ZAMANI KIRAN YÖNETMEN ÖMER KAVUR (1944-2005)
Neşe Ürel
Sinemamızın ‘Auteur’ yönetmenlerinin en önemlilerindendir Ömer Kavur. Kendine özgü dili, temaları, simgeleri ile çoğunlukla karakterlerine yaptırdığı gerçek ve içsel yolculuklarla kişisel bir sineması vardır. Nuri Bilge Ceylan’dan önce benim Türk Sineması’nda en sevdiğim yönetmendi. Akrebin Yolculuğu (1997) filmini Gülen Tunguz arkadaşımla Kavaklıdere Sineması’nda izlemiştik. Şu anda arkadaşım da Ankara’nın o güzel sineması Kavaklıdere de ve filmi çeken yönetmen de yok artık. Ne çok kayıp yaşadık ve yaşıyoruz.
Ömer Kavur 1944 yılında Ankara’da doğar, anne babası ayrılınca yatılı okul dönemi başlar. Robert Kolej’de okurken izlediği Gece (M. Antonioni, 1961) filminden etkilenerek yönetmen olmayı aklına koyar. Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirdikten sonra Paris’e sinema okumaya gider. Sorbonne Üniversitesi’nde sinema okurken Yeni Dalga Sineması ve Alain Robbe-Grillet ile tanışır ve Yeni Roman akımının yazarı ve sinemanın bu önemli yönetmenine yardımcılık yapar. Filmlerinde bunun izlerini görürüz. Paris’te okurken otellerde çalışan Kavur’un filmlerinde oteller oldukça fazla yer alır.
Türkiye’ye dönünce bir süre reklam filmleri ve belgeseller çeker. İlk filmi Yatık Emine’dir (1975). Refik Halit Karay’ın Memleket Hikayeleri eserindeki ilk öyküsünden uyarlanmıştır. Bir dönem filmidir ve Yeşilçam Sineması’nda yeni bir dilin habercisidir. Kasabada geçen bu hikâyede kasabalının ve yöneticilerin ahlaki açıdan ne kadar ikiyüzlü olduğunu görürüz. Kadına toplumun bakışı ve baskısı hem hikâyede hem de filmde çok iyi gösterilmiştir.
Ömer Kavur’un filmlerini üç dönemde inceleyebiliriz. Toplumsal olaylara eğildiği gerçekçi bir dil kullandığı filmleri ilk dönemidir. Yatık Emine ve Yusuf ile Kenan (1979) gibi. Yusuf ile Kenan’ın senaryosu Onat Kutlar’a aittir. Filmde iki kardeşin hikayesi vardır. Yusuf ve Kenan büyükşehirde akrabalarını ararken aslında kendilerini de aramaktadırlar. 12 Eylül öncesinde çekilen bu film yönetmenin politik tavrını belli eder. Diğer filmlerinde de bu tavrını ufak işaretler, anılar ya da göndermeler şeklinde görürüz.
Ah Güzel İstanbul’un (1981) toplumsal bir içeriği olsa da yönetmen karakterlerin iç yolculuklarını anlatmaya başlamıştır bu filmle. Firuzan’ın Kuşatma öykü kitabında yer alan bir öyküden uyarlanmıştır. Film kamyon şoförü Kâmil ile hayat kadını Cevahir’in aşkını anlatır. Yeşilçam Sineması’nda çok kullanılan bu konu Kavur’un dokunuşları ile farklı bir film haline gelir. Filmin sonunu da çoğunlukla yaptığı gibi seyirciye bırakır.
İkinci döneminde Kırık Bir Aşk Hikayesi (1981), Amansız Yol (1985), Körebe (1985) filmleri vardır. Daha çok klasik anlatı sineması kodlarıyla ve Yeşilçam starlarıyla çalışır. Bireyin yaşadığı zorlukları anlatır ama yanı sıra karakterlerin iç yolculuklarını da görebiliriz. Çıkılan yolculukta ya da yaşanan olaylarla birlikte karakterlerin değişime uğrar.
Kırık Bir Aşk Hikayesi ve Göl (1982) filmlerinde Selim İleri ile çalışmıştır Ömer Kavur. Kırık Bir Aşk Hikayesi ‘inde Ayvalık’a tayin olan öğretmen Aysel ile kasabanın yerlilerinden daha yeni nişanlanan Fuat arasındaki çıkışsız aşk anlatılır. Kasabanın müdahaleci, tutucu ve sürekli gözetleyen ortamında tabii ki bu ikilinin aşkı çıkışsız olacaktır. Göl filmi ise onun farklı bir döneme yöneldiğinin işaretlerini taşır ve bireyin kendine nasıl yabancılaştığını ve takıntılı bir duruma nasıl geldiğini izleriz.
Amansız Yol ve Körebe’nin senaryolarını ise Barış Pirhasan ile yazmıştır yönetmen. Amansız Yol adı gibi tam bir yol hikayesidir. Tır şoförü Hasan sorunlardan kaçmak istedikçe sorunların ortasında bulur kendini. Filmin dörtte üçü yolda geçer ve yolla birlikte Hasan’ın değişimine tanıklık ederiz. Kadir İnanır ve Zuhal Olcay unutulmayacak karakterleri canlandırırlar. Anayurt Oteli (1987) ile başlar yönetmenin üçüncü dönemi. Bundan sonraki filmlerinde varoluşsal bir yolculuğa çıkaracaktır bizleri Ömer Kavur.
Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan’ın romanından sinemaya uyarlanan belki de Türk Sinema Tarihi’nin en iyi edebiyat uyarlamasıdır. Zebercet’in rutinini bozan, kasaba dışından gelen bir kadın olur. Takıntılı biçimde bu kadını unutamayan ve sürekli onu bekleyen Zebercet yalnızlığı ve hayal kırıklığı ile hayatın anlamını yitirir. Romanın Zebercet’ini ete kemiğe büründüren Macit Koper’in, otelin işlerini yapan kadında Serra Yılmaz’ın oyunculuklarının filmin başarısında payı büyüktür.
Gece Yolculuğu (1988) ve son filmi Karşılaşma (2003) otobiyografik göndermeleri olan filmleridir. Gece Yolculuğu filminin senaryosunu kendi yazmıştır ve filmin merkezinde varoluşsal sancılar çeken bir yönetmen vardır. Çektiği filmlerden memnun olmayan Ali gördüğü mekanlardan (Fethiye/Kayaköy) etkilenerek içsel bir yolculuğa çıkar ve kendi hikayesini yazmaya başlar. Bu aslında Ömer Kavur’un da içsel yolculuğudur. Filmin sonunun yorumu yine seyirciye bırakılmıştır.
Gizli Yüz’ün (1991) senaryosunu Orhan Pamuk’un Kara Kitap’ındaki bir bölümden yola çıkarak birlikte yazmışlardır. En fazla gizem barındıran filmidir. Zamana ve saatlere takıntısı bu filmle başlar. Gizemli kasabalar, gizemli karakterler yüzlerce saat vardır filmde. Zamanın ve yüzlerin psikolojik derinliklerine dalarız karakterlerle birlikte. Fikret Kuşkan ve Zuhal Olcay’ın oyunculukları gizeme gizem katar.
Yazımın başında adını andığım Akrebin Yolculuğu benim için Ömer Kavur’un başyapıtıdır. Başvurduğum çeşitli kaynaklarda farklı filmleri başyapıt olarak değerlendirilmiş, kimi Gece Yolculuğu, kimi Anayurt Oteli, kimi Gece Yolculuğu, kimi de Karşılaşma’ya başyapıt demiştir. Göynük’te (Filmde kasabanın adı Gölköy’dür) geçen film en fazla belleğimde yer eden filmidir. Göynük’e gidip saat kulesini gördüğümde tüm film gözümde canlandı. Gizli Yüz gibi Akrebin Yolculuğu da çok gizemli ve gerçeküstücü bir filmdir. Film, Kerem saat tamir ederken gizemli bir adamın gelişiyle başlar. Adam bir anahtar ve adres verir Kerem’e ardından Kerem Gölköy kasabasına trenle gelir. Kasabanın saat kulesindeki saati tamir edecektir. Senaryoyu Macit Koper ile yazmıştır Ömer Kavur. Kerem bir arayış içindedir bu kendini bulma arayışıdır. Alain Robbe-Grillet’in yani Yeni Roman’ın etkisi bu filminde belirgindir. Kronolojik zaman yoktur filmde, zamanın döngüselliğine vurgu yapar ve zaman algısını sürekli kırar.
2000 yılında çektiği Melekler Evi ise bir polisiye denemesi olarak tek sevmediğim filmi oldu. Kanserle boğuştuğu bir dönemde Bozcaada’da çektiği Karşılaşma ise yine yarattığı atmosfer, karakterlerin ruhsal çözümlemeleri ile yönetmenin ölümle hesaplaşmasının filmi denebilir.
Edebiyat uyarlaması ya da başka senaristlerle çalışmış olsa da filmlerinin senaryolarına mutlaka dahil olmuştur ve filmlerinin yapımcılığını çoğunlukla kendi yapmıştır. Filmlerinde metinler arasılığı ustaca kullanan Kavur filmlerinin mekanlarını da özenle seçmiştir. Kullandığı tarihi mekanları, kasabaları, saat kulelerini, otelleri ve otel odalarını filmlerinin bir karakteri yapmıştır. Auteur bir yönetmenin filmlerinde olması gereken ortak temaları ve simgeleri onun filmlerinde de görürüz. Bunları şöyle sıralayabiliriz: Varoluşsal sancılar, kasaba hayatının sıkıcılığı, yersizlik-yurtsuzluk, zaman, zamandaki döngüsellik, kişinin yaşadığı bireysel ya da toplumsal travmalar ortak temalarıdır. Saatler, anahtarlar, trenler, oteller, tarihi mekanlar, terk edilmiş köyler, tüfekler, fotoğraflar, yol, kasaba sokaklarında dolaşan deli ise çok kullandığı simgelerdir. Filmlerindeki müzikleri de yetenekli müzisyenlere yaptırmıştır. Atilla Özdemiroğlu, Cahit Berkay, Melih Kibar, Uğur Dikmen, Neşet Ruacan, Tamer Çıray gibi.
Ömer Kavur insanı saran sinema dili, gizemi, simgeleri, gerilimi ve görüntüde yarattığı muhteşemlik ile ruhumuzun derinlerine inen bir yönetmendi ve belki de daha ne güzel filmler bırakacaktı geriye ne yazık ki onu çok erken kaybettik.