MÜTEVAZI BİR AUTEUR ÜMİT ÜNAL
Neşe Ürel
İlk filmini izlediğim günden itibaren çektiği her filmi önemsediğim bir yönetmen Ümit Ünal. 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV bölümünden 1985 yılında mezun olur. İlk senaryosu Teyzem 1986 yılında Milliyet Gazetesi Senaryo Yarışmasında birincilik alır ve Halit Refiğ tarafından filme çekilir. Yönetmenin öz yaşamsal olduğunu söylediği filmde anlatılan teyzenin ve yeğeni Umur’un öyküsü trajiktir ve unutulmaz filmler arasına girer. Ümit Ünal’ın sinemaya başlangıcı senaryoları ile olur deyip geçmek doğru olmaz. Çünkü ilk filmini çekene kadar önemli senaryolara imza atar. 1986 ile 1993 arasında sekiz senaryosu filme çekilir. Birkaçını anmak istiyorum: Hayallerim, Aşkım ve Sen (Atıf Yılmaz, 1984), Milyarder (Kartal Tibet, 1987), Arkadaşım Şeytan (Atıf Yılmaz, 1988), Piano Piano Bacaksız (Tunç Başaran, 1989), Amerikalı (Şerif Gören, 1993). Bu arada bir hikâye iki de roman yazar Ümit Ünal: Amerikan Güzeli (Hikâyeler, 1993), Aşkın Alfabesi (Roman, 1996), Kuyruk (Roman, 2001).
2001 yılında senaryosunu da kendisinin yazdığı ilk uzun metrajlı filmi 9’u çeker. Bu filmi ile 2002’de Ankara Film Festivali’nde Umut Veren Yeni Yönetmen Ödülü’nü alır. Ben de bu festivalde 29 Kasım’da izlemişim filmi ve aldığım notlar arasında yazdıklarımı bulduğumda çok sevindim. 9 için kısa kısa notlar almışım ve sonuna da “Bu yönetmeni takip etmeliyim” yazmışım. Ümit Ünal’ın bugüne dek izlediğim filmlerini hem çok sevdim hem de önemsedim. Ama ilk filmi 9 ile son filmi Aşk, Büyü vs. (2019) en çok sevdiklerim oldu. Bu nedenle de bu ikisinin üzerine daha fazla durmak istiyorum.
Deneysel denilebilecek bir film 9. Yönetmen filmi video kamera ile çekip sonra 35 mm’ye aktarmış. Büyük bölümü karakolda bir sorgu odasında geçiyor. Dışarı sahnelerini sanırım özellikle amatör bir kamera olduğunu vurgulamak için sallantılı çekmeyi tercih etmiş. İstanbul’un herhangi bir mahallesinde sokakta yaşayan genç bir kadın ölü bulunur. Mahalleli bu nedenle sorguya alınır. Ölü bulunan, saçları nedeniyle mahallelinin Kirpi dediği akıl sağlığı yerinde olmayan İsrailli Yahudi bir kızdır. Yani o bir ‘öteki’dir. İlk başta sorguda insanlar ve mahalle iyi bir izlenim bıraksa da sorgu ilerledikçe iyinin altındaki kötüyü asıl yüzlerini yani sakladıkları öteki kimliklerini görmeye başlıyoruz. Bu kimlikler ötekine hoşgörü göstermezler. Sorgu sürdükçe seyirciyi de sorgulayıcı konumuna getirir yönetmen. Polisin elindeki en önemli ipucu amatör kamera ile çekilmiş öldürülen kadının çıplak görüntüleridir. Filmin kurgusu o kadar ustaca ki kişilerin birinin sözüne diğeri cevap veriyor böylece olay örgüsü tamamlanıyor ve filmi sürükleyici kılıyor. Oyunculuklar ise çok başarılı (Ali Poyrazoğlu, Serra Yılmaz, Cezmi Baskın, Fikret Kuşkan). Mahalleyi bir alegori olarak almak mümkün, mahalleden Türkiye gerçeğine geçebiliriz, 9 Türkiye’nin mükemmel bir panoramasıdır. Filmin adının neden 9 olduğu ise filmin sonunda bir sürprizle anlaşılır. Film festivallerde önce sansüre takılır bu sorun sonrasında çözülüp film ödüllere boğulsa da gişe de başarılı olamaz. Ümit Ünal bir söyleşisinde “Battım, ama olsun yaptım” diyecektir. Evet iyi ki yapmıştır.
Beş yönetmenle birlikte çektiği Anlat İstanbul’un (2005) beş hikâyesinin senaryosu da Ümit Ünal’a aittir. Masal kahramanlarını filmin kahramanlarına dönüştürmüştür ve kendisi de Fareli Köyün Kavalcısı bölümünü yönetir. Ardından 2007 yılında Ara’yı çeker ve senaryo yine ona aittir. İnsan hikâyeleri üzerinden Türkiye’deki toplumsal değişime kafa yoran bir filmdir. Ara da 9 gibi küçük bütçeli karakter odaklıdır ve neredeyse tek mekânda geçer. Çekildiği yıl Ara filmini Antalya Film Festivali yarışma bölümüne kabul etmezler. Oysaki o yılın en iyi filmlerinden biriydi.
Bir roman uyarlaması olan Gölgesizler’i (Hasan Ali Toptaş) 2008’de, Kaptan Feza’yı da 2009’da çeker ve bu iki filmini ne yazık ki izleyemedim. 2010 yılında bir gerilim filmi olan Ses gelir. Filmin senaryosu Uygar Şirin’e aittir. Oyunculukları, mekân seçimi ve yarattığı psikolojik gerilim ortamı ile başarılı bir filmdir. Gaipten gelen bir ses duyan Derya’nın hayatı zindana dönecektir, gerilim bunun üzerine oturtulmuştur.
Ümit Ünal’ın Serra Yılmaz ile büyüyen bir filmi var sırada Nar (2011). Yine Antalya Film Festivali Nar’ı ödülsüz bırakır. Aslında bir üçlemenin son filmidir. 9, Ara ve Nar. Senaryosu, oyunculukları ile çok başarılı, merakla izlenen, az oyuncusu ile insana ve topluma dair çok şey söyleyen bir film Nar. Bir gerilim filmi diyemeyiz ama belli bir gerilim sürekli hissedilir. Auteur yönetmenlerimizden saydığım Ümit Ünal’ın izlediğim tüm filmlerinde öyküyü ilerleten bir gerilim her zaman vardır. Yine 9 ile başlayan Aşk, Büyü vs. ye kadar her filminde gördüğümüz toplumun “öteki”ne bakışını Nar’da da hissediyoruz.
Uzunca bir süre kameraların arkasına geçmeyen yönetmenimizle Sofra Sırları (2017) ile buluşuyoruz. Keyifli, aynı zamanda sürükleyici bir kadın hikâyesi anlatıyor, ailede ve toplumda var olma çabası içindeki bir kadındır Neslihan. Onun sofrasına oturan sevmediği kişiler, harika yemeklerinden nasiplerini alarak kalkabilirlerse kalkıyorlar. Taşra havasını ve atmosferini çok başarılı çiziyor film. Oldukça absürt olabilecek bu seri öldürme hikâyesine inandırıyor bizi Ümit Ünal ve Neslihan rolünde Demet Evgar.
Yönetmenin baş yapıtı olarak düşündüğüm Aşk, Büyü vs. hayatımızın birkaç yılını elimizden alan pandemi öncesi çekildi. Çekildi diyorum çünkü Ümit Ünal Facebook sayfasında bu filmin çekim süreci sırasında sürekli paylaşımlar yaptı ben de merakla takip ettim. Filmin vizyona girmesini sabırsızlıkla beklerken pandemi patlak verdi ve film de kısıtlı koşullarda festivallerde gösterildi. Nihayet yönetmen ve filmi hak ettiği ödüllere kavuştu. Filmin aldığı ödüller içinde, 2020 İstanbul Film Festivali Altın Lale Ödülü ile 54. Siyad’ın En İyi Film ve En İyi Senaryo Ödülleri bence en önemlileridir.
Büyükada’nın güzellikleri eşliğinde gençliklerinde bir aşk yaşayan iki kadının büyülü hikâyesini izliyoruz. Eren’in vapurla adaya gelmesi ile başlıyor film. Amacı gençlik aşkı Reyhan’ı bulmaktır. Reyhan ilk başta tepkiyle karşılar Eren’i. Haklıdır da bu beraberliğin tüm sıkıntılarını o yaşamıştır. Varlıklı bir ailenin kızı olan Eren zorla yurt dışına gönderilmiş ama yaşamını zorlanmadan sürdürmüştür. Bu ilişkinin sadece psikolojik olarak etkilenen tarafıdır. Reyhan ise ruhen olduğu kadar hem toplumsal hem de ekonomik açıdan zorlanmıştır. Bu iki kadının aralarındaki sınıf farkı da belirgin olarak çizilmiş filmde. Aradan geçen yirmi yıl boyunca Reyhan arayıp sormadığı için Eren’i suçlar. Sorunsuzca kollarını açıp onu kucaklayacağını bekleyemeyiz. Daha sonra Reyhan’ın inandığı Büyü meselesi ortaya çıkar. Büyüyü bozmak için gidilen evler satır aralarında toplumsal yapı hakkında pek çok ipucu veriyor bize. Büyüyü bozmaya çalışan iki kadının doyumsuz Büyükada görüntüleri eşliğinde yürümelerinin, koşuşturmalarının ve rakı içip sohbet etmelerinin tadına doyamadım ben. Karakterlerin diyalogları kimi zaman şiirsel bir tat verdi bana. Anlatılan unutulmayan bir aşktı ve cinsiyetin önemi yoktu. Eren’de Ece Dizdar, Reyhan’da Selen Uçer’i capcanlı yaşayan karakterler olarak izliyoruz bunda senaryonun rolü çok büyük oyunculuklar da bu başarıyı çoğaltıyor. Yönetimin yanı sıra senaryo da yine Ümit Ünal’ın aynı zamanda müziklerde de imzası var. Pandemide evde tam üç kez izledim filmi keşke sinemada da izleyebilseydim.
Ümit Ünal aynı zamanda fotoğraf sanatçısıdır. İstanbul’da açtığı bir sergisine gittim ve çok yönlü bir sanatçı olduğuna bir daha inandım. Kendi dilini kamerası ile kurabilen gişe kaygısı gütmeden filmlerini yapabilen minimalist aynı zamanda auteur bir yönetmen. Toplum sorunlarını kişisel hikâyeler üzerinden anlatmayı seçer, doğruları ve gerçekleri söylemekten çekinmez. Filmlerinde mutlaka rüya ya da hayal sahnesi görürüz, ortak temaları ve metaforları vardır yani onun filmleriyle insana ve topluma dair söyleyecek çok sözü vardır.
2012’de çıkan Işık ve Gölge Oyunları adlı kitabı sinemaya ve çevresine dair anılarından oluşuyor. Samimi ve içten bir kitap, mütevazı Ümit Ünal’ı tanıyoruz bu kitapla. En son da bir çocuk kitabı çıktı Ada ve Böcü onu da torunuma alacağım.