Veysel Çolak’la Söyleşi
Hatice Eğilmez Kaya / Kamil Akdoğan
Veysel Çolak: Ben hayatın kimsesiyim. Bu aidiyetin şiirlerini yazdım!
Sevgili Veysel Çolak öncelikle bu röportaj için çok teşekkür ederiz size. Çayyolu Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi’nde özel bir yeriniz olduğunu, umuyoruz ki siz de tahmin ediyorsunuz. Nitekim dergimiz hakkında bir sosyal medya ortamında bütün arkadaşlarımızıumutlandıran çok güzel sözler söylediniz. Hepimiz adına bunun için de ayrıca teşekkür ederiz. Bizi müthiş motive ettiniz. Sağ olun, var olun!
Hatice Eğilmez Kaya / Kamil Akdoğan: Siz gerçi bunun için kitap yazdınız ama her geçen gün şiirle iç içe olanlar yakından tanıklık ediyor ki ortalıkta şiir diye dolaşan yüzlerce metin var. Bunları nasıl değerlendirmeliyiz, “Şiir nedir ve nasıl yazılır?”
Veysel Çolak: “Şiir nedir? Şiir nasıl yazılır? Şiir nasıl yapılır?” soruları üzerine çok tartışıldı ama gerekli bilgi de üretilmedi ne yazık ki. Karmaşık bir konu değil bu. Yanıtı açık değil mi? Kalıcı olmuş şiirlerden, onca şairin şiir deneyimlemelerinden öğrenilir şiirlerin nasıl yazıldığı. Türkiye’de ve dünyada hangi şairi değerlendirirseniz değerlendirin, bu yargının doğrulandığını görürsünüz. Vladimir Mayakovski, “Şiir Nasıl Yazılır?” adlı kitabında kendinden önce yazılan şiirlerden öğrendiklerini, onlara karşı itirazlarını ve kendi şiir pratiğini, öğretici biçimde anlatır. Söz konusu kitap daha sonra “Şiir Nasıl Yapılır?” adıyla da Türkçeye kazandırıldı. Bu adlandırmada şiir yapılır vurgusu var; ama kitabın kapağında şu yönlendirme cümlelerine yer veriliyor: “Şiirin nasıl yazılmayacağını öğreten yegâne kitap.” “Şiir için yol haritası”. Tuhaf! Çünkü bu açıklayıcı cümleler ‘şiir nasıl yazılır?’ demekten başka bir şey değil. Şiir sadece yapılan değil, aynı zamanda söylenendir. Octavio Paz’ın “Yay ve Lir – 1/ Şiir Nedir?” adlı kitabı da görmezden geliniyor. Gene Jean-Louis Joubert’in “Şiir Nedir?” kitabı da öyle. Evet, ben de “Şiir Nedir ve Nasıl Yazılır?” adlı kitabımı yazdım. Bu kitap adlarındaki “Şiir nasıl yazılır?”, “Şiir nasıl yapılır?”, “Şiir nedir?” gibi soruların yanıtı hep aynı noktaya, birikegelen şiir bilgilerine ve şairin şiire ilişkin getirdiği yeniliklere (yeni şiir bilgilerine) götürür düşünenleri / araştıranları. O bilgileri öğrenerek, uygulayarak, yenilikler ekleyerek yazılır şiir.
H. Eğilmez Kaya / K. Akdoğan: Edebi metinler içinde şiir ayrı bir ülke hükmünde gibidir. Ve tüm gerçek ve iyi /hatta sahte ya da kötü/ şairler şiir ülkesinin vatandaşları. Yoksa şiir dünyası, şiir evreni mi desek, bilemedim. Sizce bu ülkede / dünya veya evrende / barış mümkün ve gerekli midir? Yeri gelmişken sorayım şiirimizdeki yakın ve uzak polemikler hakkında ne düşünüyorsunuz?
V. Çolak: Öncelikle şunu söyleyeyim: Polemikten, tartışmaktan yana değil, ortaklaşa düşünmekten yanayım. Yani herkes bildiğini / bilgilerini getirir, o bilgilerin ışığında ele alınan konu üzerine ortaklaşa düşünülür. Bence düşünsel bir verim almanın biricik yolu da budur. Polemikleri, özellikle dayanaktan yoksun, kariyerizm kokan polemikleri hiç ciddiye almadım. Almıyorum.
Eğer insanlığın ortak malı olan evren, dünya birileri tarafından mülk edinilmeseydi; o mülkü korumak, genişletmek için savaşlar çıkartılmasaydı; insanoğlunun barış diye bir sorunu olmayacaktı, barış nedir bilmeyecekti. Barış az olana razı olmaktan, egemen olanın egemenliğini sürdürmesinden başka bir şey değildir. Savaşlar, barış kavramını üretti. Barışın mümkün olması için son bir savaşa gerek vardır. Savaşları çıkartan odakları yok etmek için gereklidir bu savaş.
H. Eğilmez Kaya / K. Akdoğan: Sizi sadece şair ve şiir kimsesi olarak biliyoruz. Neden sadece şairsiniz?
V. Çolak: Sorunuzu tam anladığımdan emin değilim, ama şunları söyleyebilirim: On dört yaşında sendikalı işçiydim. Beş-altı yıl sürdü bu. Seksenli yıllara kadar katılmadığım grev, katılmadığım eylem yok gibidir. Kaçaklığı da yaşadım, işkenceleri de, hapishaneyi de. Yıllarca edebiyat öğretmenliği yaptım. Birçok kez sürgün edildim. Onlarca öğretmenle, yirmi beş bin öğrenciyle tanıştım. Onların savaşımına doğrudan katıldım. Kavgalarını verdim her şeyi göze alarak. Haftada 25 saat derse girme zorunluluğum olmasına karşın öğrencilerin dersi boş geçmesin diye ücretsiz 40 saat derse girdiğim çok oldu. En yakınlarımı devrimci savaşımda kaybettim. Onların süreğen acılarını yaşadım. Ölümden döndüğüm günler oldu. Bir kez vuruldum.Polis hiç peşimden eksik olmadı. Yediğim kazıkların haddi hesabı yok. Burada bir ucundan bir şeyler söyledim ama yaşamımın bu boyutlarını anlatmayı sevmem. Anlatmam da. Çalıştığım liselerde şiir yazdığımı hiç kimseye söylemedim. Bazen Veysel Çolak adıyla bir şiir okuduğunu, o kişinin benim olup olmadığımı soran öğretmenler, öğrenciler oldu. İsim benzerliği deyip geçtim. İzmir / Karşıyaka Lisesine gelinceye kadar iyi sakladım kendimi. Sonra yakın çevremde şiir yazdığım, kitaplarımın olduğu herkes tarafından bilinir oldu. Siz ise neden sadece şair olduğumu soruyorsunuz? Şiir sanatı için gece gündüz çalışan biri olarak elbette şiirin kimsesiyim. Öte yandan sadece şair olsaydım, yazdıklarımın hiçbiri şiir olmazdı. Daha doğrusu, şiir yazamazdım. Ben, bile isteye sadece hayatın kimsesi oldum ve bu aidiyetin şiirlerini yazdım. Şiirlerimde anlattıklarım benim yaşamımı da yansıtır. En azından öyle algılansın, öyle bilinsin isterim.
H. Eğilmez Kaya / K. Akdoğan: Şiirde kuram ve poetika kuşkusuz son derece önemli. Şiiri bilmeden ve ondan korkmadan yazanlar o kadar çok ki… Şiir kuramına dair ve poetik eserleriniz hakkında neler söylersiniz?
V. Çolak: Öncelikle şu belirlemeleri yapmak gerek: Şiir üzerine bir kuram oluşturabilmek için şiirleri incelemekle işe başlamak gerekir. Bunu yapabilmek için öncelikle var olan, ele geçirilmiş şiir bilgilerini ararız şiirde / şiirlerde. Biçimine bakarız o şiirlerin. Dize yapısına, kullanılan sözcüklere, çekim eklerinin oluşturduğu anlamlara, imgelere, esin kaynağının yaşamla örtüşüp örtüşmediğine, ritme, kurulan dilin şiir diline uygunluğuna bakarız. Kısaca birikegelen şiir bilgilerini ararız incelediğimiz şiirde. Bu, daha önce incelenmiş / çözümlenmiş şiirlerle, incelenmek üzere ele alınan şiirin karşılaştırılmasıdır bir bakıma. Bu karşılaştırma sonucu ele alınan şiirin yenilikler taşıması, yeni şiir bilgileri üretmemizi sağlayacaktır. Böyle bir aranış şairi geleneğe dâhil eder. Yani şair, var olan şiir bilgilerini kullanarak ya da o bilgilere karşı çıkarak kurar şiirini. Her şiir kuramı bu bağlamda belirir. Şair bir kuram yazıp sonra o kurama göre şiir yazan kişi değildir. Öyle bir şey olmaz zaten. Şair şiirler yazar (deneyimler), sonra birileri çıkar o şiirlerden bir şiir kuramı çıkartabilir. İşte şairin kuramcılığı budur. Şöyle de düşünülebilir: Her şiir ‘Şiir böyle yazılır, böyle yazılmalı.’ savını içerisinde taşır. Bu da şairin bir şiiri önerisinde bulunmasından başka bir şey değildir. Yani yazılan her şiir, aslında, bir şiir kuramı ortaya koyar / koymalı. Böyle değilse, o şiirler başarısızdır.
Şiir sanatı (poetika) üzerine aralıksız düşündüğümü söyleyebilirim. Bulduğum şiir bilgilerini de kendime saklamayıp, yazdım ve insanlarla bölüştüm. Amacım Türk şiirini geliştirmek, bir yerde de kendi şiirime yeni bir açabilmektir. Şair, bütün şairler için çalışır. Çünkü başka şairler olmasa kendisinin de hiçbir anlamı olmayacaktır. Böyle düşünen biri olarak şiir sanatı üzerine onca yazıyı yazdım. Yazmaya devam ediyorum.
H. Eğilmez Kaya / K. Akdoğan: Kadınların içinde (Hatice Eğilmez Kaya da dahil) kedisever çoktur, erkeklerin içinde kedileri seven kat kat azdır. Fakat hangi erkek kedileri severse daha içsel, daha düşünce ve sanata eğilimli oluyor. Kedilerde ilhama dair bir tılsım mı var? Şiir ve kedi, şair ve kedi dersek ne dersiniz?
V. Çolak: İki ucu kirli bu değneğin. Neresinden tutayım? Bu ülkede kadın duyarlılığında olan erkeklerin şiir yazabileceğini söyleyenler oldu. Kadınlarla örtüşen yanları olmasa erkeklerin şiir yazamayacağı görüşü hep gündemde tutuldu. Gülten Akın’ın, Gülseli İnal’ın bu konuda söylediklerini anımsayın. Sizin sorunuz bunları anımsattı bana. Bu konuda kesin bilgiye dayalı bir şeyler söyleyecek durumda değil. Kedileri kadınlar mı daha çok seviyor, erkekler mi? Bilmiyorum. Ama her şairin erkeğin kedili bir fotoğrafı var, şair kadınların ise yok. Varsa da ben görmedim. (Bu arada Hatice Hanım kedili bir fotoğraf çektirse iyi olur. Bütün kadınları, özellikle Hatice Hanımı kızdırmak amaçlı söylüyorum: Dünyada hiçbir kadın kedileri benim kadar sevemez. Ne olacak şimdi?)
Ben bu konularda ayrımın yapılmasının doğru olduğunu düşünmüyorum. Kesin bildiğim şudur: Kadın olsun erkek olsun, şiir yazmak için bilimden, ideolojiden, eşitlikten, özgürlükten, bağımsızlıktan, yaşamdan yana… insanî bir duyarlılık taşıması gerekir.
Sadece kediler değil, canlı ya da cansız, evrende ne varsa şairin duyarlılığına, seçimine göre esin (ilham) kaynağı olabilir / olmalı. Kiminde bir kedi olabilir bu, bir başkasında çiçek açmaya başlamış bir badem ağacı, ya da bir iş kazası…
H. Eğilmez Kaya / K. Akdoğan: “Kalbim Taraf Tutuyor”(2019) kitabınızın ismi üzerine konuşabilir miyiz? Çok derin çağrışımlar ve izlenimler uyandırdı bizde. Elbette diğer bütün eser isimlerinizin özenle seçildiği belli. Eserlerin isimleri neden bu kadar önemli sizce? Soru içinde soru olsa da devam edelim. Bütün sorular birbirlerine açılan kapılar galiba. Şair /daha doğrusu sanatçı neden taraf tutmalı?
V. Çolak: Kitaplarıma ad seçerken Nermi Uygur’un şu sözlerini dikkate alırım hep: “Kitap dediğin adıyla birliktedir, adıdır bir bakıma. (…) Bir kitaptaki başlıkların başlığı durumundadır kitap adı- alt-başlıkları derleyip toparlayan üst-başlık. (…) Birkaç sözcük deyip geçmeyin, azıcık deşmeye görsün insan, şaşırıp kalıyor başlığın dallı budaklı önemi karşısında. (…) Dile gelmiş varlıktır kitabın içindekiler. Kitap başlığı ise, kitabın içine dille aktarılmış olan bu varlığı gösterir, görünür kılar, adlandırır. Böylece kitaptaki dilin üstüne bükülen bir dildir bu başlık. Üst-dil durumundadır kitap adı. (…) Okumak, kitabın tümünü okumaktır. Başlığa zaman ayırmayan, bunu gereksiz bulan edebiyat okuyucuları neler yitirdiklerini bir bilseler.” (Nermi Uygur, Güneşle, “Kitap” yayınları, İstanbul, Kasım 1969 , s. 315-316-317.) Daha iyi anlatamayacağım için Nermi Uygur’dan bu alıntıyı yaptım. Nermi Uygur, yazan herkesin atlamaması gereken doğruları söylüyor bana kalırsa.
Sanatçı olmanın koşullarında biridir doğru tarafta olmak. Sanatçı, insana, insanın geleceğine kasteden her olumsuzluğa karşı olduğu için sanatçıdır. Tavır insanıdır, muhaliftir. İnsan için, insanlık için sanat yapmanın başka bir yolu yoktur, olamaz. Taraf olmasam kesinlikle şiir yazamazdım.
H. Eğilmez Kaya / K. Akdoğan: Dünya esasen tuhaf bir yer, elbette yalnızca bizim sayemizde bu kadar tuhaf. Sizi dünya çok yaraladı mı? Yaraladıysa ki eminiz yaralamıştır. İyi ki mi yaraladı?
V. Çolak: Asaf Hâlet Çelebi’nin ‘Mâra’ adlı şiirini okuduğum zaman lise ikinci sınıftaydım. O yıllarda Attila İlhan’ın Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığı Demokrat İzmir gazetesinde şiirlerim, yazılarım yayımlanıyordu. Bu şiir “Bilmemek bilmekten iyidir / Düşünmeden yaşayalım / Mâra ” (…) dizeleri başlıyordu. “Tanımamak tanımaktan iyidir” dizesi de bu şiirdedir. Kafama takılmıştı. Günlerce düşünmüştüm. Bu dizelerdeki görüşe katılmam olanaksızdı. Oldukça sert karşı çıkan bir yazı yazmış, Attila İlhan’a göndermiştim. O da yayımlamıştı. Sanıyorum o günlerden bu yana dünyaya, toplumu ve bireye ilişkin her şeyi öğrenmek ve bilmek, insanı tanımak için uğraşıp durdum. Bu iyi olmadı benim için. Nefes aldıran anlar da yaşadım elbette ama iyileşmez yaralar edindim daha çok. “Yara içinde yara”larım oldu. Kalktım “Yara İçinde Yara” adlı şiirimi yazdım. O yaralar durmadan kanarken aynı zamanda yaşatan da oldu. O yaraların açılması, şiir yazdırsa da, kesinlikle iyi olmadı. O yaralanmalar, yaralar olmasaydı bir iş bulurduk kesinlikle. Mesela, karanfil ve papatya yetiştirirdim. Çocukları, bir kadını, atları, kuzuları, buzağıları, kedileri, köpekleri… sever, onlarla oynardım.
H. Eğilmez Kaya / K. Akdoğan: Sahi bu Bay Z. kim? Neden bu kadar öfkelendiriyor sizi?
V. Çolak: Bertald Brecht’in ‘Bay K.’sı vardır. Bay K. aracılığıyla sanata, yaşama, politikaya ilişkin önemli düşünce uçları koyar ortaya. Brecht’ten esinlendim yani. Benim konuların onunki kadar geniş değil. Şimdilik şiirle ilgili, tanıdığım insanlar üzerinden şiir sanatına ilişkin düşünce uçları oluşturmaya çalışıyorum. Umarım işe yarar, birileri düşünme gereği duyar. Bay Z.’ye zaman zaman öfkelendiğim doğrudur. Bay Z.’ler o kadar çok ki… Onları anlatmaya birkaç ömür yetmez. Şiirle yüzleşmek, kişinin kendisiyle yüzleşmesidir. O yüzleşme gerçekleştiği zaman şiir diyebileceğimiz bir metin oluşturulabilir kişi. Ben Bay Z. diyerek geneli anlatmaya çalışıyorum. Umarım birileri kendisiyle, hayatla, sanatla, Türkçeyle yüzleşme gereği duyar. Şiirimiz de nefes alır böylece.
H. Eğilmez Kaya / K. Akdoğan: Bir şaire mektup yazsanız kime yazardınız? Kısaca veya uzunca ona neler söylerdiniz? Not, “Milhan’a Mektuplar”ınızı pek beğendik doğrusu!
V. Çolak: Mektup yazmak isteyeceğim çok şair var. Yarım kalmış, aklıma geldikçe beni hüzne boğan bir mektuplaşma hikâyemden söz edeyim: Cemal Süreya ile Türk şiirini tartışmak üzere mektuplaşma kararı almıştık. Ben ona bir mektup yazacaktım, o da yanıtlayacaktı. Sonra bu iki mektubu birlikte dergide yayımlayacaktık. Başladık yazışmaya. Bu mektupları da Broy Şiir Dergisinde yayımlamıştık. Cemal Süreya’nın bana yazdığı son mektubu yanıtlamayı yarıda bırakıp İzmir’e gitmiştim. Dönüşte tamamlayacaktım. Tam o tarihte, 9 Ocak 1990’da Cemal Süreya aramızdan ayrıldı. Yarım kalan mektubun başına oturdum tamamlamak için. Pekişen bir yalnızlık içerisindeydim. Hiç oturmadığım sandalyeme bakarak Van Gogh’u düşünmüştüm nedense. Cemal Süreya’nın ölümü, benim yalnızlaşmam olmuştu bir bakıma. Çok üzülmüştüm. O mektubu bitirdim sonunda, Broy’da da yayımladım. Şöyle bitiyordu mektup: “Cemal Ağabey, size hep bir şiir ve bir mektup borcum olacak.” Bir şaire mektup yazacak olsam elbette Cemal Süreya’ya yazmak istedim. Türk şiirinin can çekiştiğini, iyice geri itildiğini anlatırdım uzun uzun. Bir çıkış önerisi isterdim ondan. Kim bilir neler yazardı…
H. Eğilmez Kaya / K. Akdoğan: Sizce ülkemiz şiirinin yeni bir manifestoya ihtiyacı var mı? Şayet bir manifestoya imza atacak olsaydınız en temel maddeler neler olurdu o metinde?
V. Çolak: Bütün insanlığı ilgilendiren büyük olaylar karşısında şiirin yeniden konumlanışını belirlemek için manifesto yazılabilir. 1980’li yılların sonunda insanlığın yeni bir açmaza düşeceğini haber veren birçok olgu ve olay gündeme gelmişti. Bunları görerek Yenibütüncü Şiirin Manifestosunu yazma gereği duymuştuk. (Ocak 1988) Sovyetler Birliğinin parçalanacağını birkaç yıl önceden haber vermiş, dünyanın sallantıda olan dengesinin daha bir bozulacağını imlemiştik. Ne yazık ki yanılmadık. Bugünkü dünyanın bu halde olmasının temel nedenlerinden biri Sovyetler Birliği’nin dağılmasıdır.(26 Aralık 1991) Bu genişlikte bakılmadı yazdığımız manifestoya. Şairin şiir anlayışını yansıtan yazılar manifesto olarak sunuldu. Şimdilerde seksen kişinin mal varlığı üç buçuk milyar insanın mal varlığına eşit. Bu dengesizlik, bu eşitsizlik; bütün ekonomik, politik açmazların kaynağıdır. Bunu gidermek için elbette sanatçı da, şair de harekete geçmek durumundadır. Sadece Türkiye’de değil bütün dünyada böyle düşünen sanatçıların, şairlerin imza koyup gereğini yapacağı bir manifestoya gereksinme vardır.
Dergimize röportaj için zaman ayırdığınız için yeniden teşekkür ederiz. Ustalardan ışık almak bizler için hem sorumluluk hem de hoşnutluk nedenidir. Yinelenmemiş sorular sormuşuzdur umarız. Sizin deyişinizle: ‘İyi kalın hep !’