İki yıl önce tanımıştım Muammer amcayı Ankara’da. Yaşadığı uzun yılları yüzündeki sayısız çizgilere yerleştirmiş mavi gözlerine hüzün yerleşmiş seksen sekiz yaşında bir amca. Emin olmamakla birlikte o öyle söyledi…
O gün doğduğum gecekonduyu görmeye gitmiştim. Benim de ruh halimin amcadan kalır yanı yoktu aslına bakılırsa. Oldukça hassas bir gün yaşıyordum. Her yer viraneye dönmüştü. Sokaklarında toza belenerek oynadığımız mahalle ölmüştü…
Muammer amcayı da orada gördüm. Ortak hüznümüz bizi duygusal olarak birbirimize itmişti belki de.
Onu bir kayısı ağacına sarılmış ağlarken buldum… Ağaca baktım, adama baktım. Bastonu, yırtık iskarpinleri ve ağustos sıcağında, sırtında yırtık ve kir içinde kazağı ile acınacak haldeydi. Ağaca sarılmış ağlıyordu…
Gidip yanına oturdum, sırtını sıvazladım, elini tuttum. Beni görünce önce irkildi, sonra kasketini çıkarıp alnının terini sildi. Ama yanaklarından süzülen yaşları ellemedi bile.
“Ah be kızım” dedi “Ahhh” Yine sicim gibi yaş döküldü çakır gözlerinden…
“Amca biri bir şey mi yaptı sana? Aç mısın? Kimin kimsen yok mu?” diye soru yağmuruna tuttum zavallı adamı…
Sadece duvarları kalan çatısı olmayan ev eskisinde parmağıyla bir köşeyi işaret etti. “Bura var ya bura, annem burada bize aş pişirirdi. Başka bir yeri işaret edip ememle ben burda uyurduk. Şurada çelik çomak oynardık. Çocuklarım da burada doğdu. Çoluk çombalak yaşar giderdik… Derdimiz yoktu. Azımızı çoğa katık ederek şükrederdik halimize.
Anam babam göç etti öte dünyaya. Çocuklar evlenip gittiler. Şimdi hepsi apartman dedikleri sefer taslarında oturuyorlar. Kimim kimsem var kızım var olmaya da ben toprakla uğraşmazsam yaşayamam ki” dedi. Peki bahçede sekiz on tane daha ağaç var. Neden bu ağaç diye sordum…
“Bu ağacı ben doğduğumda dikmiş babam. Bunun adı da Muammer. Aklım ermeye başlayınca beraber sulardık. Babam yazın ılıngaç (salıncak) kurardı kalın dallarına. Hızlı sallanmazdım dalları kırılmasın diye…
Ben de çocuklarıma kurdum ılıngaç. Büyüyünce beğenmediler buraları. Zaman değişiyormuş. Değişti de iyi halt mı etti. Millet acından ölüyor. Biz hiçbir şey bulamasak, yufka ekmeğimize bahçemizdeki soğanı domatesi dürer yerdik. Ne açlık kalırdı ne yokluk. Muhannete muhtaç olmadan yaşadık bunca yıl. Bura bizim ata toprağımız a gızım. İki güne evin duvarlarını yıkacak, Muammer’i de keseceklermiş. Üç gündür burdayım. Muammer’le halleşip dertleşiyorum. Vedalaşıyorum. Muammer, öte dünyaya göç edecek benden önce. O can yoldaşım ” diyerek yeniden ağlamaya başladı amca.
Hava kararmaya başlamıştı. “Amca gece burada mı kalacaksın. Buralar güvenli değil. İti var uğursuzu var. Gel birlikte dönelim. Yarın sabahtan gene geliriz” dedim. “Ölmüş eşek kurttan korkar mı a gızım. Ben Muammeri bırakıp bir yere gitmem!” dedi.
Çaresizce Muammer amcayı ağacın yanında bırakıp geri dönmek zorunda kaldım. İnatçı adam dedim içim sızlayarak…
Bütün gece uyuyamadım. Sabah erkenden kalkıp, yanıma yiyecek bir şeyler alarak yola düştüm. Mahalleye geldiğimde ilk gözüme çarpan dozerler oldu. Muammer amcayı aradı gözlerim. Ağacın dibinden kaldıramıyorlardı. “Bak amca işimizi zorlaştırıyorsun. Biz de emir kuluyuz. Bize yık dediler biz de yıkmaya geldik.” diyordu bir adam. Gidip yanına diz çöktüm, sarıldım. Birlikte ağlamaya başladık. Amcayla konuşan adam “Kızı mısınız hanımefendi? Lütfen amcayı alıp götürün buradan” dedi kızgın bir sesle.
“Muammer amca, gel gidelim buradan.”
“Gitmem” dedi. “O benim can yoldaşım. Ben bu dünyadan göçmeden, ağacımı kesemezler” diyerek can havli ile yerinden fırlayıp bastonunu havada sallamaya başladı. “Kesemezsiniz ulan, kestirmem “ diye bağırırken olduğu yere yığılıp kaldı. Koştum başını kaldırıp oturdum yanına. Bir yandan “Amca duyuyor musun beni amca” diye panikle konuşuyor, bir yandan da bağırıyordum. “Ambulans çağırın, lütfen!” diye
Gözlerini araladı ve parmağını dudaklarına götürerek “sus “ dedi bana. “Bunun adı göç kızım” dedi. “Önce ben göçmeliyim bu dünyadan. Yoksa arkadaşımın yasını tutmaya gücüm yetmez” dedi ve çakır gözleri kapandı…
Ne kadar kaldım öylece, ne kadar ağladım bilemiyorum. Herkes üzgündü, ama görev görevdi.
Muammer amcayı son yolculuğuna belediye görevlileri ve ben uğurladık. Çok garip bir duyguydu hissettiklerim. Sanki iki gün önce değil de yıllardır tanıyormuşum gibi gelmişti inatçı ihtiyarı.
Muammer amcadan sonra kayısı ağacı da göç etmişti bu dünyadan. Son bir kez dönüp baktım o viraneye. Muammer amcanın çakır gözleri sanki bana bakıyordu… Orada yapacak işim kalmamıştı artık…