan eteklerini
çekiştirirken”
alışılmamış bağdaştırma olsa da hiç yadırgamadan, kapalı bulmadan, rahat okuyup, çağrışımlara gidiyorsunuz. “göğün tunçtan etekleri” Çünkü siz dağın eteklerini, elbisenin eteklerini, köyün eteklerini biliyorsunuz, o nedenle “göğün tunçtan eteklerini” de rahat anlamlandırıp çağrışımlara gidiyorsunuz.
Kitabı açıp okumaya başladığımda bana ilk dokunan dizeler, beni eskilere götüren dizelerdi.
“gökyüzünde allı pullu
turna değilim artık” s 6
“annesi akvaryumda balık,
kafeste huma kuşu…” s 8
“ra kükredi bir gün” s 13
“aslında iştar hiç doğmamıştı” s 14
“has bahçesinde ölen kelebek” s 18
“hallacın parmakları kanar bazen” s 21
“hüsn çiçekleri severdi” 32
“ebabilim
derdi bir adam” s 34
Uzatmayayım, turna, huma kuşu, turna katarları, iştar (venüs), ra, has bahçe, hallac, hüsn, ebabil sözcükleri, kitabına bakılarak sayfalarca anlatılabilir burada. Hatice Eğilmez Kaya’nın geçmiş kültürümüzle olan bağını ya da bir zaman oralarda vakit geçirmiş olduğunu, dağarcığında buralardan anlatacakları olduğunu imliyor bize. Necatigil’in “şiirin yarısı geçmiştir” dediğini de anmalıyım burada.
Her şairin var olana eklediği, özellikle “alışılmamış bağdaştırma” dediğimiz şiirini besleyen bağdaştırmalara başvurduğu bilinir. Şairin şiiri ile getirdikleridir bir bakıma şiirimize bu alışılmamış bağdaştırmalar. Bunlardan birkaçı: Sarışın gülüşler, güneşten şehirler, dağlar ürperdi, alıngan kederler, evin ruhu, simsiyah bir yokluk, kozmik delta, kederli bilgiler, gece hançer, çivilenmiş bilekler, sislerin yamacı, ateşin kanatları, kederle incelmiş kanat, nefesimizin simli ipleri.
Kitabı merak edeceğinizi umuyorum artık. Hele Orhan Veli için şu güzel dizeleri okuyun ve bu kitaptaki şiirleri merak edin diyorum.
“aylak ve başı karmaşa bir adam,
bir parkta oturmalı
denize nazır banklardan
en hüzünlüsünde…” s 45
Bir ayrılık var mı yaşamınızda, bir kavuşma beklentisi yaşadınız mı bilmiyorum; ama şu dizeler beklemeyi, özlemiş bir beklemeyi kalıcı kılıyor:
“oturur beklerim seni
bir masal ülkesinin uzunca kıyılarında
mesela dicle’yi basra’nın beklediği gibi” s 19
Yazdıklarım tadımlık elbette ve benim öznel beğenimdir. Siz daha güzel dizeler yakalayacaksınız, çünkü rahat bir söylemi var Hatice Eğilmez Kaya’nın. Şiirleri okunası. Kitabın adında geçen “gürültüsüz” sözcüğüne burada ihtiyaç duyuyorum, sessiz akan bir ırmak gibi ama ağır ve yüklüce dizeler, gürültüsüz, sade, her şiir okurunu besleyecek dizeler bunlar.
*Hatice Eğilmez Kaya, Gürültüsüz Gece Kelebekleri, (Şiir), Akdoğan Yayınevi, Birinci baskı Ağustos 2022