TARİHİN UMUT ZEKÂSI
Gemilerin karadan yürütülmesi ve İstanbul’un Fethi (1453), Fırtınalar/Ümit Burnu’nun keşfedilmesi (1488) ve Süveyş Kanalı’nın açılması (1869) ile tarihi olaylara yön veren ve ülkelerin gücüne güç katan umut zekâsının nasıl çalıştığını biliyor musunuz?
İlk gemiyi yapan Hz. Nuh ile birlikte gemiler hem karada hem de denizde dümeni umuda kırdı. Liderler rotayı umutla belirledi. Kaptanlar mürettebatını umutla selamladı. Ve demir alırken limandan gemiler “Pusulanız umut olsun.” dedi, coşkulu bir ses. O günden sonra geminin dümeni, feleğin çarkı umutla döner ve insanın aklı umutla çalışır. Bir umutla yaratılan insanın bir ömür boyu umutla yaşadığı gibi devlet ve milletler de birçok umutla yaşarlar dünya gezegeninde.
Bazı inanışlara göre kalbi kırılmış ve umudunu yitirmiş kimi kişiler yeni bir hayata başlamak için gemi dümeni figüründen yapılmış gümüş bir kolyeyi boyunlarına takarlar ve bir umut niyetine göğüslerinde taşırlar.
Yıl 1453. 29 Mayıs günü İstanbul’un Fethi ile beraber 1500 yıllık Roma İmparatorluğu’nun devamı olan Bizans İmparatorluğu yenilmiş ve yıkılmıştı. Böylece Orta Çağ kapanmış ve Yeni Çağ başlamıştı. Bu fethin gerçekleşmesini sağlayan birçok farklı etken vardı fakat gemilerin karadan yürütülmesi kadar hiç birisi konuşulmadı ve umut aşılamadı.
Mühimnot: Haçlı ittifakına sebep olabileceği endişesiyle İstanbul kuşatmasından vazgeçilmesini isteyen Çandarlı Halil Paşa fetihten sonra asıldı. Kendisi 15 yıl süresince Vezir-i azamlık yapmıştır. Osmanlı tarihinde idam edilen ilk sadrazamdır.
Peki, sizce umuttan başka hangi zekâ o gemileri karadan yürütebilirdi?
İstanbul’un fethinden sonra, Avrupalılar Hindistan’a alternatif deniz yolları ile ulaşmayı planlıyorlardı. Özellikle Portekizliler bu yolu bir an önce keşfetmek hırsı ile onlarca yıl sefer üzerine seferler düzenlediler.
Ağustos 1486’da Portekiz Kralı II. Juan, meşhur denizci Barthelemeu Dias’a gizli tutulması gereken bir görev verdi: Lizbon’dan çıkıp, Afrika kıtasının en uç noktasına gitmek, burayı dolaşmak ve eğer mümkünse Hindistan’a kadar giderek bu deniz yolunu keşfetmek.
Yıl 1488. Gizli tutulan bu uzun yolculukla ilgili olarak, ellerinde, ayrıntıları anlatan yazılı bir belge ve çizimleri hiç yok. Ancak, çok maceralı geçtiği biliniyor. Dias bu yolculuğu, karadan fazla kopmayarak, kıyıya paralel sürdürdü. Afrika kıtasının güneyine yaklaştıklarında ise gemiyi kayalarda parçalayacak kadar şiddetli olan fırtınalara yakalandılar. Atlas Okyanusu ile Hint Okyanusu’nun en büyük dalgaları bu burnun açığında görüldü, korkunç dalgalar gemiyi karpuz kabuğu gibi sallıyordu. Büyük korku içinde olan gemiciler, sürekli dua ediyor ve şeytanlar ülkesine geldiklerini söylüyorlardı. Dias’ın ya kayalara vurup ölme riskini almak ya da bilmediği bir rotaya sapmaktan başka çaresi yoktu. O, Atlantik Okyanusu’nu seçti ve Güney Atlantik’e geçti. Onüç gün kara görmedi ve haritaları işe yaramadı, denizlerde kayboldu; ancak dalgaların altından akan çok kuvvetli bir okyanus kuşağı dairesel akıntısı onu kurtardı ve rotayı kuzeye çevirdi. Farkında olmadan burnu dolaşarak Hint Okyanusu’na geçmiş oldu. Ve böylece de Dias onlarca yıldır aranan Afrika’yı dolaşarak Hindistan’a açılan yolu 12 Mart 1488 keşfetti.
Barthelemeu Dias, Tanrı ve Portekiz adına keşfettiğini söylediği bu buruna, yaşadıklarından dolayı, Fırtınalar Burnu adını verdi. Ülkesine döndüğünde başarısını büyük onur duyarak Kral II. Juan’a anlattı ancak Kral, Dias’ın verdiği ‘Fırtınalar Burnu’ ismini benimsemedi. Krala göre bu isim nedeniyle hiçbir denizci Hindistan’a giden yolu keşfetmeye cesaret ve moral bulamayacaktı; bu durumu ortadan kaldıracağını ve Hindistan’a ulaşan yolu keşfetmenin önünü açacağını umarak, gemilerin batmasına sebep olacak büyük fırtınalar ve kayalıkların bulunduğu bu burunun adını Ümit Burnu olarak değiştirdi.
Nitekim 1498 yılında diğer Portekizli kâşif Vasco da Gama, Afrika’yı dolaşarak Hindistan’a deniz yolu ile ulaşan ilk batılı oldu ama fırtınaların günlerce sürdüğü zorlu seyahati sırasında filosundaki bir gemi tamir edilemeyecek kadar hasar gördü. Avrupalıların Hindistan’a deniz yoluyla ulaşabilmeleri neticesinde İpek ve Baharat Yolları önemini kaybetti. Daha da önemlisi Osmanlılar ve İranlarda da ticari alandaki üstünlüklerini kaybettiler. Hint Okyanusu önemli bir ticaret bölgesi oldu. Elli yıl içerisinde dünyanın en kalabalık gemi rotaları haline geldi ve deniz ticaretinde de üstünlük Avrupalıların eline geçti.
Mühimnot: Fırtınalar ve azgın dalgalarla mücadele edilerek yapılan bu keşifte gemilerin ve mürettebatın durumu iyice zayıflamış, erzak çok azalmış, salgın hastalık baş göstermiş ve gemiciler isyan etmişti.
Dias, keşiften on iki yıl 29 Mayıs 1500’de Ümit Burnu yakınlarında, yakalandığı bir fırtınada bütün mürettebatıyla birlikte öldü.
Peki, sizce umuttan başka hangi zekâ o gemileri o fırtınalı ve dalgalı zor geçitten geçirebilirdi?
Yıl 1869. Dünyada ve Osmanlı topraklarında ticaret, siyaset, hükümet ve bürokrat işlerinin fırtınalar estirdiği, sert rüzgârların kimseye acımadığı ama umudun da durmadan çaba sarf ettiği; Doğu’nun, batı ablukasından kurtulmak için yeni yollar ve farklı kanallar aradığı bir dönemde Süveyş Kanalı bir umut ışığı oldu.
Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlama fikri İlkçağ’a kadar inmektedir. Milâttan önce XIV. Yy’da firavun II. Ramses, Roma İmparatoru Hadrianus’un (117-138), daha sonra Hz. Ömer (634-644) ve I. Napolyon (1798) da girişimlerde bulunmuştur. Ancak kanalın açılması Mısır’ın Osmanlı hâkimiyetinde olduğu, Sultan Abdulmecid (1839-1861) döneminde Mısır Valisi Mehmet Said Paşa (1854-1863)’nın gayretleriyle 25 Nisan 1859’da başladı ve 16 Kasım 1869’da tamamlandı.
Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla Hindistan’a gidiş yolu kısaldı ve Ümit Burnu da önemini kaybetti.
Mühimnot: Bu olay İngilizlerin tezini savunarak kanalın açılmasına karşı çıkan Sadrazam Mustafa Reşid Paşa’nın istifasına sebep oldu.
Peki, sizce umuttan başka hangi zekâ o kanalın açılmasını sağlayıp gemileri yüzdürebilirdi?
Hikâye böyle uzar gider. Nihayetinde her hikâye bir umut müjdeler ve her umut yeni bir kurtuluş hikâyesi yazar. İstanbul’un fethi, Ümit Burnu’nun keşfi, Süveyş Kanalı’nın açılması ve diğerleri. Dünyanın farklı bölgelerinde farklı zamanlarda birbirinden bağımsızmış gibi gerçekleşen birçok olayın aslında birbirinin devamı, tamamlayıcısı, tetikleyicisi, rövanşı ve bir umut zekâsının ürünü olduğunu görüyoruz.
Tarihi olaylarda, coğrafi keşiflerde, bilimsel buluşlarda ve yeni toprakların fethedilmesinde bütün zorlukları göğüsleyen ve her defasında mutlaka bir çıkış yolu bulan keskin ve kararlı bir umut zekâsından bahsedebiliriz. Büyük devlet adamlarının, bilim insanlarının, sanatçıların ve kahraman kaptanların akleden, fark eden ve sabreden kalbinde yer alan tükenmez umut zekâsı sayesinde medeniyetin tekeri hep ileriye doğru döner ve memleketlerin meseleleri çözülür.
Tarih umudu olan insanları ve olayları yazar, umutsuz olanların tarihte ve aramızda yeri yoktur. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi “Bir an bile korku ve ümitsizliğe kapılanın bu davada yeri yoktur.”
Lider, söz ve davranışları ile çevresine umut yayan, onları harekete geçiren ve başladığı işi sonuçlandırabilen cesaret, basiret ve vizyon sahibi olandır.
Bob Gavlin (Motorola yöneticisi) der ki: “İnanıyorum ki bir liderin en önemli görevi umudu yaymaktır.”
İnsanlık tarihine en büyük etkisi dokunan şahıslar listesinin başında yer alan peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) de “Sevininiz ve sizi sevindirecek şeyler ümit ediniz.” demiştir.
Umudun bireyin yaşamına olan etkisi sadece çocukluk yılları ile sınırlı olmayıp tüm gelişim sürecini de şekillendirmektedir. Bu doğrultuda umudu sürdürebilme kapasitesi başarılı bir hayatın ve yönetimin de önemli bir parçası olmaktadır.
Amaçlar, hedefler, alternatif yollar, hareket ve enerji sağlayıcı tüm unsurlar hayatın her anında umutlu düşünme ve yaşama için gereklidir. Umut düzeyinin yüksek olması ve gerçekçi umutlara sahip olunması bireylerin sağlıklı, başarılı, çalışkan ve mutlu olabilmesi için gereklidir. Araştırma sonuçlarına göre umut düzeyi yüksek olan bireyler kendilerini sorumluluk sahibi, gelişmeye açık, sakin, kararlı, planlı, mantıklı, neşeli ve sosyal, uyumlu, sabırlı, kafasına koyduğunu yapan, yardımsever, rahat, her problemin bir çözümü olduğunu düşünen ve girişken olarak tanımlamaktadır.
Umut düzeyi düşük olanlar ise kendilerini kararsız, hırslı olmayan, kendine güvensiz, duygusal yönden dengesiz, gerçekçi düşünmesine ve doğru karar vermesine engel olacak kadar duygusal, ailelerinin görüş ve kararlarını kendilerininkinden daha önemli gören, planı bozulduğunda ise ne yapacağını bilemeyen kişiler olarak tanımlamaktadır. Çeşitli araştırma bulgularına göre umutlu düşünme ve yaşama öğretilebilir, öğrenilebilir ve geliştirilebilir. Bu nedenle bireylerin umutsuzluk ve çaresizlik gibi olumsuz duygulardan ve düşüncelerden kurtulabilmeleri için umutlu düşünme ve yaşama biçimlerini öğrenmeleri gerekir.
Ben artık “Umut Zekâsı” diye farklı bir zekânın olduğuna ve bu zekânın da diğer bütün zekâları kuşattığına inanıyorum. Hatta insanın merkezi zekâsı umuttur diyebilirim. Umut, tüm zekâların anasıdır. Onları besler, büyütür ve yürütür. Umut, genel olarak herkeste vardır fakat kiminde az, kiminde çoktur. Bizi birbirimizden farklı kılan temel faktör umut düzeylerimizin farklı olmasıdır. Hayata bakış açısı, olayları algılayış ve kavrayış şekli insanlarda umut düzeylerinin farklılaşmasına neden olmaktadır. İnsan, gözünün kestiği, gönlünün istediği hemen her şeyin üstesinden gelebilir.
Umutlu insanlar, hedeflerine erişmek için izleyebilecekleri pek çok yol inşa ederler. Çünkü bu insanlar karşılarına olası engellerin de çıkabileceğinin farkındadırlar ve bunlarla karşılaştıklarında hedeflerine farklı yollardan ulaşabilecek şekilde hareket ederler. Umut farkı, bedenimizi ve ruhumuzu canlı tutan, aklımızı aktifleştiren ve aksiyonumuzu yönlendiren enerji ve sinenerji çarkımızın daha güçlü, daha coşkulu ve sürekli çalışmasını sağlar.
Yeni beyin araştırmaları, beynimizde bir umut devresi olduğunu, bu devrenin harekete geçmesiyle halimizin ve ahvalimizin değişeceğini hatta birçok hayalimizin de gerçeğe dönüşebileceğini söylüyor. Umut çaba gerektirir. Gaye ve gayret gerektirir. Ancak o zaman umut sizi harekete geçirir, hedeflerinize ve hayallerinize doğru. Siz, umudunuz kadar yol yürürsünüz; umudunuz kadar hız yaparsınız ve umudunuz kadar akıl yürütür, iş yaparsınız. Dolayısıyla umut farkınız sizin yaşam farkınız ve hayat kaliteniz olur.
Bu hayatta rotanız ve pusulanız umut olursa dünyanın en güzel yerlerini keşfeder ve en güzel ülkelerini de fethedersiniz. Böylece dünya genelindeki ticareti, siyaseti ve diğer organizasyonları siz yönetir ve yönlendirirsiniz. Umut, her engeli sizinle aşar ve her güzel işi sizinle başarır! Tarih sayfalarına isimleri altın harflerle yazılmış nice büyük devlet adamlarının, bilim insanlarının ve sanatçıların ve hayat mücadelesini yeniden akıl ve umut gözüyle okuyunca, çok zor da olsa umudun her engeli nasıl aşabildiğini daha iyi anlıyorsunuz. Umut, zekâsıyla, azmiyle, gayretiyle ve cesaretiyle her engeli aşarken umutsuzluk her şeyi engelliyor. Hayatta daha mutlu ve daha başarılı olmaları beklenen ve hiç bir bedensel ve zihinsel engeli bulunmayan sağlıklı insanların, önündeki en büyük engel umutsuzluk olmaktadır. Umutsuzluk ve ona bağlı olarak oluşan karamsarlık, kararsızlık, kanaatsizlik, kaygısızlık ve gayretsizlik umudun en büyük düşmanıdır.
Umudun ve İstiklal Marşı’mızın şairi Mehmet Akif Ersoy yüz yıl öncesinden bizlere şöyle sesleniyor: “Ümitsizlik öyle bir bataktır ki: Düşersen boğulursun. Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun! Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar; Ümitsiz olan rûhunu, vicdânını bağlar.”