POETİKA DEFTERİ III
(Ümit Yıldırım)
Ahmet Haşim
“Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar”da şair, ne hakikat habercisi ne güzel söz söyleyen insan ne de kanun sözcüsüdür, diyerek onun anlaşılmak için olmayan şiir dilinin söz ile musiki arasında bir yerde olduğunu söyler. Bununla da kalmayarak şiirin anlamının ilk okuyuşta anlaşılmayan hatta her okunuşta farklı anlaşılan bir dil olmasını ister, yoruma açık yönüyle de “resullerin sözü”ne benzetir. Gerçi aşağıdaki şiirin ormandaki maymunları konu edinen bir şiirin çevirisi olduğu bilinse de onun şiir anlayışına uygun düşüyor:
Yarı Yol
“Nasıl istersen öyle dinle, bakın:
Dalların zirvesindeyiz ancak,
Yarı yoldan ziyâde yerden uzak,
Yarı yoldan ziyâde mâha yakın.”
Asıl onun poetikasını açık eden “Mukaddime” adlı şiirdir:
“Seyr eyledim eşkâl-i hayâtı
Ben havz-ı hayâlin sularında,
Bir aks-i mülevvendir onunçün
Arzın bana ahcâr ü nebâtı.”
Uzun sözün kısası: Şiiri, harekete geçirme işlevinde kullanmak istiyorsanız, hele şiiri çevrenize tutmak istediğiniz bir cep aynası gibi görüyorsanız, hiç ama hiç Ahmet Haşim’in gözüne gözükmeyin.
Abdülkadir Budak
Şiir, ilk elde bir kişilik sanatıdır, diyen Abdülkadir Budak’a göre şair, kendi ağzıyla konuşmayı bilen kişidir. Bir şairin şiir üzerine yazdıkları değil, şiiridir aslolan. Ben şiirin bir söz söyleme sanatı olduğuna inanırım, der. Popüler olana eğilimi sevmez çünkü o, farklılığı değil aynılığı getirir. Ona göre bir şiiri besleyen iki ana eksen vardır: yetenek ve bilinç. Şair, şiirinin hayatla kesiştiği noktada bulunması gerketiğini bilmelidir. Kendi olamayan, kendini ifade edemeyen, daha doğrusu kendisi ile hesaplaşamayan kişinin şiiri olmaz. Bu nedenle şiiri yalnız imge ve dize sanatı yaratmak olarak değil, bir iklim kurabilme sanatı olarak görür. “Sendeki ben”i aramaktan çok, “bendeki sen”i aramanın macerasıdır şairlik. Ona göre güzel şiir, yazarının kişilik özelliklerini üstünde taşımalıdır. Biçem, şairin kişiliği, kimliğidir. Dünyaya bakışı, duruşu, algılayışı, yaşayışındaki farklılığı, ötekiliğidir. İster yaşadıklarından çıksın yola şair ister hayallerinden önemli olan şiirinin kendisine benzemesidir.
Kimliksiz, çatısız, kapısız, penceresiz, hayatla bağlarını koparmış bir şiirse yazdıklarınız onun yanına hiç yaklaşmayınız. Dil cambazlıkları, biçimsel soytarılıklar, zenginlik adına belirsizlik, çok yönlülük görüntüsü altında kişiliksizlik bulursa yazdıklarınızda onun kapısından içeri giremezsiniz. Onun poetikasını ele veren şiirlerden bir bölümünü aşağıya alıyorum:
Dönüşüm
(…)
“Zaman geldi rol değişti
Kumaşa döndü bedeni
Ayıp değildi çıplaklık
Kendine elbise dikti
Çaresiz hastalık yoktur
Diyordu aşkın dışında
Makas olan sevgiliydi
Kesilen biçilen Usta”
Mehmet Akif Ersoy
Mehmet Akif, öykülü şiir yazdı. Şiirinin hep bir hikâyesi vardır. Manzum hikâye, tahkiyeli şiir ya da narratif şiir diye geçer ders kitaplarında. O da farkındadır modern zamanların şiir anlayışıyla kendi gittiği yolun bir olmadığının. Ama onun derdi vardır, sıkıntısı, çilesi… Mehmet Akif’e göre de yazdığı şiir değildir ama ayna tutmuştur kendine, sokağa, topluma… Aşağıdaki şiirde dediği gibi tek tek bakarsan bulamazsın onun kitabında şiir ama üç buçuk nazım dediği Safahat’ın bütününde saklıdır onun şiiri çünkü Homeros’un soyundandır o.
İtiraf
Safahât’ımda, evet, şi’r arayan hiç bulamaz;
Yalınız, bir yeri hakkında “hazin işte bu!” der.
Küfe? Yok. Kahve? Hayır. Hasta? Değil. Hangisi var ya?
Üç buçuk nazma gömülmüş koca bir ömr-i heder!