gömleğinin rüzgârlar biriktiren tenhasında
hiç tanımadığım kentinizi gördüm o gece
intiharını ütüleyen kararlı genç kadındı gün
mumlara meydan okurken kandiller / umarı yitiğim
bir başına geçiyordu kibrit alevinin çerçevesinden.
kuytusu imbatlı, atılmışlar toplayan kent
kendine küskün tırmanıyordu şakrak menziline
o menzili sağan dal(ga)lardaki ateşine
üfledikçe harlanan ve büyüyen
büyüyen ve yutan bir telâş fişeğiydi – biliyordu-
Alsancak’ın tenha sokaklarındaki yırtık duvarda
tenindeki o kirli ateşi körükleyen…
‘kimin ekmeğine katığım /gecemi kimler yiyip tükürecek’ dedi
rastığı Ege’den taşan, humması seslerle örülen kadın
sen ‘ kuytusu irin kentin efendileri’ dedin sessizce.
kentin sokak lambaları, faytonları, tokmaklı kapıları
tek o kadınca vurgunluydu, onca pahası yitikti gece
doldurup o bardağa tarihi intiharları
ve bardağını kırarak yanıtların
-ki uzamsız ve rakamsızdı Kordon’da sesi hayatın-
yok sayıp itirazımdan ellerine uzanan elleri
zehirli bir dalganın tanrısıyla safına geçti
kirli hayatları bekleyen gagasızların.
Asansör’ün beylik yolculuğuyla üzerine çullanan
o kentte / kimliğinden kaçan mevsimlik ete
tipiler biriktiren uzak bir kentten baktık o gece.
kuytuların sokak lambaları
faytonların çığırtkan nalları
ve kıyı dalgalarında boğulan mimozalar, bahar dalları…
yürek kilidime anahtar uzatan o kırağı, sesindi
ipek kefenler biçiyor billur ölümler seçiyordun
gömleğinin rüzgârlar biriktiren tenhasından
biliyorum ah, ah biliyor hayat da
İzmir İzmir olalı hiç böylesine utanmamıştı
varoş canı yiyen simsarlarından.