Geçmişe Tutunamamanın Kanatlı Şiirleri
Kırgınlıklar, üzüntüler, hayal kırıkları…
Hayat sürekli mücadele ister. Düşüp düşüp yeniden ayağa kalkmayı. Kendini onarmayı. Yola devam etmeyi. İnsan içine döndükçe bulduğu yalnızlıktan, kuşatılmışlıktan sıyrılmayı ve kuşatmayı
yararak hayata açılmayı başarabilir sayısız kez. Bütün bunları şiirle yapan, yaşayan, yazan nsanlar vardır. Şair dediğimiz de budur. Hatice Eğilmez Kaya kendi mücadelesini şiir ve edebiyatla uğraşarak verenlerden. Öğretmenliğinin yanına, denemeler, inceleme yazıları, öyküler, monografiler, çocuk kitapları ve şiiri de koyan, dergi ve yayınevi editörlüğünü de bunlara katan çok yönlü, çalışkan, örnek bir şair kadın. Sessiz, sakin, gürültü yapmadan sağlam adımlarla ilerlemekte edebiyat emekçisi olarak.
İkinci şiir kitabı, uzun bir uğraşın sonucunda oluşturduğu “Gürültüsüz Gece Kelebekleri”, dosya olarak 2021 yılında, Ekin Sanat Kültür ve Düşün dergisinin Mehmet Aydın adına açtığı
şiir yarışmasında ikinciliğe değer bulundu. 2022 yılında da kitaplaştı.(1)
“Gürültüsüz Gece Kelebekleri”, Hatice Eğilmez Kaya’nın inceliklerle bezediği, zamanın acımasız dehlizlerinden eskinin değerlerini çekip çıkarttığı, mitolojik efsanelere göndermeler yaptığı
ve divan şiirinin metaforik atmosferini yeniden kurduğu, eski ama değişmeyen duyarlıkların anlamlı bir bütününden oluşuyor. Çocukluk gecelerinden ilhamla, masallara, efsanelere, iyiliğe
ve güzelliğe inancın sarsılmaz dünyasını yeniden kuruyor. İçinde bulunduğumuz zamanın insanı aptallaştıran hızına karşın eski zamanların yavaşlığının; şimdinin kaosa dönüşen günlük hayatına karşın geçmiş asırların dingin havasının; şimdinin geçiciliğine karşın geçmişin görkemli düşleri, anıları ve insanlarının şiire ikame edildiği; belleğimizde o atmosferin yeniden yaratıldığı, kolektif bilincimizi harekete geçiren temalardan oluşuyor kitap. Ürkek, duygulu, duyarlı bu yüzden de kırılgan, hayallerini koruyup saklayan, gerektiğinde onlarla kendini onaran, aradığı mutluluğu geçmişte bulan, antik şehirlerin düşünü kuran, bu günü yadırgayan, yadsıyan ve neredeyse yok sayan öznenin, kendisine ve kendisi gibi yaşadığı çağdan hoşnutsuz olan insanlara kurduğu bir sığınak oluyor her şiir. Bir yaşantı önerisi ve tercihi sunuyor Hatice Eğilmez Kaya.
Bu yaşantı, insanın “anayurdu olan çocukluğunu” asla terk etmediği, masallardaki düşsel dünyanın umudunu koruyan, kendine dayatılan her çirkinliği çocukluğun masumiyetinde yıkayıp arıtan,
boş hırs ve arzuların bencilliğinden ayrılan bireyin kendi kendine kaldığı zamanı iyi değerlendirdiği ve sevgi ürettiği bir yaşantı. Günlük hayatın bir çeşit hipnoz ve uyku ile geçtiği çağımızda asıl gece saatlerinde uyanan, uyanması gerekli benliğin, yarattığı, çalıştığı, okuduğu, yazdığı, ürettiği ve bu yüzden Gürültüsüz Gece Kelebekleri’ne dönüştüğü ikinci ama anlamlı bir hayat öneriyor şiirleriyle.
Şimdi bu şiirlerin oluşturduğu dünyayı açılımlayalım.
Şiir öznesi çoğunlukla çocukluk günlerinin özlemini, kadınlık gecelerinde anımsar. Onlara tutku ile bağlanır. Naif, ince ve ürkektir. “Halden bilmeze dilsiz”dir. Yaşadığı yeri izbe, ıslak
bir hücreye benzetir. “Sanırım herkes mutsuz bu dünyada” der sevgiden umduğunu bulamamış bir kadın olarak, ayakları üşüyen bir peri kızı ile özdeşleşir, çocukluğuna döner. Masalların unutulmasına tepkidir bu. Küçük kız çocukları tüm kalpleriyle masallara, inanırlar çünkü. Dünyada iyilerin hep kazandığı, düşlerin hep gerçekleştiği tek yer masallardır ama çağımızda peri kızlarına artık inanılmıyordur.(2)
“Gürültüsüz Gece Kelebekleri” adına uygun olarak karanlıkta yaşar. Bu yüzden şiirlerin zamanı alaca karanlıkta başlar ve günün ilk ışıklarına yani şafağa kadar sürer. Eğer gündüz ise en fazla ikindi anılır çünkü akşama en yakın zamandır ikindi. Gece, günlük telaşın çekildiği, düşünmek okumak yazmak ve düş kurmak için en uygun zamandır. Böylece ikinci bir insana ama aslında yalnızca kendimize döndüğümüz bir yaşantı başlar. Gece sessizliğinde, gürültü etmeden, gündüz uyuyanlar gece de uyusun diye onları sessizliğine bırakır ve ortaya çıkar ikincil yaşantısına başlar “Gece Kelebeği.”
Aynı zamanda kelebek, özgürlüğün simgelerinden biridir. Bu güzel canlı uçabilir ama kanatları çok narindir. Güzelliklerinin ve renklerinin, narin kanatlarının, uçmasının bir bedeli vardır.
Doğada çok dikkat çekerler ve savunmasızdırlar “Gül ve Kül” şiirinde Bosna Hersek’te 1992 yılında Yugoslavya’nın çöküşüyle başlayan iç savaşta, Sırpların katlettiği ve tarihe, İkinci Dünya Savaşından sonra Avrupa’da gerçekleşen en büyük soykırım olarak geçen sekiz bin üç yüz kişinin topluca öldürülüşünü konu alır. Bu katliamda öldürülen kişiler de birer sessiz kelebektir.
“kelebekler sessiz kaldıkları için
öldürüldüler
tek tek ve rengarenk
oysa ışığa da
alaca karanlığa da tanıktı onlar”(3)
Özgürlük istencinin sembolü olarak uçabilen birçok canlı şiirlerde çokça geçer. Düşsel olarak kanatları olan Melek ve Peri Kızından başlayıp, Dudu Kuşu, Tuti, İpek böceği, Uğur böceği,
Pervane, Gürültüsüz Kelebekler, Güvercin, Dağ Güvercini, Çayır Kuşu, Ebabil, Kumru, Serçe, Turna, Saka bazen güçlü bazen “incelmiş kanatlarıyla” şiirlerin semasında boy gösterirler. Bunca
kanatlı canlı, şiir öznelerinin özgürlük isteğinin bir yankısı olurlar ve her biri simgesel bir anlam kazanırlar. Örneğin Turna, sevgiyi, sevdalı ve kadın oluşu temsil eder.
“bazısı ebabildir
kadınların
kimisi turna”(4)
“aklımın yedi iklime göçebe turnası” (5)
“Herkes başkalarını bir şeylere benzetiyor,
bir şeyleri başkalarına…
hakkımda az düşünür, çok konuşur insanlar
bilirim,
oysa ben aklı uzaklarda turnayım
kirpiklerim acır en sıcak yaz günlerinde
kışın yaklaşmasına içerlerim.” (6)
“Öyle bir uyudum
ki
uyanamadım
gökyüzünde allı pullu turna değilim artık
salkım saçak tellerimden vuruldum!
yorgun kalabalık ve sahipsiz meydanlarda
göçebe gezen beyaz güvercinler
kadar sayılmazdım aslında” (7)
Hatice Eğilmez Kaya, çokça tekrarladığı sözcüklerle simgesel bir dil kuruyor. Bu simgeleri kullanarak pekiştiriyor anlatımı. Bu sözcükler bazı duygu ve düşüncelerin kısacık anahtarı olarak
yineleniyor. Şiirlerin toplamına bakınca hem simgeleri hem de verilen ipuçları ile bu simgelerin anlamlarını kavrayabiliyoruz. Örneğin yine bir kuş olan güvercin, ürkekliğin simgesidir. Güvensizliğin, kırılganlığın ve savunmasızlığın, bu yüzden masumiyetin simgesidir. Yine bu canlılarla yapılan özdeşleşme sonucu, kişileşir canlılar, yani birer eğretileme olarak
şiire katılırlar. Özdeşlik kurmak şairin, özdeşleşilen canlıları ve nesneleri yaşamın içinde birer anlam vererek içselleştirmesinin veya kendi duygularını dışsallaştırmasının bir yoludur. Turna örneğinde olduğu gibi. Bu Peri Kızı veya Ihlamur Ağacı için de geçerli. Birbirine bağlantılı özdeşliklerle yaratılan dünya, şiirlerin simgesel bir anlam oluşturmasını sağlar. Sözü edilen hiçbir nesne boşuna değildir. Dibine kadar yaşanmış, sonuna kadar içselleştirilmiş ve gerçekliklerinden farklı anlamlar kazanmış ama bu anlamlar şiirlerin kendi gerçekliğini yaratmıştır. Bazı sözcükler bizi eski şiirimizdeki atmosfere de taşırlar divan edebiyatındaki mazmunları rahatça tespit edebiliriz. “Zülal Yıldızı, Gül, Kül, Tuti Kuşu, Pervane, Nakkaş eski zamanlara gönderme yapan sözcüklerdir. Sık sık nakkaş ile söyleşilir.
Nakkaş, şiirlerin kenarına nakış işler adeta. Şiirler, nakışlardaki renk, desen ve görüntüyü yani manzarayı oluşturur. Nakkaşın tasvirleri gibi, şiir de şairinin nakşına dönüşür. Gece, gümüş ay, aya doğru uzanan ağaçlar, gecenin lacivert rengi masalından çıkıp gelmiş peri, şiirlerin nakkaş tarafından yapılmış tasviri gibidir. Bu manzaranın yanında şehrin huzursuzluk veren gündüz karmaşasından uzaklaşılır. Hatta şöyle bir söz edilse de şiirin kapısından giremez şehir.
“Hakkımda az düşünür, çok konuşur insanlar bilirim” diyen şiir öznesi şehir hayatından, şehirde, kirlenmiş yozlaşmış insanların önyargılı, dedikoducu, empati yoksunu tavırlarından sıkılmıştır.
Onlara “oysa ben aklı havada turnayım” yani sizin dünyanızdan değilim der bir bakıma.
Gece süren düşsel ve büyülü anların sabah ile dağılışı, güneşin acımazsızca gerçek yaşama vuruşu üzücüdür “Gece Kelebekleri” için.
“Korkunç ve dehşetli
üstelik sayısız tehlikelere gebe sokaklar,
güneş tehdit etmekte
yaşını tamamlamamış, gövdeleri küle dönen
ağaçları.
ve çocuklar, doğar doğmaz kirletilmeye
başlıyorlar
bu yüzden dağlara dönmeliyiz belki de,
bu yüzden bir mağaranın serinliğinde uyuyup
kalmalıyız
sonsuza dek… (8)
Gürültüsüz Gece Kelebekleri’nde dikkate değer bir nokta da “Kelebek gibi” olan özneler dışında başka insanlara yer verilmeyişidir. Tıpkı şehir gibi şehri çekilmez hale getiren insanlar
da gece ile birlikte uykularına çekilmiş ve sanki yok sayılmış gibilerdir. İnsanlardan kaçınılmış, ormanlar, nehirler, kuşlar, ağaçlar, canlılar, peri kızları ile gerçeküstü bir doğa konulmuştur şehrin yerine.
Hatice Eğilmez Kaya şiir sanatına hâkim. Kendi özgün söyleyişini geliştirmiş Gürültüsüz Gece Kelebekleri ile. Oluşturduğu şiirlerin atmosferi, akşam ve gecenin ağırlıklı oluşu ayrıca
güz aylarının vurgulanışı, gerçekdışı, masalsı doğa, eski şiirimiz ile kurulan organik bağ, yaratılan simgeler, sembolizmin argümanları olarak durmaktadır şiirlerinde. Yine de tam olarak sembolik bir şiir değildir bu. Şair yaşadığımız modern çağla ve modern lirik şiirle köprüleri tam olarak atmaz. Bunu, içtenlikle ve şiirselliği yakalamak için geçmiş şiirimizin düşünce ve zenginliği ile bağ kurarak yapar. Eski zamanlara duyulan sevginin sonucu olarak geçmiş şiirimizle şimdiki arasında köprü oluşturan Ahmet Haşim, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Hilmi Yavuz’un takip ettiği yolda ama onlara çokça da benzemeyen, geleneğin onlardan farklı bir yorumudur yazdıkları. Geçmişte kalmış, yaşanmamış bir aşkın izlerini geriye doğru yürürken öznenin, düşe bile
izin verilmeyen gerçek dünya kesiştiği yerdeki hüznünü duyumsayan, duyumsatan; geçmişe tutunan kanatlı şiirlerden şu dizelerle bitirelim:
“Kuş uçmaz kervan geçmez
bir patikaya tutulmuş düşlerim.
başkaları yürürler üzerinde sonradan,
kalabalık bir sokak olur.
Arnavut kaldırımları döşenir üzerine.” (9)
(1) Hatice Eğilmez Kaya, Gürültüsüz Gece
Kelebekleri, Akdoğan Yayınevi, Ağustos 2022
(2) A.g.e., s.65-66
(3) A.g.e., s.53
(4) A.g.e s.34
(5) A.g.e.,s.44
(6) A.g.e.,s.62
(7) A.g.e., s.6
(8) A.g.e., s.65
(9) A.g.e., 62
Aslıhan Tüylüoğlu