YALNIZLIK DİYETİ
Yetişkin bireyler olduğumuzu, yalnızlığa aşık insanlar hâline geldiğimizi fark ediyoruz. Sahteliğe katlanamıyor, eski dolu popüler çevre isteklerinden uzak, bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar az hakiki insanlarla gerçek zamanlar geçirmek istiyor ve rol yapmadan kendimiz olmak istiyoruz.
Zamanın bize aşıladığı yüksek olmak, iyi olmak, en iyi olmak ve üstten bakabilecek maddi manevi güce erişmek gibi toplum yaptırımlarını aşıladıklarından mıdır yoksa kurallı evrilişimizden midir, nedir? Rezalet bir jenerasyonla bilinmezliğe sürükleniyoruz.
Sosyal medyada da bir sürüklenme mevcut. Akım arkasına takılanlarla tanınmış kişilerin doğrularıyla yeni bir anlayış ve ahlak düzeni getirmekte. Yeni jenerasyonun düşünmeden her şeyi kabullenmesi, tüm yeniliklere aç olması ve yanlışları kabullenmesiyle bu dönemin kanayan yarasına parmak basabiliriz.
Bilgi içermeyen teknolojiyi bilgi doğrultusunda değil de popüler eğlence saçmalıklarıyla doğal ve gerçek olma kavramı günümüzde anlam değiştirdi. Toplumsal kurallara uymayan “Zorunda değiliz biz, böyle doğalız biz.” olarak diyen bir sosyal medya furyası ortaya çıktı.
İşte tam da burada sorun teşkil eden şey, kuşak çatışması ve kesimler arası fikir ayrılıkları toplum olarak gelişmeye, iyi gelişmeye, üretmeye ve ülkemizi daha iyi yere getirmeye adapte olmayışımız sistemin bizi okutup okutup yalnız bırakması, mezun olunca kapı kapı iş aratması, zevk alacak alanların dar olduğundan insanların yeni akımlara çarçabuk kapılması… Toplum bizi hem yargılıyor hem yalnızlaştırıyor. Birey birey yalnızız. Sosyal toplum ve soyal devlet anlayışının yeterli olmadığını düşünmekteyim. “Arınma Gecesi” diye bir şey peydah olmuş. Nedir bu arınma gecesi? Söylenerek olmuyor değerli okurum. Birey kendinden başlamalıdır arınmaya. Tembelliğe, işgüzarlığa yer olmamalı kısacık ömrümüzde, eleştirip eleştirip duruyoruz. Kimsenin elinden tutmuyoruz. Eşin dostun yükselmesinin ve iyi yere gelmesinin altından binlerce şey düşünüyor, onun mutluluk anlayışını yadırgıyoruz. Benim eleştirdiğim şey, insanların daha iyisi için uğraşmaması, kendisini geçici zevklere ve anlık akımların verdiği mutluluklara kaptırıp üretmemesi, kendini geliştirmemesi, bir toplumun yozlaşması. geride kalması… Yıllarca eğitim diye verilen şeyin, aslında o meşhur bileziğin, kolda sadece sallanmasından ibaret. Niteliksizce ve ölçüsüzce…
Ne mi isterdim? Nitelikli bireylerin gıpta ettiği şartları dışarıda aramak yerine yerli milli kaynaklarla oluşturmasını, milli başarılar sağlamasını ve öğrencinin çalışan bir sosyal devletin devlet büyüklerinin olmasını isterdim.
Yalnızlaştırdığımız, koptuğumuz, inanmadığımız insan ilişkilerinin yardımla ve dayanışmayla, tek yüzlülükle kuvvetlenmesini isterdim.
Bahsedilen refahı veren ülkenin eğitimin nitelikli olduğu mutlu gülen insanların olduğu, 3 kuruş fazla kazanmak için insanlardan çalanın olmadığı, güven veren bir ülkede yaşamak isterdim. Karamsarım. Ülkenin verdiği 3-5 nitelikli insan da ilk fırsatta göç ediyor başka fırsatlara. Karamsarım, sevginin saf saki olmadığı, bir çıkara dayalı, kimsenin kimseyi anlamadığı bu dönemde hâlâ bir umut “Belki aradan iyi bir insan çıkar.” diyoruz. Eskilere gıpta ediyor, yeni hayat düzeni için hiçbir şey yapmıyoruz.
Sosyal medyada dönen bir videoda, kağıtçı arabasında evine ekmek götüren bir çalışan ile aynı şeritte giden son model arabadan onlara bakan adamı çekip algı yaratmak için paylaşım yapılmış, ki kesinlikle iyi niyetli olduğunu düşünmüyorum, yolda görseler göz göze bile gelmeyecek insanlar, onlar için Manas destanı gibi yorumlar yapıyor. Buna da karşıyım. Yapmayın, elinizi taşın altına koymuyorsanız, bir
belediye ya da kuruluşa gidip ihtiyacı olanları bildirmiyorsanız, muhtaçlara yalnızca bakıp geçiyorsanız klavyeden bunu da yapmayın .Elimi taşın altına koyacak neyim var? Bilemiyorum. Proje götürüp sundum, destek alamadım, yardımcı olmak istedim yeterli gelmedi. Binlerce yorum yerine binlerce dilekçeyle sokaktaki on binlerce insanın hayatı değişebilirdi.
Şimdi, işte nasıl yalnızlık diyetine girmeyelim sahici olmayan bu algı dünyasında?
Değişmeliyiz, gelişmeliyiz. Ülkemiz için, en iyiler için, altına müzik döşenmiş algı yaratacak video yerine görevimizi layıkıyla yerine getirmeliyiz. Sevmeliyiz, elimizden gelenin en iyisiyle çalışmalıyız enerjimizi hunharca vererek.
Ve hakkımızı almalıyız, en önemlisi yapılan işi daha çok severek.
Fırsatçıların yaşama sevincimi aldığı bu dünyada, fırsatçı olmayan bir kişilik için yaratmalıyız. Zamanımızı sömürüp az maaşla çalıştırmayan, düşkünleri hor görmeyen bir toplum olmalıyız. Normlarım, eleştirilerim dünyayı sarar. Elbet Yalnızlık Diyeti’ni ödeyip dünyaya daha iyisini yapmak için dönemliyiz.
Batı çok iyi, Batı çok gelişmiş, imkânlar var. Bireyler nitelikli diye Batı’ya övgü dolu cümleleri ben dâhil herkes kuruyor ancak bunu unutmamalıyız ki Batı’yı Batı yapan, Avrupa’yı Avrupa yapan ve gelişmiş ülkeyi ülke yapan, fikirleri süzgecinden ince eleyip sık dokuyarak geçiren bireylerdir.
Elbette ki ülkemizin sistemini, şartlarını yapabilirliklerimizi savunamam. Fakat sayılı günlerimizi daha iyi bir dünya, daha iyi bir ülke, daha iyi şartlar ve daha iyi yönetim için sorgulamalıyız ve zorlamalıyız.
Elbette ki sistemin çatlakları önümüzde büyük bir hendek, büyük bir engel fakat hendeği su ile doldurup karşıya geçmeyi bilmeli. Dağı delip amaca ulaşmak için yöntemler öğretmeliyiz.
Mutluluğun daim olduğu, başarılarla geliştiğimiz safi yarar bir hayat diler; elinizi taşın altına koymanızı ve birileri için can suyu olmanızı temenni ederim.
Birbirimizle filizlenelim….
Beyza Yazıcıoğlu